BU GİDİŞ...
Ali Bayramoğlu
17 Mart 2016 Perşembe 08:31
Bir kaç gün önce, bir televizyon programında bir yorumcu, PKK ile Kürt meselesi, Kürt gruplar arasındaki ilişkinin altını çizmemi, temsilden söz etmemi “sorunlu bir terminoloji” olarak tanımlıyordu. Bu terminolojinin, “devletin PKK'yla değil, Kürtlerle savaştığı”nı ima ettiğini söylüyordu.
Çünkü ona göre gerçek tek ve çıplaktı:
“PKK, bölgedeki Kürtlere baskı yapan, gücünü sadece bu baskıdan ve dış ülkelerden alan bir yapıdır. Onunla mücadelenin tek yolu, bu baskıyı kırmak, ona silahla haddini bildirmektir, aksi görüşler düşmanın işine yarar, onun dilini andırır.”
Bu genel bir bakış ve bu bakışa göre PKK, “bir ayağı terörde diğer ayağı içinden doğduğu Kürt sorunu havuzunda, onlardan beslenen bir yapıdır”, demek bile sorunludur.
Aslında, ortada bir sorun varsa, o sorunu bizzat ve yıllardır bu bakışın oluşturduğuna şüphe yok.
Ancak, ne yazık ki, asayişçi tavrın son dönemde yeniden ve mutlaklaşarak dolaşıma girmesiyle zuhur eden “resmi bakış ve dil”bu.
Öyle kuşatıcı ki, kendi ima ettiği dışındaki her tür görüş, duruş, tahlil, tavır ve iddiayı “sorunlu” kategorisine sokuyor. Kimileri için sorunlu tespiti de yeterli değil, aslında bunlar “suç”, değilse de suç olmalı...
“Terör ve terörist tanımı genişletilsin” diyor cumhurbaşkanı. Siyasi alanın resmi görüşe göre daraltılarak yeniden yapılandırılmasının,“terörle mücadelenin etkin bir aracı” olduğunu düşünüyor. Bu görüşe destek ve teşvik çok...
O zaman şu yol açık: Siyaset istemek, beklemek de suç... Bir sorunun, bu sorunun çözülmesi için “müzakere, mutabakat, uzlaşma” talebi ve önerisi de suç...
Bunları dile getiren bir köşe yazmak, bir bildiri imzalamak, bir konuşma yapmak sizi bir savcının terörist olarak görmesine, hakimin terör örgütü propagandası yapma suçuyla tutuklamasına yol açacak, öyle mi?
Açtı bile!
Üç öğretim üyesi “malum bildiri”nin imzacısı oldukları, imza yoluyla“terör örgütü propagandası” yaptıkları iddiasıyla tutuklandı. Malum metni tüm ülke biliyor. İmzalayanların bile daha sonra kuşku duydukları, soru sordukları ölçüsüz bir metindi. Kendi adıma 15 Ocak'ta şunları yazmıştım: “İçerik ve üslup itibariyle benim gözümde bu bildirinin, özellikle bir bölümü nedeniyle hiçbir meşruiyeti bulunmuyor. Bu bölüm, metnin, Türkiye'yi “sivil halka yönelik kasıtlı katliam politikaları” izlemekle suçlayan bölümüdür.” Ancak tepkilerin ölçülü olması gerektiğine işaret ederek o yazıya şu satırları da eklemiştim: “Demokratik düzenlerde yanlış, ölçüsüz, hakikat dışı olsa bile, insanların fikir beyan etme, bunlar üzerinden muhalefet yapma özgürlükleri vardır.”
Şimdi metne tepki verme evresini geçtik, (yeni bir “kod” beklemeye dahi gerek kalmadan) tutuklama aşamasına geldik...
Evet metin kötü. Metin dili devlet ve örgütü eşitliyor ve bu yanlış. Bir isyan karşısında devletin aldığı güvenlik tedbirlerini katliam politikası olarak tanımlıyor ve bu da kabul edilemez.
Bu durumda size düşen ise bunu yazmak, söylemek, teşhir etmektir.
Bu metin ile canlı bomba arasında bağ kurmak ise başka aşamaya geçişi ifade eder.
Soru şudur: Yanlış, eksik, taraflı düşünceler, sonuç olarak düşünce ve tepkiler, nasıl oluyor da, sahiplerini terörist kılıyor? Siyasi mantık yürütme dışında hangi kanıtlarla bir bildiri terör eylemi sayılabiliyor?
Üç akademisyenle ilgili tutuklama kararı, PKK'nın açıklamaları ile bildiri arasındaki benzerlikten söz ediyor, niyet okuyor ve söze keyfi sınır getiriyor.
Bu, “ya bizden siniz ya olanlardan, arası yoktur” tarzı bir söylemin adli uygulamadaki karşılığı mıdır?
Böyle bir şey olabilir mi?
Oldu diyelim.
Ne yapılacaktır? Resmi bakış dışındaki her fikir adli takibata uğrayacak ya da suskunluğa mı itilecektir?
Diyelim ki bu da oldu.
Şiddet ve terör böyle bitirilebilecek midir? Kürt meselesi böyle çözülebilecek midir?
Günlerdir terör eylemlerinin sorumlusu olarak, eylemi yapanları değil, soru soran, farklı bakanları suçlayan bir iklim soluyoruz.
Bu gidiş, gidiş değildir...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.