BİR YOL HİKAYESİ
Nuray Mert
24 Nisan 2013 Çarşamba 08:37
Yazının başlığına bakıp, esaslı bir yol hikayesi ile karşı karşıya olduğunuzu düşünmeyin. Esaslı hikayeler yazılamayanlardır. En fazla üzerlerinden esaslı bir zaman geçtikten sonra müsveddeleri yazılabilir.
Kürtler ile barış sürecinin ulaştığı nokta, şimdiden çok umut verici, kim ne derse desin bu umudun ardından gitmenin çok önemli olduğunu düşünenlerdenim. Ben de, kendi çapımda bu umudun ardından, kara yolu ile ‘Güney’e geçmek üzere Diyarbakır’a gittim. Bir kez daha benim tekrarlamama gerek yok, Diyarbakır’a ayağını basan herkes hemen farkediyor, yazıyor, çiziyor; barış heyecanı ile bir sürü kaygı ve tedirginlik birlikte yüzünüze çarpıyor, neye yoracağınızı tam olarak bilemiyorsunuz.
Bizim tabir ile ‘Kuzey Irak’, Kürtler için ‘Güney’e hiç gitmemiştim, bir yol insanı değilim ama yine de havadan gidip Erbil’e konmak bana anlamsız geldi. Tez çalışmasını yürütmek için üç yıldır orada yaşayan ve bu arada Duhok Üniversitesin’de ders veren genç arkadaşım Arzu Yılmaz’ın gönderdiği taksi ile Habur’dan sınırı geçip Duhok’a vardık. Orada bir gece geçirip, onunla ve bir gazeteci arkadaşımla birlikte yol üzerinde Yezidilerin bayram kutladığı Laleş’e uğrayıp Erbil’e ulaştık. Erbil’i gidenlerden, yazanlardan o kadar çok dinledik ki, hiçbir şey yabancı gelmedi; geçmişi çok eski ama, hızla yeniden inşa edilen bir Ortadoğu kenti. Benim için çok tanıdık, ama bir süre kalmak, Erbil’de yaşayan her türden insanla biraz tanışmak, konuşmak lazım. Bu işi sonraya bıraktık, mutlaka yine gelmek lazım. Oradan Mahmur Kampı’na ve Süleymaniye’ye gitmeyi planlıyordum. Kandil’e gitmek imkanı doğdu, bu imkanı değerlendirmemek mümkün değildi.
Şu kadarını söyleyeyim; hiç buradan sanıldığı gibi değil, Kandil barışa sahiden hazır göründü. Murat Karayılan ve kadın hareketinden yönetici konumdaki arkadaşları ile görüşme fırsatı buldum, bu intibam güçlendi. Bildiğim kadarıyla, önümüzdeki günlerde yapacakları bir basın toplantısı ile tutumlarını resmen ilan edecekler. Herkese tuhaf gelebilir, ama bu imkanı röportaj veya habere dönüştürmeyi hiç düşünmedim. Her şeyden önce, ben profösyonel gazeteci değilim, siyaset yorumcusuyum, olayları yorumlama süreci aceleye getirmeden anlamaktan, kavramaktan geçer diye düşünüyorum. Onları dinledim, anlamaya çalıştım.
İlk çıkardığım sonuç, barış umudunu canlı tutmak açısından Kandil’in gölge değil, önemli bir aktör olarak görülmesi gerektiği. Ama asıl önemlisi, ister Diyarbakır’da kahvede karşılaştığınız genç, ister Kandil’de yönetici olsun Kürt siyasi hareketi açısından barış’ın anlamının asla ve asla bir petrol veya stratejik ortaklık hikayesine indirgenmemesi gerektiği. Kürtler ile barış’ı herşeyden çok sabote edecek olan, meseleyi ‘gerçekçi bakış’ adına, petrole, stratejiye, ilk bakışta derin ama aslında sığ hesaplara indirgemek olur. Mete Çubukçu, Radikal İki’de (21 Nisan) harika bir yazı yazmış; “PKK/Kürt sorunu çözümü çerçevesinde sağlanacak barış büyük stratejik hesaplardan çok insani açıdan, helalleşme açısından önemli. Bu barış büyük stratejik, taktik hesaplardan önce gelmeli. Kürtlerin Türkiye ile barışmasının yolu da buradan geçer…kısacası bu sürece insani açıdan bakmak gerekir” diyor.
Maalesef ‘insani bakış’ dediğimiz şeyin ‘boş hayal’ olduğuna inanılan bir çağdayız, oysa asıl gerçek insan ve insani bakış. Kürt meselesinin, barışının düğüm noktası da burada, asıl bu gerçeği görmemek boş hayal, üstelik maliyeti büyük olabilecek boş hayal. Bu yol hikayesinin de benim açımdan özeti bu, şimdilik sizlere daha fazla söyleyebileceğim bir şey yok.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.