BU KAVGA KİME HİZMET EDİYOR? (I)
Abdullah Can
30 Temmuz 2015 Perşembe 17:04
İnsanlık tarihinin ilk ve orta dönemlerinde “Barbarlar”, “Moğollar”, “Haçlılar” vb. unvanlarla sahneye çıkan emperyalist vahşiler, yakın tarihte “Birinci ve İkinci Dünya Paylaşım Savaşları”nı çıkartarak vahşetlerini tescillemişlerdir. Her savaşta, yüzbinlerin, milyonların kanına giren emperyalistler, doymak bilmeyen ihtiraslarını, şimdilerde de İslâm coğrafyasında başlattığı iç savaşlarla tatmine çalışmaktadırlar. Bugünkü savaşların maddi-manevi maliyetine bakılırsa, “Üçüncü Dünya Savaşı” dedirtecek kadar ağırdır. Emperyalist tasavvurca, “dünyanın sonu” olarak değerlendirilen bu savaş, bütün insanî-İslâmî değerleri yok etmekte, sosyal, siyasal, ekonomik ve ekolojik dengeleri altüst etmektedir.
Evet, kurdurttukları kukla devletlerle, taşeron örgütlerle, içimize sokuşturdukları ajan-provokatör istihbaratçılarıyla, kapitalist düzenlerinin ileri karakolları olan şirket ve kartelleriyle fitnekâr pençeleri her zaman içimizde olan Emperyalizm, adeta bir Üçüncü Dünya Savaşı’nı andıran bu yakın tarih savaşlarıyla, aslında yeni bir Haçlı Seferi’ni başlatmıştır. Selahaddin-i Eyyubî’den yedikleri ağır darbelerin ve unutulmaz yenilgilerin intikamını alırcasına, bu yenisini son derece münafıkça yürütmekteler. Bir taraftan vahşi kapitalizmin her türlü uyuşturucu ve pasifize edici şehvet araçlarıyla genç kuşaklarımızı sindirmek, bir taraftan materyalist felsefenin her türlü inkârcı tezleriyle okuyan kesimimizi zehirlemek, bir taraftan inançlı kesimin özellikle genç kuşağında cihatçı ve tekfirci düşünceleri diriltmek, diğer yandan cemaat ve tarikatlar, mezhep ve meşrepler arasındaki farklılıkları bahane ederek taassup ve enaniyetleri kamçılamak... Böylece çok parçalı hale getirttiği bu coğrafya insanını birbirine yabancılaştırmak, kamplaştırmak ve nihayette alan ve mevzi kazanmak ihtirasıyla birbirleriyle çarpıştırmak...
Mensubu olduğumuz medeniyet ve kültür havzamızın tabiatına ve varlık sebebine bütün bütün aykırı olarak dayatılmaya çalışılan bu vahşet ve terörün, ne İslâm’a, ne de insanlığa denk düşen tarafı yoktur ve olamaz. İslâm’a göre, bir insanın yaşam hakkı, bütün dünyadan daha değerliyken, gözünü ve beynini dünya serveti ve sultası bürümüş emperyalist muhterisler, kendiler dışındaki tüm insanları adi haşereler görür. Ancak, aynı bakış ve yaklaşımın, Müslümanlarda tezahürü tam bir garabet örneği olup feleğin ters döndüğüne delalettir. Böylesi durumlar, durup düşünmemizi, ciddi ve sıkı değerlendirme yapmamızı gerektirir. Düz mantıkla, yüzeysel okumalarla, dezenformatif haber ve yorum bombardımanlarıyla sağlıklı ve istikametli bir analiz mümkün olmadığı gibi, sadre şifa bir çözüm de üretilemez.
İslâm coğrafyasında yaşanılan çatışmaların şekline, muhtevasına ve sonuçlarına baktığımızda, bir bütün olarak, Müslümanlar ve bölge insanlarının aleyhinde, emperyalist blokun lehinedir. Kaybeden bizim insanımız, kazanan insanlık düşmanlarıdır. En vahimi ise, savaşan tarafların ferasetsizliğidir. Düşman silahlarıyla donamış bu ferasetsizler; vicdan ve iradesini düşmanın kanlı pençelerine teslim etmiş bu terminatörler, kardeşlerinin cesedi üzerinde zafer işareti yapmaktadırlar. Yakıcı ve yıkıcı düşman silahlarıyla enkaza çevirdikleri şehir viranelerinde baykuş gibi ötmekten hayâ etmiyorlar.
Varlığı “şehvet”, “şiddet” ve “şeytaniyet” üzerine kurgulanmış Küresel Emperyalizm, kendi tabiatı ve kimyası gereğince, hep kirli işlerin içinde olmuştur. Amerikan öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Afganistan ve Irak işgali sonrasındaki devasa tahribat ve katliamları, emperyalizmin sınır tanımaz tedhişçiliğine en açık delildir. Emperyalist dünyada sahneye konulan “İslamofobi” ve Hz. Peygamber hakkındaki karalayıcı yayınlar da onların İslam ve Müslümanlara olan tahammülsüzlüklerinin açık göstergesidir. Bütün ihtilallerin içinde parmağı olan, kapıkulu ve yardakçısı bütün askeri ve dikta rejimlerini kollayıp koruyan emperyalistler, şimdilerde de Ortadoğu’yu, Asya’yı ve Afrika’yı bir fitne ve fesat yuvasına dönüştürmüştür. Kendi beslemeleri ve himayelerindeki terör örgütlerini sahneye sokarak İslam ve Müslümanlar üzerinden geliştirdikleri “İslamofobi” tezini ete-kemiğe büründürüyorlar.
“Kapitalist” ihtiraslar ve “Evangelist” ideolojiyle donanmış emperyalist blok, yeni dönemin düşmanı olarak “Yeşil Kuşak” olarak tanımladığı İslâm’ı ve Müslümanları hedef almıştır. Artık Doğu-Batı bloku çelişkisi, yüzeysel olup bir aldatmacadan ibarettir. Asıl hedeflenen ve imhasına karar kılınan düşman İslâm’dır, Müslümanlardır. Artık işgal ve sömürü, “Medeniyetler Çatışması” temeline oturtulmuştur. Böylece, Samuel Huntington’un tezi doğrulanmaya çalışılırken, “Medeniyetler İttifakı” beklentileri boşa çıkartılmaya çalışılmaktadır. Emperyalist proje, bu minval üzeredir...
Küresel ölçekteki terör örgütlerinin tamamı, Emperyalist-Evangelist odakların beslemeleri olup onların finansörlüğünde boy vermektedirler. Emperyalistlerce sırtları sıvanan bu uşaklar, kan dökmek, yağmacılık yapmak, istikrarı bozmak ve zora soktukları ülke ve halkları kendilerine muhtaç bıraktırmak karşılığında her türlü lojistik, istihbarî, moral ve ekonomik destekle palazlandırılırlar. Kullanılabildikleri kadar tedavülde bıraktırılan bu taşeron örgütler, en nihayetinde gözden çıkartılır ve miadı dolmuş mamuller gibi yokluğun gayyasına atılırlar. Tarih bunun örnekleriyle doludur; tarihten ders almayanlar, onun tekerrürüne yeniden şahitlik edeceklerdir.
Emir kulu bilim adamlarıyla, fizik, kimya ve biyoloji bilimini kurallarını sosyal ve siyasal hayata tatbik eden Emperyalizm, kendisine son ve en tehlikeli hasım bellediği İslâm’ı ve mensuplarını, nihayette yok etmeği hedeflemiştir. Bu amaçla “böl, parçala ve yut” taktikleriyle, şu anda çok başarılı hamleler yapmaktadır. Meslek, mezhep, meşrep, parti, etnisite vb. farklılıkları sonuna kadar ve en acımasız şekilde kullanarak bu ayrışmayı sağlamaya çalışmaktadır. Nihayette, manzara ortadadır; zahiren bir muvaffakıyet sağlamış durumdadır. Öyle ki, iman, ümit ve morali zayıf kimselerde depresyon, yüksek kimselerde ise ciddi tereddütler oluşturmaktadır. Ancak dünya tarihi bu tür gelgitlerin, düşüp-kalkmaların numuneleriyle doludur. Aynı durum, Moğol İstilaları ve Haçlı Seferlerinde de yaşanmıştı. Sonuç, Allah’ın nurunu söndürmeye kalkışanlar, kendileri sönüp tarih oldular. Fıtrat(yaratılış) yasalarıyla uyumlu ve Allah’ın taahhüdünde olan İslâm yok edilemez. Yeter ki hakla-batılı, imanla-küfrü, sahteyle-hakikiyi birbirinden temyiz edecek ferasetimizi kaybetmeyelim.
Emperyalizm, Ortadoğu ve İslâm coğrafyasını laboratuvar, Müslümanları ise kobay ve kadavra mesabesinde görmektedir. Ölümün her türlüsünü burada yaşatan Emperyalizm, ölüm makinalarıyla, kitle-imha silahlarıyla kendi vahşetini ve vahşi emellerini de test etmektedir. Şiddetin anaforuna kapılanlar bu vahşeti derk edemez; aksine kendisi de vahşileşir, vahşeti normal görmeye başlar. İnsanla beraber doğal ve kültürel değerleri de yok eden Emperyalizm, doğaya saldırdığı zehirleriyle de küresel çaptaki felaketlere davetiye çıkartmakta, öte taraftan da sorumlu kendisi değilmiş gibi timsah gözyaşları dökmektedir; küresel medyasıyla “hümanizm” ve “ekolojik nutuklar” atmaktadır. Tipik bir münafıklık arzeden Emperyalizm, kendi siyasal, ideolojik ve ekonomik çıkarları uğruna tüm dünyayı felakete atmaktadır. Kendi dünya dinini (Evangelizm, Moonizm) egemen kılmak adına İslâm’ı yok etmeye çalışırken, dünyanın dengesini de bozmakta, sigortasını attırmaktadır.
Osmanlının son döneminde Dr. Duzi’leri, Cumhuriyet’te Salman Rüştü’leri, yakın zamanların Peygamber karikatüristlerini servis edip İslâm’ın başına bela edenler her kimse, El-Kaide, Daış, Boko Haramları başımıza musallat edenler aynı odaklardır; hepsinin mahreçleri tektir; o da, Küresel Emperyalizmdir. Doğrudan saldırıların para etmediğini, aksine Müslümanlarda daha çok bilenme ve bilinçlenmeye vesile olduğunu gören Emperyalizm, İslâm ambalajlı ya da İslam patentli paravan örgütleri sahneye sürmüştür. Böylece, hem kendi içlerindeki çözülmeyi hızlandırmak, hem birbirinde tükettirmek, hem içlerindeki Müslüman menşeli gençleri savaşa sürüp bağırsaklarını temizlemek, hem dünya çapında geliştirdikleri İslamofobi tezini doğrulatıp Müslümanlara karşı topyekûn bir güvensizlik oluşturmak istemiştir. Bu onların hesabı, ama Allah’ın hesabı da var...
Her türlü “propaganda” ve “tahrik” malzemelerini kullanarak şiddet ve savaşı en profesyonel yöntemlerle devreye sokup ileri teknolojinin en yıkıcı silahlarını Ortadoğulu gladyatörlerin eline veren emperyalizm, şiddet ve terörü çıkış yolu ve özgürlük kapısı olarak dayatıyor. Hâlbuki tarih şahittir ki, şiddetle elde edilen her yer, şiddetçilere cehennem ve her kazanım başlarına bela olmuştur. Kan ve gözyaşı üzerinden yükseltilen bir saltanat, kimseye yar olmaz; kalıcı da olmaz. Zorla, zorbalıkla, tehcir ve tenkillerle yerleşilen her toprak parçası, zorbalara zindan, döktükleri masum ve mazlum kanlar, onlar için Firavunu boğan Kızıldeniz’e dönüşmüştür. Tarih, zalimlerin acı akıbetlerinin, mazlumların zaferlerin kaydedicisidir. Biriler tarihin akışını tersine çevirmeye çalışıyorlar ama Fırat gibi, tarih de tersine akmaz. Bir bakılmalı!
Daış’ı Kürtlere ve Şiilere saldırtmayı öngören Emperyalist projenin mimarları, Şiileri Sünnilere ezeli düşman kılıp İslâm birliğini parçalamak, Kürtleri İslâm’a düşman edip kendilerine yaklaştırmak gibi temel amaçlar gütmüşlerdir. Fitnecilikte sınır tanımayan Emperyalist mahfiller, okuma oranı düşük, aydınlanma seviyesi düşük, ekonomik açıdan yoksul, ulusal bilinç ve bütünlükten yoksun ve ajitasyonlara açık toplumları denek olarak seçer ve alana sürer. Bu anlamda mertlikten hoşlanan, kafası çabuk ısınan ve rakiplerine karşı acımasızlığıyla nam salan Ortadoğu ve Mezopotamya halkı, Emperyalizmin arayıp da bulamadığı cinsten malzemelerdir. İstihbarî ve ekonomik katkılarla desteklediği bu yığınları, organize ve sistematize ederek, hem birbirlerine, hem de başkalarına musallat ettirirler. Bu iradesiz, ferasetsiz ve düşüncesiz asabiler yığını, cennet, şehitlik ve özgürlük gibi manevi-moral sloganlarla da takviye edildi mi, artık meydan Emperyalizme kalmıştır demektir. Bizde kan ve can; onlarda bayram ve seyran...
Afganistan, Irak ve Libya’da 2-3 gün zarfında, bu ülkelerin altyapı sistemini tahrip edecek kadar donanımlı olan Emperyalist devletlerin, küresel ölçekteki terör örgütlerine yıllarca yaşama alanı ve imkânı tanıması düşündürtmüyor mu acaba! Ben düşünüyorum ve diyorum ki, canavar da olsa, her yaratık kendi yavrusunu besler, büyütür ve ancak kendisi için tehlike arzettiği durumda yer, bitirir.
Kendi halkına, inancına ve coğrafyasına ihanet eden hain ve işbirlikçi yapılanmaların, Emperyalistlere yar ve yaran olamayacağı bilinmezlerden değildir. Tarih, hainlerin zilletli, sadıkların izzetli akıbetlerinin panoramasıdır; ders alınmadığı takdirde, aynı akıbetin tekerrür edeceği kaçınılmazdır.
Yazının devamında buluşmak umuduyla...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.