23 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin3°C

BİR RESİM VE PUSU

Ahmet Altan-

05 Mayıs 2011 Perşembe 14:01

Bir resim ve pusu

Diyarbakır...

Nar ağaçlarının, dar sokakların, fıskiyeli avluların, her mevsim için başka başka penceresi olan konakların, hanların, kervansarayların, kiliselerin, surların, köprülerin, camilerin şehri.

Dicle’nin oğlu, medeniyetlerin anası, Mezopotamya’nın muhafızı.

Yoksul bebeklerin, öfkeli gençlerin, kederli kadınların, güngörmüş ihtiyarların, acının, işkencenin, taziye evlerinin, cenaze alaylarının, Kürtçenin şehri.

Şehir-i kadim.

Dün bu şehir sustu.

Bütün dükkânları kapandı, bütün kepenkleri indirildi.

Diyarbakır dört PKK’lı gerillanın cenazesini kaldırdı.

Askerî birliklerin hiç gerek yokken yaptıkları bir operasyonla öldürülen çocukların cenazeleri, aynı kanlı yoldan sonsuzluğa uğurlanmış binlerce ölünün yanına gitti.

O cenaze töreninin resmini koyduk birinci sayfaya.

O resme iyi bakın, size çok şeyler anlatacak.

O çocukları PKK’lılar yolcu etmiyor, siyasetçiler yolcu etmiyor, milisler, militanlar yolcu etmiyor, o çocukları Diyarbakırlılar yolcu ediyor.

Üstüne PKK bayrakları örtülmüş tabutların başında saf tutan aksakallı ihtiyarlar yolcu

ediyor.

O ihtiyarlara bakın.

Onların o aksakallarına bakın.

Hiçbir şey, hiçbir örgüt, hiçbir çatışma, hiçbir savaş, hiçbir gösteri, hiçbir isyan Diyarbakır’ın, yüzlerce yıldır azap çeken Kürtlerin, artık Ankara’dan koptuklarını o ihtiyarlardan daha iyi anlatamaz.

Hiçbir isyan, o ihtiyarların o cenazelerin başında saf tutuşundan daha isyan dolu olamaz.

Çektirilen bunca acı, tutulmayan bunca vaat Diyarbakır’a yetmiş.

Şehir susmuş.

Kepenklerini kapatmış.

Kendine bir başka gelecek yaratmak için kendi tarihinin içine çekilmiş.

Gençleri ihtiyarlara gömdürten bir ülkeyiz.

Eğer bir ülke gençlerini ihtiyarlarına gömdürtüyorsa, o ülke kolayından iflah olmaz.

Düşmanlık, kin, nefret, intikam isteği acı bir su gibi yayılır insanların içine.

Ve, cenazelerin başına aksakallı ihtiyarlar toplanır.

Biz dört çocuğunu yolcu eden Diyarbakır’ın kopup gidişini izlerken, Kastamonu’da da bir polis memuru pusuya düşürülen bir konvoyda öldürüldü.

Önce el bombası atmışlar sonra taramışlar.

O genç polisi de aksakallı başka ihtiyarlar uğurlayacak.

Diyarbakır’daki acıyı ve nefreti Kastamonu’da da göreceğiz.

Yedi gerillayı Dersim Dağları’nda vurdular, bir genç polisi Ilgaz Dağları’nda.

Gençler ölüp gidiyor.

Sessiz ihtiyarlar, kederli kadınlar kalıyor geriye.

Daha ne kadar gençleri ihtiyarlara gömdürteceğiz?

Daha ne kadar ağıt söylenecek, daha ne kadar zılgıt çekilecek?

Diyarbakır’ı, Dicle’yi, Ilgaz’ı, dağları, ormanları, ihtiyarlığı biliyorum.

Benim de aksakallarım var, ben de her cenazede saf tutuyorum.

Tabutların üstündeki bayraklara bakmıyorum, hiçbir bayrak, onun altında genç bir ölünün yattığını unutturmuyor bana.

Gün gün azalan bu ömrüm, çocukların ölmemesi için yalvararak, her ölümle biraz daha solarak geçiyor.

Çocukların ölümünden bir fayda çıkmayacağını, bu karşılıklı ölümlerin bir derde deva olmayacağını, tek çarenin gençleri yaşatmak olduğunu biliyorum.

Bilmek bir işe yaramıyor.

Cenazeleri görüyorum yalnızca, susan şehirleri, saf tutan ihtiyarları, ağlayan kadınları görüyorum, patlayan silahları, intikam yeminlerini, öfkeli nutukları duyuyorum.

Bu savaş bitecek, bu savaş bitecek ama bitene kadar daha kaç genci gömeceğiz?

Daha kaç genç sakallarına ak düşmeden toprağa düşecek?

Diyarbakır’ın nar ağaçları çiçeklenmiştir, o çiçekler meyveye dönmeden daha kaç çocuk can verecek?

Diyarbakır’ı bilirim, Ilgaz’ı bilirim.

Ölüm çıkar yol değil.

Bunu bilirim.

Bunu bilmenin bir işe yaramadığını da bilirim.

Bunları bilen, her cenazede saf tutan aksakallı, çaresiz bir ihtiyarım.

Gençler ölür.

Ben yaşadığımdan utanarak yaşarım.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.