'BİR DİKTATÖR VARSA O DA SEÇİM BARAJIDIR'
Pınar Öğünç
21 Haziran 2013 Cuma 08:36
Halk, parklardan ses veriyor günlerdir. 'Barış süreci' olmasa tüm bunlar yaşanabilir miydi? Sürece dair her tehdit, biraz da bu ruhadır.
Bu cümleyi 50’den fazla parka yayılan halk buluşmalarının ilkinde, İstanbul, Abbasağa’da duydum. En fazla 30’larında bir erkekti söyleyen; sık duyduğu diktatör lafına katılmadığını, kişilerin geçici, meselenin seçim barajı olduğunu anlatıyordu. İnanılmaz ama o gece Beşiktaş’ta kendiliğinden neredeyse bin kişi buluşmuş, kitle kendi dinleme ve itiraz yöntemlerini hızlıca hayata geçirmişti. Geç vakit çevre evlerden kısır yollandı, sonra izmaritlere kadar elle temizlendi.
Ertesi gün Kadıköy’e, Yoğurtçu Parkı’ndaki foruma gittim; birçok parktan da haberler aldım, notlar okudum. Gezi Parkı ve derken ülkenin birçok parkına, meydanına yayılan o yeni ruhu, yan yana durmanın dönüştürücü potansiyelini başından beri hissediyor, yanılmaktan ve abartmaktan korkarak sakince ama gözümde kıymetini eksiltmeden takip ediyordum.
Arasını biliyorsunuz. Günlerdir süren park buluşmaları, toplayınca on binlerden bahsetmemize rağmen sınırlı sayabileceğimiz bir kitle içinde, belli bir sınıfsallığın çerçevesinde gibi görünse de bir ay önce hayalini dahi kuramayacağımız bir ağacın altındayız. Duyduğum “Bu kadar güzel komşularım olduğunu bilmiyordum” cümlesi, işin daha duygusal bir kavşağı olabilir. Kaldı ki hiç de önemsiz değil. Siyaseten ayrılıkların yanında, meramını anlattıktan sonra “Bana hayatta spor ayakkabı giydiremezsiniz, kösele ayakkabımla buradayım” diyen gördüğümü de ekleyeyim.
Çoğu genç ama geniş yaş aralığında her gece binlerce insanın demokratik siyasetten, diğer yüzde elliyi de kapsayıcı dil arayışından, katılımcı yerel siyasetin yollarından konuşuyor olmasını küçümseyen varsa küçümsesin. “İlk kez kalabalığa konuşuyorum” diyerek megafondan, türlü biçimleriyle neoliberal belediyeciliğe karşı çıktığını söyleyenler, AVM’leri boykot edip yerel esnafı destekleme kampanyaları, mahalle takasları, semt komisyonları önerenler… Eller havada onaylayanlar… Tüm bunların verdiği bir imkân var. Özünde talebin adalet, eşitlik ve demokratik siyaset olduğu ortak paydasında daha geniş buluşulacağına, faşizmin, militarizmin ve her tür simgesinin de konuşulabileceğine dair bir imkân bu.
‘Zaten bu demokratik özerklik’
‘Terörle Mücadele Kanunu’nda, ifade özgürlüğünü engelleyen maddelerde, gösteri ve miting kanununda değişiklik, Basın Kanunu’nda bazı yasaklayıcı hükümlerin ortadan kaldırılması, Siyasi Partiler Kanunu’nda seçim barajına ilişkin değişiklik…’ Ben bunların üç-dört gündür parklarda öyle ya da böyle konuşulduğunu biliyorum. Ama bu saydıklarım aynı zamanda BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, hükümete ilettiklerini açıkladığı (Özgür Gündem) pakette de yer alıyor. Demirtaş’ın parklardan yükselen katılımcı demokrasi, daha güçlü yerel siyaset talepleri için “Zaten bu, demokratik özerklik” minvalinde bir açıklaması da var.
Şu an üzerinden altı ay geçmiş gibi hissetsem de mayıs sonunda Ankara’da yapılan Demokrasi ve Barış Konferansı, Kürtlerin Türkiye’deki tüm demokratik güçleri ve solu müzekere masasına davetiydi. Bir ay içinde bu kanala dair de somut bir imkân doğmuş sayabilir miyiz?
Bir soru daha soralım: Tüm bunlar ‘barış süreci’ olmasaydı yaşanabilir miydi? Şu günlerde KCK davası duruşmalarından ancak birer ikişer tahliye çıkıyor, PKK’nın çekildiği alanlara yeni kalekollar dikiliyor, Roboski acısı katmerlenerek yerinde, ‘keşif uçuşları’ sınır hattını kilometrelerce aşıyor, yasal düzlemde somut bir adım atılmıyor.
Bu savaşın bitmesi için büyük adımlar atıldı. Barış sürecinin her tür tıkanma ihtimali, her tür sabotaj, bir ay öncesine kıyasla artık halkın daha geniş bir kesiminin meselesidir. Öyle değil mi?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.