05 Mayıs 2024
  • İstanbul12°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara9°C
  • İzmir12°C
  • Berlin14°C

BEDELLİ MANTIĞI: ‘FAKİR ŞEHİT OLSUN, VATAN BENİM OLSUN’

Nihal Bengisu Karaca

03 Mayıs 2010 Pazartesi 01:56

HER köşe yazarı gibi aylardır mail kutum bedelli askerlikle ilgili taleplerle dolup taşmaktaydı. Bazıları bir hayli trajikti, insanın içi parçalanıyordu; sadece erkekler değil eş ve anne durumundan kadınlar da yazıyordu. Özetle bu mail’ler sayesinde etkili bir kamuoyu oluşturuldu, başarılı bir kampanyaydı diyebiliriz. Fakat sonuç hüsran oldu, beklenen karar çıkmadı.

Şimdi posta kutumda “Allah belanızı versin” cümlesi hüküm sürüyor. Erdoğan’a ve Başbuğ’a yönelen hakaretlerin haddi hesabı yok. Beddua bolluğundan, iğne atsam yere düşmüyor, “Ülkenin kaynakları TSK’ya peşkeş çekilmiştir” gibi ithamlar gırla gidiyor.

Ben oğlunun askere gitme günü gelip çatacak diye ödü kopan ve bu korkusunu, “halkı askerlikten soğutmak” suçu kapsamına gireceğini bile bile yazmaktan çekinmemiş bir anneyim. Zira her ne kadar “şehit olma” makamının şerefine ve yüceliğine inansam da, ülkemizin düşük yoğunluklu çatışma yaşanan bölgelerine gönderilen ve hayatını kaybeden insanların nereye kadar şehit oldukları mevzuu zihnimi bulandıran bir konu.

“Şehit”, orijini itibarıyla dini bir kavram değil midir? “Şehit olmak” için Allah’ın kelamı ve tebliği ile alacak insan topluluğu arasındaki duvara/engele yani “küffara” karşı “cihat” ederken ölmüş olmak gerekmez mi? “Şehit olabilmek” için bir de “gâvur” unsurunun bulunması lüzumlu değil midir? İki tarafın da aynı dine inandığı, cenazesinde aynı duaların edildiği bir durumda kimin şehit olduğunu davanın/çatışmanın haklılığı-haksızlığı mı belirler? Haklılık-haksızlık meselesinin göreceli hale geldiği bir karmaşada, şehit tam olarak kimdir? Göreceli şehitlik diye bir kavram var mıdır? İlahiyatçılar, devletin istediği türde dinsellik üretimine devam ettiği sürece, bu soruların cevabı benim açımdan muğlak kalacak.

Gelgelelim, “bedelli” talepkârlığının bu kadar agresifleşmesinden de hoşnut değilim. Çünkü bedelli askerlik meselesinin içerdiği talep de meşruiyet itibarıyla sakat gelmekte. Çünkü arkadaş, bak, daha harp olup olmadığı bile netleşememiş bir çatışmada ölmek istememeni anlarım, ama harbiden “eşitsizlik” talep etmeni ve bunu bu kadar yüksek sesle istemeni anlamıyorum.

Ne yani, paran var diye yaşamak senin müktesep hakkın oluyor da, bedelli parası biriktiremeyenin canı patlıcan mı? Bu kadar enerjin, bu kadar dirayetin varsa, talebini insani bir mevziye çek.

Sıkıysa, “Kimse askere gitmesin, ne Burak, ne Emre, ne Suat, ne Murteza” de. Yüreğin yetiyorsa, “Bu ülkenin gençlerini iki kıytırık eğitim verip profesyonel haydudun karşısına çıkaramazsın, buna hakkın yok” de...

Kararlıysan bu kampanyayı memleketin bütün evladını içine alacak bir itiraza dönüştür. Sadece kendi beyaz yakanı ve kurabiye yanaklı yaşam standardını savunan bir refleksle hareket etmekten vazgeç, bedelli diye tutturacağına askere alınmanın bir erkeğin hayatına ve tüm ülkeye verdiği zarardan bahset. Adam gibi çıkarak ya da internet denilen dehlizde kaybolarak, hiç fark etmez, yeter ki halkayı genişlet.

Haa, tabii bu evsafta bir şeye artık “vicdani ret” deniliyor ve aynı zamanda suç sayılıyor. Bedelli bedelli diyorsun ya, hah işte, gözünü sevdiğimin dünyasında sözünün işleme oranı arttıkça ödeyeceğin bedel de artıyor, bu iş de öyle. Var mısın? “Yok, parası neyse vereyim, başkası şehit olsun, başkası cennete gitsin, cennet vatan bana kalsın” diyorsan... Kusura bakma. Yok öyle yağma.

Diyeceksin ki, istediğim şeyi ben icat etmedim, Türkiye’de defaatle bedelli askerlik kararı alındı ve uygulandı.

İyi de güzel kardeşim, burası Türkiye. Bu ülkede devlet bir şey istediğinde haklı olmak zorunda değildir, ama halk bir şey istediğinde her zaman haklı olmak zorundadır. Bunu bilecek kadar Türk değil misin?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.