BDP MİLLETVEKİLİ PERVİN BULDAN: POLİS KADINLARI HEDEF ALDI
Aslı Aydıntaşbaş
16 Temmuz 2012 Pazartesi 10:00
Diyarbakır mitinginde gaz bombası kovanıyla ayağı kırılan Pervin Buldan, “Polis doğrudan kadın vekilleri hedef aldı. BDP’li kadınlara yönelik özel bir şiddet vardı” dedi
Sanırsınız ki, Kürt meselesini halletmeye çalışan, her fırsatta “Geçmişle yüzleşelim“ diyen bu devlet, Pervin Buldan’ı el üstünde tutar.
BDP’li milletvekilinin eşi Kürt işadamı Savaş Buldan, doksanlı yılların en “karanlık“ dönemlerinde, kapalı kapılar ardında alınan kirli bir kararla faili meçhule kurban gitmiş, aradan neredeyse 20 yıl geçtikten sonra acılarını saran, çocuklarını babasız büyüten Pervin Buldan’ın Meclis’e girmesi, Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı sayılmıştı.
Ama öyle olmadı işte. Pervin Buldan, bütün zarafeti ve milletvekili kimliğine rağmen, Cumartesi günü Diyarbakır’da kendini polisin hedefinde buldu. Cumartesi günkü olaylarda, Buldan’ın bacağına doğrultulan biber gazının isabet aldığı yerde ayağı kırıldı. Acı içinde kıvranırken önce hastaneye, ardından helikopter ambulansla İstanbul’a getirildi. Dün konuştuğumda, dikişli ayağı alçıya alınmış, hala hastanedeydi.
‘Önümde bomba patladı’
Neler olduğunu sordum. Anlattıkları, medeni bir ülkeden bir insan manzarası değil, tam bir kaos sahnesiydi:
“Diyarbakır’a girdiğimiz anda olağanüstü bir durum olduğu belliydi. Sokaklar bomboştu. Görevli olduğum Bağlar ilçesinden İstasyon Meydanı’na giderken bir kaç defa polis yolumuzu kesti ama müzakere ederek sonunda bir yere geldik. Sadece vekillerin İstasyon meydanına gitmesi konusunda anlaştık.
O sırada Selahattin Bey geldi. Çok gerilmiş ve öfkeliydi çünkü Gültan (Kışanak) Hanım’ın yerde sürüklenmesine şahit olmuştu. Duyunca Gültan Hanım’ın yanına gitmek istedik. Panzerler geldi. En son Sabahat Hanım’la kol kola girdiğimizi hatırlıyorum.
Sonra önümde bir gaz bombası patladı. Ardından ikinci biri bacağıma isabet etti. Bir anda bütün vekiller dağıldı. Herkes yerlerde ya da gözleri yanıyordu. Sırrı oradaydı. Neyse ki ambulans çağırdı, bana sahip çıktı.”
Pervin Buldan, polisin kendisini doğrudan hedef aldığını düşünüyor. Cumartesi günkü olaylarda onun dışında BDP’li vekiller Ayla Akat, Mülkiye Birtane ve Gültan Kışanak’ın ezilmesini engellemeye uğraşan il başkanı da yaralandı. Dördü de kadın.
‘Geçmişte bunlar oldu’
“Kadın vekillere yönelik özel bir şiddet var. Geçmişte Sevahir (Bayındır) Hanım’ın kalçası kırıldı. Ayla (Akat) Hanım’ın bacağına biber gazı isabet etti. Farklı şekillerde Emine, Fatma, Aysel Hanım’a yönelik orantısız şiddet oldu. BDP’li kadın vekiller hedefte. Başbakan bazen ‘BDP’li kadın vekiller cenazelere sahip çıkıyor’ diye yakınıyor. Polis bunu emir kabul edip bu hedef doğrultusunda hareket ediyor”
Ayağının 6 hafta alçıda kalacağını anlatan Buldan, Cumartesi günkü manzaranın zihninde geçmişin karanlık anılarını canlandırdığını söylüyor: “O günler geliyor insanın aklına. Çocuklar da o yüzden çok korktular. Ben de kötü oldum, onlarla dün telefonla bile konuşamadım. Bugün beni görünce rahatladılar.“
Ama o dönem çok farklıydı, diyorum. Faili meçhuller, işkenceler... “Hayır” diyor, “O dönemle bu dönem arasında çok bir fark yok. Belki şimdi faili meçhul, köy boşaltma, işkence yok ama daha kötü bir baskı, sürekli tutuklama ve şiddet bar. İnsanlar her gün cezaevine yollanıyor. Yöntem değişti ama zihniyet aynı.”
Umarım bu kıyaslama doğru değildir, diye düşünmek istiyorum. Buldan, “Türkiye bir yandan hukuk devleti olmak istediğini, sorunları demokratik yollarla çözmek istediğini söylüyor, diğer yandan Kürtlerin meşru taleplerini yok sayıyor. Başbakan Suriye, Lübnan, Mısır’da rejimlerin halka karşı tavrını eleştirirken, burada Kürtlere yapılanları görmezden geliyor” diye ekliyor.
‘Hükümet açısından test’
Diyarbakır, çirkin, çok çirkin bir tablo. Bu klişeyi sevmem ama, gerçekten Batı demokrasilerinde bunun 10’da biri olsa, sorumluları bir bir görevden alınır ya da istifa etmek zorunda kalırdı.
Diyarbakır olayları, hükümet açısından bir demokrasi testi. Eğer polis şiddetine izin verilirse, sorumlular cezalandırılmazsa, Türkiye’nin Orta Doğu ve bölgesel liderlik iddiası zarar görecek, hükümetin içeride yapmaya çalıştığım hamlelerin demokratik kılıfı kalmayacaktır.
Hükümet geçmişteki hükümetler gibi Kürtleri tamamen kaybetme riskiyle karşı karşıya. Arap Baharı sonrasında bu risk, Türkiye açısından taşınması zor bir durum. En basitinden söyleyeyim: Araplar için istediğimizi kendi halkımıza da reva görmezsek, Türkiye’nin bütünlüğü tehlikeye girer.
Unutmayın; protesto ve gösteri hakkı, en temel demokratik hakların başında gelir. Ankara, Kofi Annan planını ancak Beşar Esad “gösteri ve barışçıl protesto“ hakkını kabul ettikten sonra onaylamış, daha sonra da Esad’ın bu sözüne riayet etmemesini uluslararası dünyaya şikayet etmiştir.
Suriye halkı için istediğimizi, Kürtler için de kabullenmemiz lazım.
Bu yüzden Diyarbakır rezaletini, örtmeden, kapatmadan, sorumlularını cezalandırmak gerekiyor.
Başlangıç olarak da, mesela Pervin Buldan’ı hedef alan polisleri tespit edip yargı önüne getirebilirsiniz. Eminim MOBESE kameralarında vardır...
DAVUTOĞLU’NA SAYDIRANLAR...
Bekledim, belki birileri tenezzül eder, iki kelime yazar diye. Hele memleket aydınlarının Suriye’de yaşananlara duyarsız kalmasını “Gece nasıl rahat uyuyorsunuz?” diye eleştiren Ahmet Davutoğlu’na ateş püskürenlerin özellikle konuşmasını istedim. Ama çıt çıkmadı...
Söz ettiğim, perşembe günü Suriye’de Hama yakınlarında Tiremse köyündeki korkunç katliam. Esad rejimine bağlı tanklar, ağır silahlar direnen köyü sardı, bombardıman başladı, insanlar camilere sığındı, aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu 200’ün üzerinde insan öldürüldü. Suriye pasaportu taşısalar da, onlar da bu toprakların insanı.
“Olan biteni nereden bileceğiz?“ demeyin. BM, insan hakları kuruluşları, muhalifler, yabancı ülkeler herkes ayaklanmış vaziyette. Ne olup bittiğini bilgisayarda iki klikle öğrenebilirsiniz. Öğrenmediyseniz zaten ayıp.
Ama maalesef ki Türkiye’de kimse bu konuyla ilgilenmedi. Bekledim, üzerinden dört gün geçti, bugün dayanamayıp soruyorum “Davutoğlu haksız mı?”
Hama dediğiniz yer, İstanbul’a Diyarbakır’dan daha yakın. Evet, haftasonu Diyarbakır’da büyük bir demokrasi ayıbı yaşandı ve bu konuda hükümete yüklenmek caiz. Ama ondan 48 saat önce olan çok daha vahim bir insanlık suçunu görmezden gelmek, Esad’a değil de, Suriye politikası nedeniyle her fırsatta Ankara’ya yüklenmek, bana son derece garip geliyor.
Gün, her şeyden önce insanlık suçuna, katliama dur deme günüdür. “Efendim biz Esad’a karşıyız ama...” diyerek her fırsatta Esad karşıtı politikaları eleştirmek, ancak mevcut Baas rejiminin işine yarar. Katliamlara zaman tanır. Kabul edemiyorum.
Davutoğlu’nu geçmişte acımasızca eleştirmiş, dış politikamızı hep sorgulamış biriyim. Halen Dışişleri Bakanı’yla bir çok konuda farklı düşünüyorum. Ama bu konuda haklı. Suriye’de hiçbir çözüm önermeyip, Esad’a yönelik tavır almayıp, sadece Ankara’yı eleştiren solcu, İslamcı, liberal aydınlar, beni de hayal kırıklığına uğratıyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.