26 Aralık 2024
  • İstanbul10°C
  • Diyarbakır8°C
  • Ankara6°C
  • İzmir13°C
  • Berlin7°C

BİLANÇO (2)

Gülay Göktürk

13 Haziran 2015 Cumartesi 07:37

AK Parti’yi terk eden oylar elbette ki Kürtlerden ibaret değil. Ayrıca MHP’ye ya da HDP’ye kayan Kürt seçmenlerin oy davranışını belirleyen tek etkenin Kürt meselesi olduğunu da söyleyemeyiz.

Gerilemenin ardında yatan diğer etkenleri şöyle özetleyebiliriz:

Başkanlık Sistemi:

Bu seçimlerde AK Parti’nin en önemli hatası seçimi Başkanlık Sistemi referanduma dönüştürme çabası oldu.

Bu stratejinin yanlışlığı açıktı. Başkanlık Sistemi’nin AK Parti tabanının bir bölümünde bile kuşkuyla karşılandığı öteden beri biliniyordu. İktidar, “tartışalım” dedi ama üzerinde tartışma yapılabilecek için bir model ortaya koymaktan özellikle sakındı. Ayrıca, böyle bir sistem değişikliğine neden ihtiyaç olduğunu da ne topluma ne de kendi tabanına hiçbir şekilde anlatamadı.

Ama zaten asıl mesele Başkanlık Sistemi’nin ne olduğu ve ne olmadığı değil, nasıl algılandığı idi ve siyaset bu algıyı dikkate almak zorundaydı.

Halkın ciddi bir bölümünün “yürütmenin ölçüsüz güçlenmesi” endişesi içinde olduğu bir dönemde başkanlık sistemi hedefi koymak, yangına körükle gitmekten başka bir şey değildi.

Kendileri başkanlık sistemine karşı olmayan AK Partililer bile, muhalif toplumsal kesimin korkularının körüklenmesini tehlikeli buldular ve AK Parti’nin 330’u bulmaması saikiyle oy kullandılar.

Yüce Divan:

AK Parti’ye oy veren kitle, 17 Aralık’ta yolsuzluk olmadığını düşündüğü için değil, acil ve yakın tehlikeyi başka yerde gördüğü için partisini desteklemeye devam etti; ama öte yandan, partinin bu hesabı soracağı ve özellikle 2015 seçimlerinden sonra temiz bir başlangıç yapacağı konusundaki umudunu korudu. AK Parti’nin, şaibe altındaki bakanlarını yargıdan kaçırma yoluna gitmesi, ciddi bir hayal kırıklığı yarattı.

Agresif dil ve kutuplaştırıcı söylem:

AK Parti’ye oy veren geniş kesimler ilk yıllarda Erdoğan’ın üstten konuşmasını – daha doğrusu haklı olduğunu düşündüğü konularda asla alttan almamasını – çok sevdiler. Yıllar yılı içinde bulundukları toplumda “laikçi” kesim karşısında hep alttan almak zorunda kalmış, hep kendisinin rejim için tehlike olmadığını ispatlamaya çalışmış bu insanlar için, nihayet bir gün kendilerinden birinin çıkıp o ezik savunma üslubunu terk etmesinin ve üstten konuşmasının nasıl ferahlatıcı bir etki yaptığını tahmin etmek zor değil.

Ama bu hoşnutluk bir yere kadar sürdü. Bir süre sonra aynı insanlar partilerinden artık düşmanlıkları körüklemesini değil yumuşatmasını, daha uzlaşmacı, daha kucaklayıcı bir dile geçmesini beklediler. Zira siyasetin tepesinde keskinleşen kutuplaşmanın sonuçları nihai olarak kendisine dönüyordu. Hiç ilelebet “savaş hali”nde yaşamayı istemez. Kimse komşusunun kendisine gittikçe daha düşmanca bakmasını; karşı cenahta diş bileyen yığınlar oluşmasını istemez, öyle değil mi...

Ne var ki AK Parti üslubunu değiştirmedi. Özellikle seçim döneminde tabanını konsolide etmek amacıyla ötekileştirici söylemlere bilinçli bir şekilde ağırlık verdi. Bu da AK Parti tabanında endişelere yol açan bir faktör oldu.

Meydanlara inmek:

Anketlerden düşüş sinyallerinin gelmeye başlamasıyla birlikte çare, en güçlü kozun yani Erdoğan’ın meydanlara çıkması olarak görüldü. Ama ne yazık ki başvurulan yol çare olmak bir yana, yıpratıcı bir unsura dönüştü. Partiler karşısında tarafsız kalması gereken Cumhurbaşkanı’nın seçim propagandasına aktif olarak katılması, AK Parti tabanının muarızlarına karşı savunabileceği bir pozisyon değildi. Ne seçilmiş cumhurbaşkanı olmak ne de terleyip koşacağını daha önceden deklare etmiş bulunmak anayasal sınırları bu kadar zorlamayı haklı gösterebildi. Diyebiliriz ki, ortaya çıkan tablo, herkese olduğu gibi, meşruiyet hassasiyeti güçlü olan AK Parti seçmenine de ağır geldi.

İç çekişme:

Tali bir etken olarak, son dönemde Cumhurbaşkanı ile AK Parti yönetimi arasında yaşanan bazı çekişmeleri de partinin seçmenleri nezdinde güven kaybetmesine yol açan bir faktör olarak sıralayabiliriz. Hakan Fidan’ın milletvekilliği konusunda yaşanan gerilim, Merkez Bankası’yla girişilen polemik, Gökçek’le Arınç arasında yaşanan çatışma gibi olaylar da bir grup seçmeni partisine “ayar verme” kararına itmiş olabilir.

***

Bütün bu yazdıklarımızdan sonra hemen belirtelim ki, yaşanan kayıplara rağmen, AK Parti 13 yıllık iktidar yorgunluğuna rağmen hâlâ bu ülkenin tek birleştirici partisi ve siyasetin omurgası niteliğini kaybetmemiştir ve yaşanan kayıp çok kolay geri alınabilecek bir kayıptır.

Yeter ki, açık ve samimi bir değerlendirme sürecine girilebilsin.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.