24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara0°C
  • İzmir7°C
  • Berlin4°C

BREZİLYA VE TÜRKİYE; NEDEN

Sezin Öney

22 Haziran 2013 Cumartesi 08:36

Her ikisinde de, hem göstericilerin profiline, hem de sokağa dökülen kitleye ilişkin verilere bakınca, bazı sebep-sonuç ilişkileri kurmak mümkün.

Her iki ülkede de, hızla büyüyen bir “orta sınıf” var. Ancak, bu orta sınıf, değer verdiği, önceliği olan hedeflere kavuşabilme yetisinden uzak.

OECD verilerine göre, Brezilya ve Türkiye’de orta sınıf, son yıllarda, ülkenin yarıdan fazlasını oluşturur hâle geldi. Türkiye’de nüfusun yüzde 59’u, Brezilya’da yüzde 62’si, “orta sınıf” konumunda.

Buna karşılık, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2013 tarihli, “İnsani Gelişim Endeksi” (Human Development Index) verilerine göre, 186 ülke arasından Brezilya, 85 ve Türkiye ise 90. sırada.

Bu endeks, “yaşam uzunluğu, nüfustaki okur-yazar oranı, eğitim düzeyi ve yaşam kalitesi düzeyi” esas alınarak hesaplanıyor. Yani, bir ülkede, hayatın ne denli nitelikli yaşanabildiğinin değerlendirmesi de denebilir.

Arnavutluk
, Belarus, Ermenistan, İran, Libya, Ukrayna, hep Brezilya ve Türkiye’nin fersah fersah önündeler. Listenin daha aşağısı, neredeyse tamamen Afrika ülkelerinden oluşuyor.

Avrupa Birliği’nin “en düşük” seviyedeki ülkeleri Romanya ve Bulgaristan, 56 ve 57. sırada.

Türkiye ve Brezilya’da yaşananlar arasında benzerlikler de var, farklılıklar da; ama liderlerin, hükümette bulunanların verdiği taban tabana zıt tepkiler, iki ülkenin geleceğini etkileyecek, bundan sonraki gelişmelerin seyrini biçimlendirecek dönüm noktası.

Brezilya Devlet Başkanı Dilma Roussef’in, ülkesindeki gösterilerin büyüklüğünü, “demokrasilerinin enerjisinin işareti” olarak nitelemesinin kendisi başlı başına demokrasiyi ve “siyasete güveni” güçlendirecek bir söylem.

Türkiye’de, AKP ise, “karşı gösterilerin büyüklüğünü”, kendi gücünün “cisimleşmesi” gibi yansıtma arzusunda.

Birbiri arkasına patlatılan, “tarih yazan”, “büyük oyunu bozan” “milli irade” mitingleri, Başbakan’ın ve çevresini saran güç halesinden nasiplenmeye çalışanların, sadece kendilerine ve sadece övgüler sıralayacak, tapınacak bir kitleyi “dünya âleme” sergiledikleri gövde gösterileri olarak, bu ülkenin tarihine nasıl geçecek?

Betonlaşan klik

Türkiye, kendi içinde ve dünyada, en azından “bir nevi demokrasi” olduğu algısına sahipken, birkaç günde, “otoriterleşme yolunda dörtnala giden” bir bocalama ve kaos ülkesine döndü. Buna da, üç şey sebep oldu; “çözümü”, ezmek ve tepeden bakmak sayan bir iktidar portresi, “merkez” tarafından şiddete teşvik edildiği ayan beyan ortada olan polis ve Sovyetik bir Pravda-palavra çizgisi arasında sıkışmış medya.

Siyaset biliminde, “orta sınıfların”, hükümetlerin hesap verebilirliğine, şeffaflığına önem verdiği tezi güçlüdür.

Hükümetten gelen sert mesajlar, takınılan “küçümseyici” tavırlar, farklı olan herkesi ve her şeyi tehdit kaynağı gibi gösteren yaklaşımlar nasıl bir “demokratik temel” oluşturacak?

Başbakan Erdoğan’ın, Gezi Parkı’ndan Türkiye’ye yayılan protestoları, adeta şahsına yapılmış bir hakaretmişçesine “kişisel” algılaması, tüm ülke için trajik bir durum.

Başbakan ve çevresinin sert tepkileri, AKP içinde daha “yumuşak” tonda ses vermeye çalışanlara karşı sergilenen perde arkası tahammülsüzlük, gücün kümelendiği bir “kliğin”, ne denli içine kapandığının da göstergesi.

Gülünç komplo teorilerinin, ardı ardına kamuoyunun önüne boca edilmesi de, bu içe kapalılıktan, evrensel değer ve gelişmelerin özümsenememesinden, bir diğer değişle, “dünyalılaşamamadan” kaynaklanıyor.

Türkiye dünyaya açılır, dünya ile bağlarını her yönden güçlendirirken, “dünya lideri” olma iddiasındaki bir siyasetçinin, dünya gerçeklerinden böylesine kopması, koparılması ne kadar hazin. Kendi geldiği sokağı “marjinal”, “yasadışı” sayacak, kendi insanını “düşman” görecek bir yalnız fildişi kuleye kilitlenmesi de.

Roussef’in, Erdoğan’dan farklı olarak “uzlaşmacı”, kucaklayıcı, gösterileri öven tepkisinin ardında ne yatıyor? Kendi işaret ettiğine göre, kişisel geçmişi...

1964’ten 1985’e Brezilya’ya hâkim olan askerî dikta döneminde, Roussef, siyasi düşüncelerinden ötürü tutuklanmış, sert işkencelerden geçmişti. Roussef, göstericilerin “haklarını aradığını” ve bunun, “kendi kuşağının haklarını ararken ödedikleri ağır bedelden ötürü, ne denli değerli olduğunu bildiğini” ifade etmişti.

Geçmişini unutmamak, fakat ödenen bedelleri de, “intikam vesilesi” hâline getirmemek; AKP çizgisinin, “helalleşme” öğütleri verirken, önce kendisinin geçmişle helalleşmesi gerekmiyor mu?

Tükenen biber gazı stoklarını doldurmak ve yeni TOMA’lar almak için gösterilen tez canlılık, yeni bir anayasaya yapımında da gösterilmiş olsa...

Milli irade mitingleri organizasyonunda gösterilen heves, daha eşitlikçi, “bunlar ve bizler” ayrımı olmayan bir toplum hedefine ulaşmakta gösterilse...

Bugün nasıl bir ülke olurdu Türkiye? Ve Brezilya ile nasıl, ne şekilde karşılaştırılırdı?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.