18 Mayıs 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır21°C
  • Ankara18°C
  • İzmir23°C
  • Berlin17°C

BORCU OLAN BORCUNU ÖDESİN

Sırrı Süreyya Önder

18 Mart 2011 Cuma 02:57

Diyarbekir nicedir yoksulların yurdudur.

Kitapta göreceksiniz, gezseydiniz de görecektiniz.

Her karede bir başka kırık ama insan sıcaklığında bir öykü…

Nedense çok parlak evlerin ve yaşantıların çağrıştırdığından daha çok yaşam çağrıştırır bana; öykü çağrıştırır.

Evet, yoksulluğun yüceltilecek, sevilecek bir tarafı yoktur, yaşayan bilir kahrını ama birbirine tutunarak yaşamanın ve bölüşmenin yüceltilecek tarafı çoktur.

Sözü, müziği, ağrısı, sızısı, heves ötesi sevinçleri...

Buralarda “ayakkabının yeniliği” bile, hâlâ bir mutluluk sebebidir mesela…

O, çatlak duvarların, sıvası dökülmüş damların, köyünden getirdiği alışkanlıkların, sazın, sözün, türkünün, şarkının, hikâyesi vardır.

Bunlar ne ki hikâyenin bile hikâyesi vardır.

Yıllarca maruz kaldığı şiddetin enkazları henüz açılıyor, hikâye dile henüz geliyor. Failini, meçhulünü, yazgısının sebebini henüz anlatıyor Diyarbekir. 

‘Dewlet deyndar derket’

“İki gömleği olan bizden değildir” diyen İslam’ın yalnız sahabesi Ebuzer Gıffari “Aç sabahladığı halde kılıcına davranmayana şaşarım” sözünün de sahibidir.

Wilhelm Reich “asıl önemli olan aç insanın neden çaldığı ya da sömürülenin grev yaptığı değil; neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir” der.

Bu şehir büyük bir greve gitti oysa…

Hem belki de dünya tarihinde hiçbir şehrin direnmediği kadar direndi…

Kanı hep içine aktı, her şeyini dedi de yoksulluğunu demedi.

Olan olmayanla bölüştü, aşını da derdini de...

Diyarbakır Elektrik İdaresi’nde çalışan ve sayaç kontrolüne çıkan memurlar bir yoksul eve giderler. Sayaç önceki aya oranla daha küçük haneli bir sayı vermektedir. Bunun iki anlamı vardır: Ya bu evde bir ay içerisinde çok ciddi bir elektrik enerjisi harcanmış ve sayaç sıfırlanıp başa dönmüştür ki tutarı o zamanın parasıyla milyarlar eder ya da hane sayaçla oynamış, ‘az yakmış’ görünsün diye geriye sardırırken işi biraz abartmıştır. Memur kapıyı çalar. Kapıyı yaşlı bir teyze açar. Teyzeye “Xaltîkê”, der, “dewlet deyndar derket.” Memur durumu ironiyle harmanlayarak devletin eve borçlandığını söylemiş ama Yaşlı teyze buna pabuç bırakmamış. Memurun kolunu tutarak “Öyleyse devlet borcunu ödesin” demiş.

Burada yapılan iş hırsızlık hariç her şeydir.

Mesela devletten alacağını isteyen böyle bir teyzenin, Mardin’den satmak için toplayıp ‘kırma’ yaptığı bir kilo zeytini vardır. Bununla belki de bir ay geçinecektir. İstanbul’dan gelen bir kadınla pazarlık ederken kadın ayağını eşikten içeri atınca artık evine girdiği için misafiri olduğunu söyleyip para almaz.

Kadın kabul etmezse eğer daha da fazla kırılacağını söyler.

“Kürtler bizim zenginliğimiz” diyerek ana paranın faizi muamelesi yapanların kavrayamayacağı durum tam da budur işte...

Sur’unu, Bağlar’ını, şehrin içinden ses etmeden geçen Dicle’sini, Gazi Köşk’ünü, gençlerin köprüsü, Ofis’ini; yıllarca barikatlarla kapatılmış yollarını, ablukalarla susturulmuş sesini; panzer izlerinin durduğu caddelerini; sokağa çıkma yasağının kanıksandığı; kepenk indirmenin yoksullaştırdığı ama yoksunlaştırmadığı bu soylu şehir…

O kadar soylu ki yaşadıklarına rağmen dimdik ayakta…

Yüzündeki görkemli çizgiler, yaşadıklarıyla daha da derinleşmiştir.

Yoksul hanelere bakarak da görebilirsiniz, Surlara bakarak da...

Bütün incitilme girişimlerine karşın ayakta kalması, onu incitenleri borçlu kılar.

Olanları, sessiz sedasız köşesinden korkuyla izleyenleri daha da fazla borçlu kılar…

Öyleyse, söylenecek tek şey vardır: Borcu olanlar borcunu ödesin!

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.