23 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara13°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

BİLEK GÜREŞİ

Etyen Mahçupyan

18 Eylül 2013 Çarşamba 08:44

Kürt kalkışmasının bir siyasi taraf ve muhatap haline gelmesi kader değildi, ama otuz yıllık devlet stratejisi uyguladığı zulüm ve sistematik insanlık dışı uygulamalarla PKK'yı tüm Kürtlerin ‘de facto' meşru aktörü haline getirdi. 

O noktadan sonra silahı hayata ve siyasete tutunma biçimi olarak gören örgütle, varoluşunu silah üzerinden siyaseti belirlemeye adamış olan asker arasında bir bilek güreşinin oluşması doğaldı. Bu denge AKP'nin iktidar olmasıyla bozuldu ama bu bozulmanın hazmedilmesi öyle kolay olmadı. Hem asker hem de örgüt, AKP'nin gerçek anlamda iktidar olmasını uzun süre kabullenmedi ve stratejisini ‘bu günlerin geçeceği' varsayımı üzerine oturttu. Nitekim 2002 sonrasının ilk beş yılı muhtemelen ülke tarihinin en yoğun darbe arayışının sergilendiği süreydi ve 2008 yılında hâlâ partinin kapatılması söz konusuydu. PKK ise AKP'nin ‘gidici' olduğundan emin gözüküyor, en azından askerin kontrolü elde tutmaya devam edeceği varsayımını sürdürüyordu. Kendisine rakip olarak askeri görmek, örgütün ideolojik beklentisine de daha uygundu. Çünkü asker ‘devlet' demekti ve onunla bilek güreşi yaparak bir uzlaşma noktası yaratmak iki amaca birden hizmet edecekti: Bir yandan devleti dize getirmiş olmanın psikolojik üstünlüğü yaşanacak, diğer yandan da anlaşmayı devletle yapmanın sonucu olarak daha kalıcı bir çözüm üretilebilecekti. Buna askerin PKK'nın silah bırakmasını istememesini de ekleyebiliriz. Çünkü ordu da karşısında silahlı bir güç olduğu sürece onunla savaşmak ‘zorunda' kalıyor ve böylece siyaset üzerinde meşru bir vesayet oluşturabiliyordu. Kısacası her ne kadar iki tarafta da binlerce insan ölse ve büyük acılar yaşansa da, asker de örgüt de gerçekte ‘siyaseten' birbirinden memnundu. 

Ne var ki işler beklendiği şekilde gelişmedi. AKP seçim kazanmaya ve bu seçimleri siyasete tahvil etmeye devam etti. Kırılma noktası ise 2010 referandumuydu. Bu dönemeç hükümetin ‘iktidar' haline geldiğinin tescili oldu ve asker gerilemek, Kürt siyaseti ise strateji değiştirmek durumunda kaldı. Referandum Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından tarihsel bir eşikti. O referandumda ‘hayır' diyenler, İslami kimliğin çeşitli tezahürlerini kamusal alanda gördükçe psikolojisi bozulan insanları da içerebilir. Ama siyaseten Kemalist rejimin devamından yana oldular ve açıkça demokratik bir Türkiye istemediklerini söylediler. Boykot eden Kürtler ise Kürtlüklerini Türkiyelilikten daha önde tuttuklarını beyan etmiş oldular. Böylece ülkenin tarihsel ayak bağlarından kurtularak bir genel demokratikleşme sürecine girmesinden ziyade, kendi taleplerinin karşılanmasına yönelik pazarlık gücüne önem verdiklerini deklare etmiş oldular. Kürt siyasetinin bu tutumunu anlayışla karşılamak mümkün… Bunca yıl yaşananları ve devlete olan kadim güvensizliği dikkate alırsak, önemli olanın kendini ayrıştırarak kimliğine sahip çıkmak, böylece kendine has taleplerin ardındaki gücü korumak olması şaşırtıcı değil. Ayrıca Kürt siyasetinin önemli bir bölümünün boykot oyu verirken, referandumun kabul edilmesini de çok arzu ettiklerini varsaymak pek yanlış olmaz.

Ancak yine de referandum Kürt siyasetini ikircikli bir duruma soktu: Eğer bundan böyle muhatap AKP hükümeti olacak ve bilek güreşi onunla yapılacaksa, toplumsal psikolojiyi de hesaba kattığınızda, silahlı bir mücadelenin herhangi bir meşruiyeti kalmıyordu. Ancak hükümeti tahrik ederek onu yeniden silahlı bir döneme zorlayabilirdiniz ve aslında örgüt bunu da denedi. 2012 bu stratejinin göreceli olarak hayata geçirildiği ve netice vermediği bir yıl oldu. Dolayısıyla örgütün silahsız bir döneme geçmesi, yani taleplerini ve hayallerini demokratik bir ortamda gerçekleştirme arayışına girmesi gerekiyordu. Bu ise Türkiyeliliğin içselleştirilmesi ve bu yeni imajın kamuoyuna sunulması demekti. Öte yandan Türkiyelileşme ister istemez kendi kimliksel siyasetinizin bir miktar ‘sulandırılmasını' ifade eder. Sorun, bu ‘sulanmanın' sadece söylem düzeyinde kalmayacak olmasıdır… Çünkü eğer silahlar tümüyle, bir daha ele alınmamak üzere bırakılacaksa, Kürt siyasetinin önümüzdeki orta dönemde kim tarafından taşınacağı sorusu ilk kez gündeme gelecek demektir. Demokratik siyaset, muhtemelen bir yalpalanma ve geçiş döneminin ardından, kaçınılmaz olarak o sürece uygun yeni aktörler, tavırlar ve dil yaratır. Bu ise Kürt siyaseti içerisinde açığa çıkmayan bir ‘muhataplık' meselesinin yaşandığını ima eder. 

Silahsız dönem ‘bilek güreşini' yeniden tanımlarken, örgütü de sancılı bir değişime zorluyor. Bugün yaşanmakta olan gelgitlerin nedeni ‘biraz' da bu.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.