25 Kasım 2024
  • İstanbul3°C
  • Diyarbakır5°C
  • Ankara-2°C
  • İzmir5°C
  • Berlin11°C

BİR HAZİN İKTİDAR HİKÂYESİ

Nuray Mert

30 Mart 2015 Pazartesi 12:44

Türkiye’de artık ‘iktidar’ veya iktidar partisinden söz etmek imkânsız, şimdi söz konusu olan; ‘otoriter bir devlete dönüşen bir iktidar partisi’ veya başka bir deyişle bir otoriter rejimin kısaltılmış ismi olan ‘parti-devlet’. Daha doğrusu, böylesi bir düzeni kurmak için çıkılan bir ‘amok koşusu’.

Aslında halihazırdaki düzenin tam bir tarifini yapmak zor, her şeyden önce icraat makamı neresi belli değil; ortada icraatçılıkta ısrarlı bir seçilmiş bir Cumhurbaşkanı, diğer yanda ise daha henüz anayasa değişmediği için icraatın başı sayılan bir başbakan ve hükümet var. Dahası, Cumhurbaşkanı, iktidardaki partinin eski değil, değişmez lideri, dahası iktidar partisi; Cumhurbaşkanı için de, Başbakan için de, milletvekilleri için de, seçmeninin nazarında da sıradan bir siyasal parti değil, bir ‘dava’nın taşıyıcısı. Yani hiçbir şey, hiçbir kitaba uymuyor, her şey ‘keyfiyete’ tabi, yani her otoriter rejimin alameti farikası olan durum. Gece yarısından sonra Meclis’ten geçen, Cumhurbaşkanı’na örtülü ödenek tahsis edilmesi ve güvenlik paketi işte böyle bir resmin son rötuşları.

Diğer taraftan, unutmayalım ki, sadece otoriter düzenler şu veya bu iktidarın, siyasi görüşün, onun mensuplarının ‘güç’lerinin muazzam bir şekilde artmasının sonucu değildir. Hatta tam tersine, otoriter düzenler, öncelikle muazzam zaaflar üzerinde yükselir; bir yanda iktidarı elinde bulunduranların yönetme zaafı, diğer yanda karşısındakilerin seslerini yükseltme zaafı.

Siyasette maharet

O nedenle, otoriter düzenler, güç alameti değil, daha ziyade ‘güç gösterisi’ şeklinde tezahür eder. Siyasette maharet, baskı ve sindirme ile yönetmek değildir, bunlara gerek duymadan yönetebilmektir. AK Parti’nin sorunu aslında bu ülkeyi yönetmekte zaafa düşmek oldu. Toplumsal destek ile elde ettikleri siyasi güç ile, demokratik çerçevede yönetmeyi başaramadılar, o nedenle daha fazla baskı, o nedenle daha fazla kontrol, daha fazla kural tanımazlık, daha fazla gizlilik gereği duyuyorlar. Türkiye’yi yönetmek için, bu ülkenin karmaşıklığına cevap vermek lazımdı, yapamadılar. Belki yapmak istediler, beceremediler, bilemiyorum. Düne kadar sapkın saydıkları Alevileri hakkıyla anlamayı beceremedikleri için ‘çalıştay’lar çalışmadı. Laikliği sadece Batı’nın dayatması sandıkları için, toplumun önemli bir kesimini yabancılaştırdılar. Muhafazakârlığı, tek tip dindarlık şeklinde okudukları için, muhafazakâr demokratlıktan otoriter İslamcılığa savruldular. Gücü, ne yolla olursa olsun ‘kontrol altına almak’ olarak algıladıkları için, çıkarcılık üzerinden kucaklarına düşenleri ‘doğru yolu bulmuş’, diğerlerini hain, düşman sandılar. Evet, gerçekten sandılar, çünkü dünyaları çok küçük, ve o küçük dünyadan Türkiye’yi yönetmek çok zor. Zora düştükçe otoriterleştiler, onların hazin hikâyesi bu. Yoksa ellerindeki onca güce rağmen bu denli öfkeli olmalarını izah etmek mümkün olmazdı; unutmayalım, öfke güç değil, zaaf belirtisidir.

Tek adamın psikolojisi

Kürtler ile giriştikleri serüvenin sonu ise, umarım diğerlerine benzemez, çünkü öylesi tam bir felaket olur. Diğer taraftan, iktidarın karşısında duranların da tek mazereti, güç yoğunlaşmasını başarmış bir iktidarın baskı ve sindirmesi olmamalı. Bu arada, unutmayalım, otoriter düzenler, nihayetinde ‘kolektif suç’tur. Tek adamın psikolojisi ile, çevresinde onu pohpohlayan bir avuç insanla, hatta onların ideolojisi ile izah edilemez. AK Parti’nin yönetemediğini iddia ettiğimiz Türkiye, onlardan önce iyi yönetiliyor değildi, önce bunu görmek, kabul etmek gerek. Görmemekte ısrar edenlerin bu iktidara karşı söyleyecek fazla sözü olamaz, olamadı. Diğer taraftan, bükemediği eli öpmeye girişenler ortalığı kapladı, iktidarın egosunu şişirdikçe şişirdi. Demokrasi ve özgürlükler adına kabul etmedikleri şeyleri yeni iktidara yaranmak için bir gecede tersine çeviren teorisyen mi ararsınız, hacı dedesini, başörtülü ninesini referans mektubuna çeviren mi... Umre yolları düne kadar küfrettiği dindarlara şirin görünmek isteyenler ile doldu, taştı. Daha neler neler, sadece şöyle bir hatırlatayım istedim, uzatmayayım.

Demem o ki, demokrasi yöneten için de yönetilen için de, iktidardaki için de muhalefetteki için de zor zenaattir. O zorluklara katlanamayanlar, ülkeyi yönetemez, kolayı diktatörleşmektir, sonu felakettir. O zorluklara katlanamayanlar, iktidarların kapıkulu yazılır, sonu soytarılıktır. O zorluklara katlanamayanlar, çıkış yolu bulamaz, sızlanıp durur, sonu sefalettir. Umarım, böylesi bir ‘hazin son’a doğru yolculuğumuzda, bir noktada hiç olmazsa hız keseriz, toparlanmak, yeni bir yolculuğa başlamak için soluk alacak fırsat buluruz. O halde, bize düşen; ‘gerçekçi olmak, imkânsızı istemek’. (Cumhuriyet)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.