23 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin0°C

BİR ‘ÜSLÛP’ SORUNU

Murat Belge

23 Ağustos 2011 Salı 11:52

Türkiye’nin Kürt sorunu olsun, dünyadaki Kürt sorunu olsun, çözümü için büyük zorluklar göğüslemek ve çetin dönemeçlerden geçmek gerektiğini ta ne zamandır söylüyoruz. O “ta ne zamandan” beri de çözüme yarayacak hiçbir şey yapılmayıp sorunu derinleştirecek hiçbir şey de ihmal edilmediği için, güçlükleri büyüte büyüte bugünlere geldik.

Yani, çözüme yaklaşır gibi olduğumuzu hissettiğimiz anda birdenbire her şey tepetaklak olunca, bundan bu kadar etkilenmemiz gerekmezdi, biraz daha hazırlıklı olmalıydık, demek istiyorum.

Seçim “sath-ı maili”ne girdiğimizde öncelikle Başbakan’ın gerdiği ortam seçimin ardından iyice kana bulandı. Böyle oldu, ama şiddet ibresinin böyle birdenbire ve hızla yukarı fırlamasının nedeni, başlıca nedeni, “barışçı çözüm” dediğimiz o aşamaya sahiden yaklaşmamızdır. Bugünün nesnel gerçekliği de aslında budur, bu yaklaşmadır. Ama bir de dönüp “öznel” koşullara bakın!.. Allah vermesin! Tabii tarih, bu öznel ve nesnel koşulların birdenbire dolanarak oluşturduğu bir şey. Bunların biri üzerine basılan zemini –bir halı gibi– barışçıl çözümün uzağına doğru çekmeye çabalıyorsa, buna iyi kötü gücü de elveriyorsa, eh, çeker. Hele “bunların biri” değil, ikisi de aynı şeyi yapıyorsa, o zaman daha kolay olur çekmesi. Şu anda olanda bu sonuncu durum. Bu öznel “azim”, hiç değilse bir süre, öyle “nesnel gerçeklik” falan dinlemeyebilir.

“Öznel irade”nin –tabii bu büyük kavga içinde yer alan bir yığınla öge arasından bazılarının iradesini kastediyorum– ne istediği, ne yaptığından belli. Örneğin “TAK” diye bir şey öne çıkıyor. Yarın “ŞAK” olur, başka şey olur, o irade var ve bir kısım insan üstünde etkili (bütün olanlardan sonra başka ne olabilirdi?). Ama, Kürt halkı arasında, benim “nesnel gerçeklik” dediğim biçimlenmenin sonuçları da kendilerini gösteriyor. Dün, Diyarbakır’da çeşitli örgütlerin açıklamaları ve Meclis’in çalışmaya başlaması daveti bunlardan biriydi (bu çağrının yanısıra BDP’yi Meclis’e davet etmek de düşünülebilirdi ama... işte, politika). Bugün tülbent bırakan barış anneleri haberi. Bunlar, kabuğun üstüne çıkıp medyada yer bulan tezahürler. Kabuğun altında kimbilir daha neler oluyor. Kürt halkından gelen bu gibi tepkiler “TAK”ları falan ikna etmez, ikna etmez ama biraz daha düşünceli davranmaya zorlayabilir, çünkü onlar herkesten fazla, arkalarında kütle desteği görme ihtiyacında.

Bu duruma bakıp, Kürtler’i “bizimkiler” ve “ ötekiler” diye (zihinde ve fiili gerçeklikte) ikiye ayırmak ve birbirlerine girmelerini beklemek kadar sakim bir politika olamaz. Bu, şimdi “hayırlı” sayılacak bir sonuç uğruna, geleceğe mayın döşemek anlamına gelir. Ve aslında, bir “Kürt İsyanı”nı bastırmak için Kürtler’den “korucu” yazmaktan fazla bir farkı yoktur. Bunlar, mücadelenin farlı aşamaları karşısında, aynı zihniyetin ürettiği “çare”ler.

Kürt halkının “barışçı” (ama aynı zamanda kesinlikle “onurlu”) bir çözüm için sesini daha sık ve daha gür yükseltmesi bu “mutlu son” için en güvenilir yöntemdir. Bunu desteklemek gerekir.

Medyada okuduğuma göre Başbakan, BDP’ye “ çağrı” yapmış. “Ya Meclis’e gelirsiniz, ya da kendiniz bilirsiniz” demiş! İşte bu üslûbu seçmek yapılacak en yanlış iş. Söylenen sözü alalım, soyutlayalım, parçalarına ayıralım. Yanlış bir şey –bence– yok! Elbette Meclis’e gelmeli, “siyaset”in önünü açmalı. Bunlar olmayınca elbette BDP’nin de pişman olacağı sonuçlar çıkar. Ama bunu bu üslûpla söylediğinde her şeyi berbat edersin. Zaten her şeyin bu “üslûp”tan başladığını hâlâ anlamıyorlar mı? Yoksa “barışçı çözüm”den de fazla, bu tepeden bakan, azarlayan, tehdit eden üslûba mı ihtiyaçları var? Kendilerinin ihtiyaçları bu olabilir, ama Türkiye’nin buna ihtiyacı olduğu kanısında değilim.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.