21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

BDP’NİN DÖNÜŞÜ FARK YARATMALI (1)

Nabi Yağcı

01 Ekim 2011 Cumartesi 03:09

Başbakan’ın davet edici olmayan üslubuna aldırmaksızın BDP’nin Meclise’e dönüyor olması sevindirici. BDP’nin dönüşüne ilişkin “zaten dönecekti” ya da “ne değişti” türü yorumları anlamsız buluyorum. BDP’nin Meclis’e katılmama kararını, bu kararın açıklandığı ilk günden beri eleştirmiş biri olarak şimdi geriye bakmak yerine ileriye bakmayı doğru buluyorum.

Muhalefetsiz bir iktidar çıplak dolaşan bir kral gibidir. Ona çıplak olduğunu söyleyecek bir muhalefetin olmadığı durumda krala çıplak diyecek bir çocuğa ihtiyaç var. O çocuk ise demokratik kamuoyudur, bizleriz
.

AK Parti iktidarının CHP ve MHP’nin muhalefet tarzından hoşnut olduğuna hiç kuşku yok. Böyle bir muhalefet dostlar başına. Ne dediklerini halkın anlamadığı bir muhalefet yapıyorlar. Kılıçdaroğlu iktidara karşı muhalefet pozisyonunu kendi iç muhalefetine göre ayarlıyor. O nedenle genel başkan olduğundan beri bir öyle diyor bir böyle. Kılıçdaroğlu başta MİT-PKK görüşmesini olumlularken şimdi tersini söylemekte.

BDP’nin Meclis’teki yerini almasının Kürt sorununun çözümü ve demokrasi açısından önemi yanında, özel olarak yeni anayasa süreci açısından önemi de dikkate alınmalı. TBMM içinde “daha fazla demokrasiyi” talep edecek ve savunacak BDP dışında bir muhalefet yok. Yeni anayasa ancak daha fazla demokrasi isteyenlerin eseri olabilir.

Neyin daha fazlası?

12 Eylül Anayasası’nın değil elbette. Şu anda Cemil Çiçek başkanlığında oluşan yeni anayasa komisyonuna katılan hukukçuların görüşleri az çok biliniyor. Genel eğilim “mevcut anayasa pek çok kez değişime uğradı, pek çok maddesi değiştirildi, birkaç değişiklik daha yaparsak yeni anayasa ortaya çıkar” görüşünü paylaşıyor. Yanlış! Bu yaklaşımdan yeni bir anayasa ortaya çıkmaz. Böyle bir anayasa kitapçığının kapağında “yeni” lafı yazılmış olsa bile demokratik kamuoyu bu anayasayı yeni olarak görmeyecektir.

Cumhuriyetin kurucu yapılanmasının belirlediği dar sınırların dışına çıkan bir anayasaya ancak yeni anayasa denebilir. Cumhuriyetin dayandığı hâkim kurucu unsuru “Türk ulusu” olarak tarif eden ve anayasanın girişinde ifadesini bulan zihniyet anayasadan kazınmadıkça o anayasa yeni olamaz.

Bu bir.

İkincisi en az birincisi kadar önemlidir. Böyle bir dip kazıma işini isterse AK Parti çoğunluğuna dayanarak tek başına yapacak zihniyette olsun ve yapsın, yapıldığında böyle bir operasyonu önemli buluruz ama yetmez. Zira bu durum klasik çoğul demokrasi anlayışının dışına çıkılmayan bir anlayışın ürünü olur. Daha fazlası ise, klasik temsili demokrasi anlayışının dışına taşan “katılımcı çoğulcu demokrasi” demektir. Yani hak ve özgürlüklerini talep eden toplulukların bir özne olarak bu sürece doğrudan katılmış olmaları. Başka deyişle anayasanın içeriğinden önce yapılış biçimi o anayasayı yeni ve ileri yapacaktır. Bu sayede ancak anayasa toplumsal bir sözleşme niteliği kazanabilir. Başka deyişle sözleşmenin tüm tarafları masada olmalı.

Üçüncüsü de çok önemli.

Yeni anayasanın kabulüne verilecek toplumsal meşruiyet desteğinden önce, yani anayasa halkoyuna sunulmazdan önce, yapılış süreci ve biçimi toplumsal meşruiyete sahip olmalıdır. Yani anayasayı hangi kurum yapacak? Bir kurucu meclis mi, mevcut parlamento mu? Halk yapacak demek doğrudur, meşruiyetin kaynağına işaret açısından. Ama bu iradeyi hangi kurumun ya da kurumların taşıyıcı olacağı da bir o kadar önemli.

Parlamento dışında bir kurucu meclis teşkil edilmelidir görüşünü paylaşmıyorum, aynı zamanda anayasa yapımını mevcut bu parlamentonun çoğunluğuna bırakmaktan yana da değilim. Yeni anayasayı seçimlerden yeni çıkmış olan bu yeni Meclis yapmalı ama... Bu Meclis “kurucu meclis yetkisine” de sahip olmalı. Böyle bir yetkinin nasıl alınacağı meselesini şimdilik atlıyorum, önemli olan bu yolu doğru görüp bu yolu seçmek.

Eğer kurucu meclis yetkisine de sahip olarak yeni anayasayı düne göre temsil gücü yükselmiş bu Meclis yapmalı ise, öncelikle Kürt siyasi hareketi Meclis’te temsil edilmelidir. AK Parti Kürt oylarını da alıyor ama Kürt siyasi hareketi olmadığı açıktır. Son seçimlerde oyumu Kürt siyasi hareketi Meclis’te olmalıdır diye vermiştim. BDP Meclis’i boykot ettiğinde oyuma sahip çıkıp bu boykot yanlıştır demiştim.

Şimdi BDP’nin Meclis’e dönüşüyle birlikte temsili demokrasideki bir boşluk dolmuş oluyor. Sıra daha fazlasında, yani bu dönüşün yeni bir ruh ve yeni bir dil eşliğinde “katılımcı çoğulcu demokrasi”ye de kapı açmasıdır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.