06 Ekim 2024
  • İstanbul21°C
  • Diyarbakır18°C
  • Ankara19°C
  • İzmir24°C
  • Berlin10°C

“BEDİÜZZAMAN’IN HANÇERİ” Mİ, BEDİÜZZAMAN’I HANÇERLEMEK Mİ? (5)

Abdullah Can

14 Mart 2022 Pazartesi 15:45

Bediüzzaman’ın Hançeri” kitabına dair yazmakta olduğum eleştiri serisine, bazı dostlardan -haklı olarak- ben de eleştiri alıyorum. Özetle dedikleri şu: “Koca kitapta, Nursî’ye dair hiç mi olumlu bir söz yoktur? Yazar bu kadar da mı haktan, insaftan uzak?

Değerli dostlar, ben bir haksızlığı, insafsızlığı eleştirirken elbette karşı bir haksızlık ve insafsızlığa düşmek istemem. Düşersem, farkım kalmaz. Buna rağmen, yazılarım bu izlenimi vermişse, kanaatimce iki sebebe dayanmaktadır; birincisi “bakış açısı”, ikincisi “bütünsellik”ten uzak “perakendeci” bir yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Bakış açısını, daha çok aidiyet ya da mensubiyet hissinin baskınlığıyla alakalıdır. Parekendecilik ise, o da maalesef toplumsal bir hastalığımızdır. Buna biraz da “Bektaşilik” denilebilir. Her ne ise, aslında her ikisi de birbirini besleyen kadim ve anormal yaklaşımlarımızdandır.

Aidiyet ve mensubiyet duygusunun pik yaptığı kimselere diyeceğim yok; çünkü bu tipler iflah olmaz bir bağnazlık içindedirler, sustursan bile ikna olmazlar. O nedenle kendi hallerine bırakmak daha evladır. Bu gibileri zamanın terbiyesine bırakmak lazımdır. Perakendecilere ise, en güzel ders, hatırlatmak ve dikkat çektirmektir. Ben de bu yazımda bunu yapacağım. Arkasından, sözkonusu kitabın yazarından bazı haklı ve insaflı pasajları aktaracağım. Böylece, hem iyi niyetli dostlara cevap vermiş olalım, hem de birilerinin iddia ettiği gibi, kimseleri “şeytanlaştırma” gibi bir heves ve sevda peşinde olmadığımız anlaşılsın.  

Evvela, ben (I) nolu yazımda, “Her ne kadar yazar, yer yer Cilasun’a muhalefetle Nursi’yi “takdir” ve “savunma” pozisyonlarına girmişse de “saldırı” ve “imha” manevraları karşısında, bunlar çok cılızdır. Zira kitaptaki ağırlıklı tema, Bediüzzaman’ı “çürütmek” yönündedir. Bu yolda, başvurduğu iki temel argümanı ise, Nursî’nin -güya- “Ermeni kaliamı”nda gösterdiği sessizlik, bir de “Kürd davası”na karşı lakaytlığı(!)dı” demiştim, bakılabilir.

(II) nolu yazımda, “Evet, ilk yazıda dediğim gibi, yazarın elbette çok “takdirkâr” ve “yerinde” ifadeleri de var, inkâr etmiyorum, teşekkür ediyorum; ne var ki bunları -adeta- silindir gibi ezip geçen ifadelerini de görmek lazımdır. İşte yaptığım iş, ona bu yanlışlarını göstermek, yanlışlardan dönmesine yardımcı olmaktır. Umarım, kitabının bundan sonraki baskılarında ciddi bir tashihe/revizyona gider, haksız ve hakikatsiz ithamlarından vazgeçer.” demişimdir; ona da bakılsın.

(III) nolu yazımda ise, “Bazen, en “değme” Nurcu’dan daha çok Nursî’yi savunur, hakkında olumlu ve doğru tespitlerde bulunur, bazen de “Cilasun” ve benzerlerinin çizgisinde seyreder durur. Yani, bir türlü orta yolu bulamamaktadır.” demişimdir, ona da bakılsın.

Ve (IV) nolu yazımda ise, “İtiraf etmeliyim ki yazarın çok değerli tespitleri de vardır ve kanaatimce bu tespitler, başta Emrah Cilasun gibi müfrit “Bediüzzaman düşmanları”na cevap sadedinde olduğu gibi, müfrit “Bediüzzaman sempatizanları” olan Nurcuların yaklaşımlarına da neşter düzeyindedir. Bu noktada ezber bozanlardan biridir, takdire şayandır. Ancak, hataları düzeltmeye çalışırken, farklı hatalara düşmesi, ayrıca bir tashih çabasını gerektirir ki naçizane yaptığım da budur.” demişimdir. Görülmelidir.

İşte, değerli dostlar, yazılarımda aktardığım bu ifadeler, benim yazara dair tümden bir art niyet ve inkâr bakış açısıyla yaklaşmadığımın delilidir. Böyleyken, perakendeci yaklaşım, bunları yok sayar, görmezlikten gelir, meşru savunmayı bile “saldırı” kabul eder, “mahkûmiyetimize” sebep gösterir.

Gelelim, yazarın Nursî’ye dair adil, insaflı ve olumlu tespitlerine:

Öncelikle şu tespiti yapmakta fayda görüyorum. Yazarın Nursî’ye dair müspet tespitleri, esasta Emrah Cilasun gibi bir ideolojik bağnaza cevap sadedindedir. Yani, diyebilirim ki, onun “Bediüzzaman Efsanesi” adlı kitabını didik didik okumuş, art niyet, önyargı ve düşmanlık kokan bütün ifadelerini tespit etmiş; cevap yetiştirmeye çalışmıştır. Bir çeşit, Malmisanıj’ın saldırganlığına mukabil Rohat’ın savunması gibi bir pozisyon. Elbette, Nurculuk adına ya da başka bir saikle Nursî’ye mal edilmeye çalışılan -sözde doğrulara- yanlışlara da neşter atmıştır. Zaten bu hususiyetinden dolayıdır ki, “ezber bozanlardandır” diye anmıştım. Ancak koca kitapta, bunlar kaç sayfa tutar, ayrı bir araştırma konusudur. Yine de “hakkını yememek” adına, aşağıya sayfa numaralarını vererek alıntılıyorum:

Not: Tekrar hatırlatıyorum; yazarın bu tespitleri, Cilasun’un Nursî’ye dair yalan ve iftira dolu iddialarına cevap sadedindedir. Bu noktada, -yer yer şüpheli yaklaşımına rağmen- takdire şayandır. 

Esasen Nursi’nin konağında kaldığı Vali olan Ömer paşanın Sason katliamında dahli yoktu. Zaten Sason katliamında burada görevli değildi. O dönemde görevli olan Haşan Tahsin Paşanın katliam meselesi nedeniyle azli sonrası buraya tayin edilmişti.” (Bediüzzaman’ın Hançeri, s. 127)

Enver Paşanın talebiyle milis teşkilatı kurulması gibi bir görevi üzerine aldığına dair söylentiler varsa da bu belgelendirilmiş değildir.” (Age., s. 238)

Nursi’nin Enver Paşa ile olan muhabbeti ve ilişkileri, halen de yeterince araştırılmış bir konu değildir, fakat yine de buna rağmen onun doğrudan Enver Paşaya bağlı olarak şahsi bir frekansta milis komutanlığı görevini kabul ettiği şüphelidir.” (Age., s. 241)

Nursi’nin bu cephedeki (Kafkas/Pasinler) katliamlara tanık olmaktan öteye giderek soykırım fiillerine bilfiil iştirak ettiğine dair somut bir veri bulunmamaktadır.” (Age., s. 245)

Nursi’nin Ermenilere değil de Ruslara teslim olmak istememesinin altında yatan sebep neydi? Onun mütehakkim bir Kürt kibri ile hareket ederek Ermenilere teslim olmasını gururuna yedirmediği iddiası yabana atılamaz. Fakat savaş ortamında belli merkezlerde sivil katliamlar gerçekleştiren Ermeni birliklere teslim olmayı can güvenliği bağlamında riskli görmesi de olasıydı. (Age., s. 257)

Nursi’nin soykırımın en ağır uygulandığı bir cephede (Kafkas/Pasinler) bulunarak savaştığı yeterince açıktır. Kendisinin Ermenilerin katledilmesi gerektiği noktasında fetva vermediği de açıktır. Bu sebeple Nursi’nin bulunduğu sahada soykırımın teorisinde bir dahli olduğuna dair bir alamet görünmemektedir.” (Age., s. 274)

Bu dönemde (1920’ler) başta Binbaşı Noel’in gölgesinde İngilizlere yakın siyaset güden Kürt elitlerini gördüğümüzde Nursi’nin ve onun İngiliz alerjisini düşündüğümüzde İngilizlere meyyal bir politikaya tabiiyeti düşünülemezdi.” (Age., s. 287)

Bazı iddialara bakılırsa Nursi ile İTC arasında Selanik’ten bu yana süregelen bir mutabakat vardı ve Nursi esasen bu mutabakat uyarınca İTC’nin öngördüğü politikanın dışına çıkmamıştır. Oysa Nursi’nin gerek tahakküm kabul etmez karakteri ve gerekse İTC İstanbul şubeye olan aleni muhalefeti ile Volkan gazetesindeki yazıları bahse konu varsayımı zayıflatmaktadır.” (Age., s. 308)

Evet, “Bediüzzaman’ın Hançeri” nam eserin yazarının, “Ermeni soykırımı”na ve “İttihat-Terakki” komitesine dair Emrah Cilasun’un Nursî’ye isnat ettiği kimi iftiralarına vermiş olduğu cevaplardan bazıları bunlardır. Hiç şüphesiz ki bu cümleler olumlu ve adilce ifadelerdir; yabana atılamaz. Ne var ki, bu kabil cümleler, kitap geneline göre çok az ve birçok yerde yerini zıddına argümanlara terk ederek kendi içinde çelişkilere gitmekte, dolayısıyla bir hakkı teslim ederken dokuzunu gasp edip götürmektedir.  İleriki yazılarımda bu iddialarımı daha da belirginleştireceğim.

İşte değerli dostlar, benim itirazım ve eleştirilerim bu tarz yaklaşım ve değerlendirmelere karşıdır. Yoksa, inancım odur ki, herkes -hakaret ve iftira etmemek kaydıyla- düşündüğünü ifade etmelidir, kanaatini ortaya koymalıdır.

Devam edecek...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.