22 Kasım 2024
  • İstanbul12°C
  • Diyarbakır12°C
  • Ankara15°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

BİR YAZI NEDEN YAZILIR

Ahmet Altan-

19 Ağustos 2012 Pazar 06:20

Bugün bayram.

Sükûnet zamanı.

Bundan yararlanıp şu “köşe yazarlığı” denen tuhaf meslekten konuşalım biraz.

Aslında dünyanın en basit ve sıradan işlerinden biri köşe yazarlığı denen iş.

Bir düşüncen var ve onu lise kompozisyonu basitliğinde istifleyip ortaya koyuyorsun.

Zaten düşünceyi anlatmak kolay bir iştir.

Düşünce dediğiniz, bonfile gibi kemiksiz kılçıksız, başı sonu belli, hiçbir karmaşıklığı ve anlatım zorluğu bulunmayan, başlangıcıyla sonu arasındaki mesafesi kısa olan bir şeydir, duygular gibi karmaşık, belirsiz, değişken, hareketli değildir.

Gazete yazıları da genellikle düşünceleri dile getirir.

Eskiden daha sanata yakındı köşe yazarlığı, yazarların çoğu da edebiyatçıydı zaten, Refik Halit gibi, Falih Rıfkı gibi büyük dil ustaları siyasi yazılar yazarlardı, o gelenekten bugüne uzanan, gazete yazarlığını bir sanata dönüştürebilen tek bir efsane yazar kaldı.

Gazeteler o lezzeti kaybedeli çok oldu.

Peki, bir insan bu kadar basit ve sonuç alma ihtimali de epey düşük bir işi neden yapar?

Amacı nedir?

Bu soruyu sormamın nedeni iki yazar dostum.

Bir zamanlar AKP’ye çok ümit bağlamış ve son gelişmelerle hayal kırıklığına uğramış genç bir yazar dostum bana geçenlerde, “Bu ülkede yazı yazmanın ne anlamı var” dedi, “hiçbir şey değişmiyor, dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyoruz, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz, boşuna çaba bu”.

İkincisi ise Gürbüz Özaltınlı.

Özaltınlı ardı ardına yazdığı iki yazıda, gazete yazılarının “rasyonel ve gerçekçi” olması gerektiğini, sadece “demokratik doğruları” söylemenin bir sonuç almayacağını, sonuç alacak türde akıllı yazılar yazmanın daha doğru olacağını söyledi.

İki yazar dostuma da katılmıyorum.

İkisinin tezine ise birbiriyle tümüyle çelişen nedenlerle karşı çıkıyorum.

Köşe yazarlığı basit bir iştir ama bazen çok işe yarar.

Ben bunun en taze örneğini geçen gün Hidayet Şefkatli Tuksal’ın bizim gazetede yazdığı “kadın plajlarıyla” ilgili yazıda yaşadım.

Sabahleyin gazeteyi değerlendirirken Yasemin Çongar’a, “Hidayet’in yazısı beni utandırdı” dedim, gerçekten de yazıyı okuyunca utandım.

Çünkü Tuksal, hayata hiç “kapalı kadınların” açısından bakmadığımızı yüzümüze vurmuştu, ben kadınlarla erkeklerin birlikte, birbirinden kaçınmadan yaşadığı bir ortamda büyüdüm, en iyi hayat biçiminin de bu doğallık olduğuna inanırım ama bu “doğallık” benim gibi düşünmeyen ve hissetmeyen insanların hayatlarını çok zorlayabiliyor bazen.

Kendini “erkeklere göstermek istemeyen” bir kadın yaz sıcağında nasıl denize girecek, onlara ayrı bir yer yapmazsanız denizden nasıl yararlanacak?

Tuksal’ın yazısını okuduktan sonra kesinlikle “kadınlar plajı” fikrini destekliyorum.

“Yazılarla hiçbir şey değişmiyor”
diyen genç dostum için bu iyi bir örnek, değişiyor işte, benim gibi birçok insanın “kadın plajları” konusundaki düşünceleri ve duyguları bir yazıyla değişti.

Özaltınlı’nın sonuç alıcı, “akılcı ve gerçekçi” yazılar yazma önerisine gelince, gerçekçi olmak, şartları değerlendirip ona göre davranmak, sonuç almaya uğraşmak “politikacıların” işidir, yazarların işi hiçbir hesap yapmadan, sonuç almaya da çalışmadan, politik açıdan akılcı ve gerçekçi olmaya çabalamadan düşündüğünü dümdüz söylemektir.

Bunun için yazarlar ve politikacılar diye iki ayrı insan türü var.

Yazarlar da politikacılar gibi “hesaplı”, “gerçekçi”, şartları gözönünde tutan yazılar yazarlarsa, bütün politik şartlardan azade “gerçekleri”, “demokratik doğruları” kim söyleyecek?

Bir yazarın işi, bildiği doğruyu hiç eğip bükmeden söylemektir, “düşüncemi söylersem ne sonuç çıkar” diye hesaplamaya başladığında yazarlıktan politikacılığa doğru da kaymış olursun ve yazarlık işlevini yitirirsin.

Toplumun siyasetçilere ihtiyacı olduğu kadar, düşündüklerini, eleştirilerini hiç hesapsız söyleyecek insanlara da ihtiyacı var.

Genç dostumun sandığının aksine yazı hayatı değiştirir, Özaltınlı’nın sandığının aksine de yazı hayatı bütünüyle ve derhal değiştirme görevini üstlenmez.

Ben yıllardan beri yazı yazıyorum, Türkiye ise bir buzul yığını gibi çok yavaş kıpırdıyor ama bu beni ümitsizliğe sevk etmiyor.

Çünkü ben yazılarımı “tek bir kişi” için yazıyorum, bu ülkedeki milyonlarca insan içinde, yüzünü görmediğim, sesini duymadığım tek bir kişiye bile derdimi, düşüncemi, inancımı, kendimce doğru olanı anlatabilirsem, işimi yapmış olacağıma inanıyorum.

Benim doğru bildiğim gerçekten doğruysa ve tek bir kişiye bile bu doğruyu anlatabilirsem, bu, hayatı değiştirir, ondan ötesi de zaten benim işim değildir.

Onun için de bildiğim her şeyi dümdüz söylerim.

O tek kişiye ulaşmaya çalışmakla geçer ömrüm.

Bu, benim için bu meslekteki en kutsal ve en “rasyonel” amaçtır.

O tek kişiye ulaşabilirsem bir gün, ben işimi yapmış olarak ölürüm.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.