BÖYLE OLMAZ
Ahmet Altan-
05 Eylül 2016 Pazartesi 01:22
Bir toplum, dönüp yüz yıl öncesini yeniden yaşamaya başlamışsa, ortada çok ciddi bir sorun var demektir.
“Her şey harika” diye bağırmak sorunu çözmeye yetmez.
Bağırmakla çözülecek bir sorun değil çünkü bu.
Dönüp 1912’lere, 1913’lere, İttihatçıların Birinci Dünya Savaşı’na girmeden önceki günlerine bir bakın.
Tarihçiler elbette benden daha iyi bilir ama o dönemleri ben de biraz bilirim, binlerce sayfa kitap okudum, binlerce sayfalık romanlar yazdım o dönemle ilgili.
Bugünlerin 1990’lara benzediğini söylüyorlar ama bence bugünler geçen yüzyılın başlarına benziyor asıl.
Aynı “mutlak iktidar” aranışları, aynı yönetim yetersizlikleri, aynı bütün muhalefeti şiddetle ve baskıyla susturma isteği, yazarlara aynı baskılar, aynı “her şeyi en iyi biz biliyoruz” iddiaları, aynı koyu milliyetçilik, aynı “herkes bize düşman” inanışları, aynı çaresizce uluslararası müttefik bulma çabaları, savaşa aynı sürükleniş, ekonominin dümeninin bütün uğraşlara rağmen aynı şekilde bir türlü düzgün tutulamaması, askeriyenin aynı şekilde siyasetle parçalanması, aynı kutuplaşma, toplumu ikiye ayıran aynı nefret, aynı sansür, aynı umutsuzluk…
Benzerlik korkunç.
Bir toplumun böyle bir kapana yakalanması daha da korkunç.
Hiç girmememiz mümkün olan bir çıkmaza girdik, buradan bu yöntemlerle çıkmamızın imkanı yok.
AKP iktidarı kendisine yönelik bu eleştirileri “düşmanlık” olarak görüyor ama bunlar düşmanlık değil, bunlar, hepimizin parçası olduğu bir toplumun böyle acılar içinde yeniden dehşet verici bir travmaya doğru gitmesinin durdurulması için dostça uyarılar.
Bu yol daha önce denendi.
Buradan bir yere varılamadı.
Neden aynısını bir daha tekrarlamaya çalışıyorsunuz?
Benim söylediklerime inanmıyorsanız, çağırın güvendiğiniz tarihçileri, bir de onlara sorun.
Bakın, sonucunun ne olacağını bilmediğimiz bir savaşa daha giriyoruz… Suriye’de ikinci cepheyi açtık.
Güneydoğu cehenneme döndü.
Her gün ölüm haberleri.
Sonsuza dek ülkeyi “Olağanüstü Hâl” uygulamalarıyla yönetmek ister gibi kararnameler, davranışlar.
Muhalefetten, eleştiriden, yazarlardan, gazetelerden, hattâ twitlerden duyulan büyük korku.
AKP’lilere sormak istiyorum.
Neden böylesine büyük bir korkuya kapıldınız?
Yüzde ellilik bir seçmen desteğiniz var, darbe sırasında nerdeyse bütün toplum etrafınızda toplandı, iktidara büyük bir kredi açıldı, toplum darbeyi sokaklara çıkarak önleyip büyük bir efsane yarattı.
Çok daha güvenli ve sakin olmanız gerekmiyor mu?
Eleştiri karşısındaki bu tahammülsüzlüğünüz nedir?
Yaptıklarınızın doğruluğundan eminseniz neden eleştirilere karşı kendi fikirlerinizi açıklayıp tartışamıyorsunuz?
Eleştirilerden bu kadar çekinmeniz sizin de yaptıklarınızdan pek emin olmadığınızı, siyasetinizi dürüst ve eşit tartışmalarda savunmaya gücünüzün yetmeyeceğine inandığınızı göstermiyor mu?
Yaptıklarının doğruluğundan emin değilseniz neden yapıyorsunuz?
Doğruluğundan eminseniz neden tartışamıyorsunuz?
Neden herkesi susturmak istiyorsunuz?
İttihatçılar da böyle yapmışlardı, bütün eleştirileri baskılarla susturmuşlardı, sonuç felaket oldu.
Yaptıklarınıza bir baksanıza.
Yüz küsur gazeteci hapiste.
Türkiye’deki tutuklu gazeteci sayısı, Mısır, İran ve Çin’deki toplam tutuklu gazeteci sayısını geçmiş.
Övünülecek bir iş mi?
Suçlanan insanların eşlerini, yakınlarını, yaşlı akrabalarını bile cezalandırıyorsunuz.
Bir gecede binlerce insanı işsiz bırakıyorsunuz.
Mallarına, mülklerine el koyuyorsunuz.
İşsiz ve aç bırakmaya uğraşıyorsunuz.
Neden yapıyorsunuz bunları?
AKP’ye yakın, insaf duygusunu tümüyle kaybetmemiş bir hukukçu geçen akşam televizyonda, “yargıçlar FETÖ’cü suçlamasıyla önlerine gelen herkesi tutukluyorlar çünkü tutuklamazlarsa kendilerinin FETÖ’cülükle suçlanacaklarından korkuyorlar” diyordu.
Böyle bir dehşet ortamında ülkeyi nasıl sağlıklı biçimde yöneteceksiniz, doğru kararları nasıl alacaksınız?
Demokrasiye ve hukuka doğru ilerlemeniz hâlinde, geçmişteki kavgaları unutacak, sizi destekleyecek bir “dayanışma” ortamı bulmuşken neden yeni kavgalar, yeni düşmanlıklar, yeni baskılar yaratıyorsunuz?
Neden bu muhteşem imkânı kullanmıyorsunuz?
İstediğiniz herkesi hapse atabilirsiniz, istediğiniz herkesi yakalayıp götürebilirsiniz, istediğiniz kadar hukuku çiğneyebilirsiniz, bunları yapmaya yetecek gücünüz var bugün…
Ama bütün bunların yaratacağı ağulu sorunları oradan kaldıracak gücünüz yok.
Türkiye, “demokrasi ve hukuk” ölçüleri çevresinde toplanmış ülkelerden oluşan bir kampın üyesi.
Hukuku böylesine insafsızca çiğneyerek o kampta nasıl kalacaksınız?
O kamptan çıkmaya kalksanız, kiminle ittifak yapacaksınız?
Dünyanın dengesini sarsacak bir “kamp” değişikliği girişiminin sonuçları ne olacak?
O sonuçları bu ülke nasıl taşıyacak?
Bu soruların hiçbirini tartışamıyor, bu soruları susturmaya çalışıyorsanız, siz de bu yolun pek iyi bir yere gitmeyeceğini fark ediyorsunuz demektir…
Neden yapıyorsunuz öyleyse?
Bu hukuksuzluğun ekonomideki sonuçlarını eminim siz benden daha iyi izliyorsunuz.
Ekonomi durdu.
Bütün veriler gittikçe ağırlaşan bir durgunluğu işaret ediyor.
En güvendiğiniz inşaat sektörü bile tökezliyor artık.
Dünyada hâlâ para bolluğu varken Türkiye’ye, bu hukuksuzluk yüzünden para gelmiyor.
Milli geliri bir türlü artıramıyorsunuz… Böyle yaparsanız hiçbir zaman da artıramayacaksınız.
Ekonomi bir kement gibi toplumun boğazını ağır ağır sıkıyor.
Gösterişli toplantılar, hamasi nutuklarla, bu gerçeği değiştirmenin yolu yok.
Çıkıp sokaklarda bir dolaşın.
Esnafın nasıl ağladığını, dükkânların nasıl boşaldığını, “perakendecilerin” AVM’cilerle nasıl kapıştığını, müteahhitlerin “durumun belirsizliği” yüzünden nasıl projelerini askıya aldıklarını, “kiralık” ve “satılık” ilanlarının nasıl çığ gibi çoğaldığını, pahalılığın nasıl alıp başını gittiğini, lokantaların ve otellerin nasıl boşaldığını, turizmcilerin nasıl çöktüğünü, dönmeyen kredilerin, ödenmeyen çeklerin nasıl can yaktığını bir görün.
Bunlar söylenmeyince bu gerçekler ortadan kaybolacak mı sanıyorsunuz?
Gözlerini kapayınca dünyanın kaybolduğuna inanan bir çocuk gibi mi davranacaksınız?
Politikalarınızı eleştiren herkesi susturunca, bu politikalar birden hayırlı bir sonuç mu verecek?
İkinci Meşrutiyet’teki toplumu saran büyük umuda benzer bir umut 15 Temmuz’dan sonra bu toplumu sarmıştı, her şeyin düzeleceğine, toplumsal bir barışın, demokrasinin, hukukun geleceğine inanan insanlar, bütün muhalefet partileri sizi desteklemişti.
İttihatçıların yaptığı gibi aynı hovardalıkla harcıyorsunuz bu umutları.
Şiddeti ve baskıyı artırıyorsunuz.
Yüz yıl önceye dönüyorsunuz.
Hapsettiğiniz yazarların sayısının artması, “ulusalcılar”la kurulan garip ve tehlikeli ittifaklar bu gerçekleri değiştirmeye yetmez inanın.
Hâlâ vakit var.
Demokrasiye ve hukuka dönün.
Bir zaman savunduğunuz değerleri yeniden hatırlayın.
Tarihe “son İttihatçılar” olarak geçmenin ne size, ne bu topluma bir yararı var.
Denenmiş bir yolu bir daha deniyorsunuz, bu yol çıkmaz, yüz yıl önce de çıkmazdı, bugün de çıkmaz.
Üstelik, 2016’da, dünya bu denli değişmişken yüz yıl önceyi yeniden yaşatmaya kalkmanın bedeli hepimiz için çok daha ağır olur.
Bunu gerçekten görmüyor musunuz?
Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.