BİLANÇO
Ali Bayramoğlu
27 Temmuz 2016 Çarşamba 08:38
Gülencilerin orduda bu denli güçlü olabileceğini kimse aklına getiremezdi. Nitekim siyasi iktidar, MİT, Genelkurmay dahi getirememiş olmalı ki, devlet, bırakın devleti tüm bir sistem gafil avlandı.
Bir kaç yıl önce istihbarat başkanının katıldığım bir brifinginde, ardından dönemin İçişleri Bakanı'yla yaptığım bir görüşmede, cemaatin ordu içinde kadrolaştığı, ancak bunun kritik noktada olmadığı iddiası/iması dile getirilmişti. Tasfiyeler konusunda Genelkurmay'ın temkinli hareket ettiği, dönemin Genelkurmay Başkanı Özel'in şüpheden yola çıkarak sert tasfiyeye gitmek istemediği söyleniyordu. Bu muhtemelen Akar için de geçerliydi.
Aslında darbe bir anda gelmedi.
İlk ipuçları 2010-2011'de ortaya çıktı. Cemaatçi istihbaratçıların post-Ergenekon adını verdikleri operasyonlar çerçevesinde, bu yapıyı gören ve tehlikesine işaret eden Hanefi Avcı (Eylül 2010) Nedim Şener ve Ahmet Şık (Mart 2011) gibi isimler Ergenekoncu oldukları iddiasıyla tutuklandı. KCK operasyonlarıyla (Kasım 2011) bu yapının Kürt politikasını şekillendirme hamlesi başladı. Balyoz davası da aynı yıl açıldı. Bu davanın iki yüzü vardı. Bir tarafında seminer notlarının şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koyduğu gibi darbeci subaylar, diğer tarafında ise Gülencilerin türlü sahteciliklerle onların arasına kattıkları ve onlar üzerinden orduda tasfiyeyi hedefledikleri mağdur ve masum subaylar bulunuyordu. (Balyoz'daki sahtecilik konusunda şüphelerime rağmen ben de olanı geç farkedenler, vesayetin tasfiyesi boyutuna endekslenenler arasında yer aldım).
29 Eylül 2010'da bu köşede yayınladığım “Hanefi Avcı neden tutuklandı” başlıklı yazımda, Avcı'nın cemaatin emniyetteki yapılanmasına işaret eden bir kitap yazdıktan ve bunun için cemaatin takibinde olduğunu söyledikten sonra tutuklanmasının izaha muhtaç olduğu ve iddialarının üzerine gidilmesi gerektiğini söylemiştim. Zor dönemdi. Yazı, İslami ve liberal kesimde kaşların kalkmasına, cemaatin ise saldırı furyasına başlatmasına yol açmıştı.
Bu ilk aşamayı 2012 takip etti. 7 Şubat günü cemaatin yargı mensupları MİT müsteşarını tutuklamaya, Erdoğan'ı ve Kürt politikasını cezalandırmaya kalkıştı.
9-12 Şubat 2012 tarihi arası, birilerinin “fitneci”, diğerlerinin “MİT'çi”, bir başka grubun ise “yandaş” bağrışları arasında, yazılarımda, yaşananın “saray içi iktidar savaşı” olduğunu, röportajlarımda ise “İslami kesimin içindeki en büyük iktidar kavgası”nın başladığını belirtmiş, özetle şunları yazmıştım:
“İktidar kavgasının ayaklarından birisini oluşturan 'otonomlaşma eğilimi taşıyan' polis ve yargı merkezli son derece etkin bir gruptur, 'yeni bir iktidar merkezi'dir (…) Bu yapı Ergenekon, Balyoz, KCK gibi soruşturma ve kovuşturmalarla güçlenmekte ve sınırları aşan güç kullanma imkânlarına kavuşmaktadır (…) yayılma eğilimi göstermekte, buna karşı duranları ve karşı konumda olanları hedefe almaktadır (…) Bu kez ok siyasi iktidara dönmüştür. Türkiye'nin 'sivri bir uç'la karşı karşıya bulunduğu açıktır. Ve bu ucun törpülenmesi bugün Türkiye'nin asli meselelerinden birisi haline gelmiştir. Siyasi iktidara düşen iki acil ve büyük iş var. İlki bu otonom gücü tasfiye etmek, yargı–siyaset, emniyet-yargı ilişkilerini demokrasi ilkeleri üzerine oturtmaktır. Bu ise ancak “siyasete geri dönüş” ve 'demokratik bir siyaset'le mümkündür. Yoksa endişelenmemiz gereken çok neden bulunuyor…”
Tasfiye ve törpülenme işi ciddiye alınmadı. Başbakan belki de, tüm şüphelerine rağmen saldırının kendisinden çok MİT'i hedeflediğini düşünmeyi tercih etti.
Takiben saldırının dozu arttı ve 17-25 Aralık 2013 vurgunu geldi. Cemaatin adliye, emniyet ve medya unsurları tam seferberlik içinde, biriktirilmiş kimi yolsuzluk dosyaları üzerinden sivil bir darbeye kalkıştılar. 25 Aralık günü İstanbul Emniyeti'nde karşılıklı silah çekilme noktasına gelindi. Gayri meşru dinlemeler ve kayıtlar aylarca yayınlandı, yıpratma ve yıkma hamlesi aylarca sürdü. Hükümet bunu sert tedbirlerle, hukuk sınırlarını zorlayan önlemlerle savuşturduğunu sanarken, cemaat kendisine yönelik her hamleyi ülke içinde ve dışında Erdoğan'ın muhalefeti ekarte etmek için yaptığı fikrini yaydı. Dış dünyayı etkiledi, muhalefeti kuşattı.
2016 böyle geldi.
15 Temmuz 2016 gecesi açığa çıka tablo, sorunun herkesin sandığın çok daha derin ve tehlikeli olduğunu gösteriyor.
Geldiğimiz noktada Bekir Bozdağ'ın dediği gibi, “cemaate 2012'ye kadar gözünü kapayan hükümetten 2012'den sonra cemaati görmezden gelen muhalefete, görmeyen kurumlardan güzelleyenlere, tuzağa düşenlerden bu tuzaklar üzerinden başka pislikleri temizlemeye kalkanlara herkesin sorumluluğu var.
Şimdi görme, temizlik ve restorasyon zamanı…
Hep birlikte...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.