BİR DE TERSİ...
Ahmet Altan-
17 Nisan 2012 Salı 07:00
Chopin’in prelude’leri çalıyor, tek bir piyano, sakin ve hüzünlü melodiler.
Oda sessiz.
Piyano sesinden başka ses yok.
Schumann, bu parçalar yayınlandığında çok sert eleştirmiş, pek bir şeye benzemediğini söylemiş.
Liszt övmüş buna karşılık o her zamanki güvenli cömertliğiyle.
Hepsi öldü.
Hiç biri yok artık, tartışmaları unutuldu, hepsinden geriye yazdıkları melodiler kaldı.
O tek piyanoyu dinliyorum.
Çevik Bir’i tutukladılar.
Mehmet Ağar’ın mahkûmiyet kararı Yargıtay’da onandı.
Hapishaneler darbe sanığı generallerle dolu.
O generallerin, darbe başarılı olduğunda “öldürecekleri, hapse atacakları” insanların listeleri yayınlandı.
Öldürmek istedikleri insanlar bu ülkenin aydınları.
Hiçbirinin adı bir kötülüğe, yolsuzluğa, haksızlığa karışmamış, yazılar yazmışlar, kitaplar yazmışlar.
Hep aynı şeyi istemişler, barış olsun, eşitlik olsun, özgürlük olsun.
Biliyorum hiçbirimiz generallerin aydınlara düşman olmasını yadırgamıyoruz, hepimiz bunu doğal kabul ediyoruz.
Doğal mı bu peki bu kadar?
Ülkenin tarihine baktığında doğal, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana aydınları düşman görüyorlar, öldürüyorlar, hapsediyorlar.
Bu, bir gelenek belki.
Ama doğal değil.
Neredeyse bütün generallerin hatta sivil yöneticilerin, sadece demokrasi, barış, eşitlik, özgürlük isteyen insanlara böylesine ölümüne düşman kesilmeleri hiç doğal değil hem de.
Generallik, kurmaylık eğitimi görmüş insanların ulaştıkları yüksek bir mertebe.
Kurmaylık ise her şeyden önce zihinsel bir uğraş.
Cesaret, yiğitlik, kahramanlık siperlerde gerekse de bir generalin temel özelliği zekâsı, analiz yeteneği, çeşitli verilerden doğru sonuçları çıkartabilmesi, kendi zayıflıkları ve gücüyle karşısındakinin zayıflıklarını ve gücünü gerçekçi biçimde tartabilmesi, bütün bunlara göre stratejiler hazırlayabilmesi.
General Kutuzov cesaretiyle tanınan ve çok sevilen bir askerdi.
Borodino’da Napolyon ordularıyla, o güne kadar görülmüş en büyük savaşı yaptı, Fransızlar ordularının üçte birini, Ruslar ise neredeyse yarısını kaybetti.
Kutuzov bütün eleştirilere rağmen ordularını geri çekti, Moskova’yı Napolyon’a bıraktı.
Rusya’nın soğuğunu ve sert tabiatını bir “silah” gibi kullandı.
Napolyon’un ordularını önce soğuk ve kıtlık vurdu.
Maloyaroslavets’de Napolyon’u karşıladı ve savaş tarihinin bu büyük kumandanını çekilmeye zorladı.
Fransız ordusu zor bela Polonya topraklarına çekildiğinde yaklaşık 600 bin asker kaybetmişti.
Kutuzov, Napolyon’u “kahramanlığından” çok sabrı, şartları iyi değerlendirmesi, savaş alanını seçme avantajını elinde tutabilmesi sonucunda yendi.
Zaferi, zekâsına dayanıyordu.
Alman General Rommel, tank savaşının büyük ustasıydı.
Askerî okullarda onun yazdığı kitaplar okutulurdu.
İngiliz Montgomery’yle Kuzey Afrika’da karşılaştılar.
Birbirlerinin askerî değerine saygı gösteriyorlardı.
Montgomery çatışmaya girişmeden önce Rommel’in yazdıklarını bir daha okudu, onun stratejisini onun yazdığı kitaptaki ipuçlarıyla çözdü.
Ve, diğer İngiliz kumandanların “imkânsız” dediğini başararak çok güçlü Alman ordusunu yendi.
Bir general için savaş öncelikle bir zekâ işidir.
Patton gibi “savaş âşığı” generaller de vardır ama generaller genellikle savaşı bir mecburiyet, “kendi insanlarını ve topraklarını” korumak için bir zorunluluk olarak görürler.
“Savaş çıkartmak” için uğraşmazlar.
Savaş çıkarsa savaşırlar.
Patton’ın komutanı Eisenhower’ın, Normandiya çıkartmasından önce “ölecek askerler” için karısına yazdığı acı dolu mektuplar olduğu söylenir.
Generaller, kendi ülkelerinin aydınlarına “düşman” olmazlar.
Sartre, Cezayir Savaşı’na şiddetle karşı çıkmış bir aydın olduğu halde General de Gaulle onun için “Sartre, Fransa’dır” demişti.
Ünlü şair Mayakovski’yi askere göndermek istediklerinde, Lenin, “postallarımıza altın kabaralar çakacak kadar zengin değiliz” diye karşı çıkmıştı.
Niye bizim ülkenin generalleri aydınlara düşman?
Neden bu düşmanlık bize bu kadar doğal geliyor?
Bir de tersini düşünün.
Generaller aydınlarla dost olabilselerdi.
Farklı amaçları, düşünceleri, inançları olsa da “aynı zekâ düzeyinde”, yaratıcılıkta buluşabilselerdi, bugün hapishaneler generallerle dolu olur muydu?
O yaşlı başlı insanlar şimdi parmaklıkların ardında günlerini geçirirler miydi?
Aydınlarla dostluk yapabilecek bir general darbe düşünmezdi, hapse atılacak, öldürülecek insan listeleri hazırlamazdı.
Savaş ve karmaşa çıkarmaya uğraşmazdı.
Mahkemelerde yargılanmazlar, saygı görürlerdi.
Dilden dile hikâyeleri anlatılırdı.
Askerlerini, aydınlarıyla dostluk kuracak düzeyde yetiştiremeyen toplumların başı dertten hiç kurtulmuyor, hiç kurtulmayacak.
Çünkü onlar askerliğin içinden zekâyı, yaratıcılığı, düşünce gücünü çıkartıp atıyorlar, geriye sadece barbarlık ve ölüm kalıyor.
Chopin’in prelude’leri çalıyor.
Hüzünlü melodiler.
Beni de hüzünlendiriyorlar.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.