18 Nisan 2024
  • İstanbul19°C
  • Diyarbakır27°C
  • Ankara24°C
  • İzmir24°C
  • Berlin12°C

BAŞUR’DA SİYASET

İsmail Beşikci

09 Kasım 2018 Cuma 11:45

Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında iki ana siyasal parti var. Kürdistan Demokrat Partisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği. Bu iki ana siyasal partinin, birlikte, Kürdi, Kürdistani bir politika yürütmesi veya birbirlerine zıt, düşman politikalar yürütmesi, Kürdlerin, Kürdistan’ın geleceğinde çok önemli bir rol oynayacaktır.

Başur’da elbette bu iki siyasal partiden başka partiler de var. Goran gibi, Yekgirtû, Komel gibi, Yeni Nesil, Kürdistan Sosyalist Partisi gibi siyasal partiler de var. Asuri Süryaniler, Türkmenler, Ermeniler vs. de var. Bu yönüyle Başur’un, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da görülen ender demokratik bölgelerden bir olduğu söylenebilir. Bu sadece siyasal partilerin özgürce çalışmalarından değil, başka bakımlardan da böyledir. Kürd olmayan etnik gruplara, dinsel gruplara, Hıristiyanlara gösterilen muamele şüphesiz önemlidir. Ama birikmiş sorunları pratik çözümü bakımından iki ana partinin ilişkilerini gündeme getirmek daha önemli olmaktadır…

Bürokrasinin hala bütünleşmemiş olması, ordunun hala tek ordu haline gelememesi, iki ana siyasal partinin aralarındaki ilişkilerle çok yakından alakalıdır. Kürdistan Parlamentosu için yapılan seçimlerin de, bu konuda sağlıklı bir durum ortaya koymadığını belirtmek gerekir.

Biz bu konuyu Ankara’da çok konuştuk. Mahalle’nin Arkadaşları toplantısında bir arkadaşımız aşağıda, dile getirmeye çalıştığımız konulara çok vurgu yaptı.

Genel seçimlerde, KDP, Hewler’de ve Duhok’da oyların çok büyük bir kısmını alıyor. YNK ise, oyların çok çok küçük bir kısmını elde ediyor. Buna karşılık, Süleymaniye ve Halepçe’de ise bunun tam tersi oluyor. YNK, oyların çok çok büyük bir kısmını alıyor, KDP ise, oylanın çok çok küçük bir kısmını elde ediyor… Bunun sağlıklı bir durum olmadığı açık… Halbuki, her iki siyasal parti de karşıt alanlarda, % 25-30 civarında oy alabilmelidir. Bunu için her iki parti de kendi bölgesinde, rakip siyasal partinin örgütlenmesini teşvik etmeli, bu örgütlenmenin kolaylaştırılmasını, yaygınlaştırılmasını sağlamalıdır. Bürokrasinin bütünleşmesi, ordunun tek bir ordu haline gelmesi ancak böyle bir ortamda gerçekleşebilir… Hewlêr’de ve Duhok’da, YNK’nin % 25-30 civarında oyunun olması, Süleymaniye ve Halepçe’de, KDP’nin % 25-30 civarında oyunun olması, bürokrasini ve ordunun bütünleşmesi konusunda elverişli bir zemin hazırlayabilir… Öbür pek çok konunun hal yoluna girmesi, yine bu konuyla çok yakından ilgilidir.

Bu sürecin yaşama geçmesi için çalışmak önemlidir. Ama, geçmişte yaşananlara da bakmak önemlidir. 25 Eylül 2017 referandumunu bu açıdan değerlendirmek önemlidir. Hatırlayalım. 7 Haziran 2017’de, Başkan Mesut Barzani, Kürdistan bölgesinde, 25 Eylül’de referandum yapılacağını duyurdu. Bu açıklamadan sonra, başta Irak olmak üzere, Türkiye, İran, Suriye, daha sonra, İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Rusya Federasyonu gibi devletler, daha sonra da Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, İslam Konferansı gibi uluslararası örgütler, birbirlerinin ardı ardına referandum yapılmasına karşı olduklarını vurgulamaya çalıştılar… Referandumun zamanı değil, şeklinde açıklamalar da yapıldı.

Bölge devletlerinin, dünya devletlerinin, uluslararası kurumların bu açıklamalarından sonra, Kürdler nasıl davranmalıydı? Madem bu devletler, uluslararası örgütler, referandum yapılmasına karşıdırlar, biz de referandum yapmayalım veya referandumu erteleyelim mi demeliydiler, yoksa referandum yapmakta ısrarlı mı olmalıydılar?

Elbette ısrarlı olmalıydılar. Çünkü, Kürdlere, referandum yapmayın, demek, siz kendi geleceğinizi belirleyemezsiniz, sizin geleceğinizi ancak biz belirleriz demektir. Çünkü, bu, ‘siz ilkel bir halksınız, kendi kendinizi yönetmezsiniz, sizi bugünlere kadar hep uygarlıkta, medeniyette sizden üstün olanlar yönetti, ne doğrudur ne yanlıştır, siz bunu bilemezsiniz, neyin zamanı gelmiştir, neyin gelmemiştir, bunları ölçemezsiniz, ne yararlıdır, ne zararlıdır, bunları bilemezsiniz, bütün bunları biz biliriz, biz de referandumun yanlış olduğunu, Kürdlere de bir yarar sağlamayacağını söylüyoruz…’ Referanduma karşı çıkmanın anlamı budur. Halbuki referandum yapmak, halka kendi geleceği hakkında ne düşündüğünü sormak çok demokratik bir tutumdur…

Bütün bunlardan dolayı, referandum yapmak, Kürdler için önemliydi. Bu referandumla, Kürdler, bir iradeye sahip olduklarını, iradelerinin kullanarak kendi gelecekleri için karar alabileceklerinin, bu kararı yaşama geçirebileceklerini göstermiş oldular… Öte yandan bu sorun, çözülmesi yüz yıl gecikmiş bir sorundu. Böyle bir sorun karşısında zamanı değil, demek elbette yanlıştır.

Referandumun çok başarılı bir şekilde gerçekleştiği de yakından bilinmektedir. % 72 katılım, % 93 onay çok önemli bir sonuçtur. Ama, 16 Ekim 2017’de, Kürdler ve Kürdistan çok ağır bir darbe aldı. Ogün yaşananlar, ancak, ihanet kavramıyla açıklanabilir. 2014 Haziran’ında, İŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle başlayan süreçte, Kerkük ve Kürdistan’dan koparılan öbür alanlar, Şengal, Tuzhurmatu, Xaneqin, Mandali vs. Kürdlerin eline geçmişti. 16 Ekim darbesiyle, bu kesimler, tekrar, Irak birliklerinin, ve Haşdi Şabi birliklerinin eline geçti. Bundan sonra, Irak birlikleri, Haşdi Şabi, Kürdlere çok kötü muamele etmeye başladı.

Kürdlerin tarihine, 16 Ekim yeni bir olay değil. Geçmişde de Kürdler, bu tür darbelerle, ihanetlerle çok karşılaştılar. Bu adeta Kürdlerin DNA’larına işlemiş bir durum… Önemli olan Kürdlerin bu tür zaaflardan arınmalarıdır, çağdaş bir ulus olmaya çalışmalarıdır.

Burada, Başur’daki, Kürd siyaseti ile ilgili çok önemli bir açmaz var. 16 Ekim’de Kürdlere, Kürdistan’a karşı çok ağır bir suç işlenmiştir. Bu savaş suçudur. Bu suçun yargı önüne getirilememesi, Başur’un çok önemli bir açmazıdır. Ama hayat devam ediyor. Siyaseti sürdürmek de önemli olmalıdır. 16 Ekim ihanetini hazmetmek zordur. Ama, bu tür darbelerin bir daha yaşanmaması için gayret etmek, bunun için de siyasetin devam etmesi de önemlidir. Bu darbelerin, ihanetlerin neden yaşandığı üzerinde durmak de önemlidir.

Siyasetle bilim arasında çok önemli bir yöntem farkı vardır. Bilimde taviz olmaz. Bilim insanı baskılar karşısında hiçbir tavize yer vermeden çalışmalarını sürdürür. Ama siyaset böyle değildir. Siyaset de taviz verilebilir. Bir olayda, rakibinize taviz verirsiniz, başka bir olayda ondan taviz koparırsınız, siyaset böyle yürür…

Geşmişte, İbrahim Ahmed, Celal Talabani gibi şahsiyetler de Kürdler ve Kürdistan için önemli çalışmalar yapmışlardır. Irak’ta, 14 Temmuz 1958 askeri müdahalesinden sonra, Mele Mustafa Barzani, Sovyetler Birliği’nden Irak’a dönerken, Mısır’da, Kahire’de, Başkan Cemal Aldülnasır’la görüşmüştü. O zaman, Kahire Radyosu, Kürdçe yayına da başlamıştı. Kürdçe yayından dolayı, Türkiye, Mısır’ı protesto etmeye çalışıyordu, yayının durdurulmasın istiyordu. Başkan Cemal Abdülnasır ‘da , Türkiye’yi, ‘Sizde Kürd yok, endişelenmeyin’ diye teskin etmeye çalışıyordu. Böyle bir dönemde, 6 Ekim 1958, günü, Başkan Cemal Abdülnasır (1918-1970) Başkanlık Sarayı’nda, Mele Mustafa Barzani ile görüştü. Kahire’de, bu görüşmenin hazırlıklarını yapan İbrahim Ahmed’di. Celal Talabani de Kürdistan mücadelesinde, peşmerge komutanı olarak, önemli başarılar göstermiştir. Süleymaniye, Kürdistan mücadelesinde, şüphesiz çok önemli bir role sahiptir. Ama, 16 Ekim’de yaşananlar bunu gölgelemiştir.

Celal Melekşa’nın Awatêk şiiri ve Ceng Sağnıc’ın bu şiir ile ilgili yorumu Süleymaniye’nin, Kürdistan tarihindeki rolünü çok etkili bir şekilde göstermektedir. Ceng Sağnıc’ın, Süleymaniye… Süleymaniye yazısı bu bakımdan çok değerli bir yazıdır (Bk. kürdistan24, 25 Temmuz 2018)

Kürdlerin, Kürdistan’ın Dünyadaki Konumu

Ramon Kahraman’ın hazırladığı, ’78 Kuşağının Şen Çocukları isimli bir, anı-araştırma kitabı var. (J&I, Ağustos 2018) Bu kitapda, yukarıda ifade edilen ara başlıkla ilgili olarak, Mesut Baştürk’ün bir anlatısı yer alıyor. Şöyle: Vietnam’ın özgürlük savaşını destekledik. Afrika’da, Angola, Mozambik, Moritanya, Gine Bisseau, Asya’da Dofar, Güney Yemen, Filistin, Kamboçya, Afganistan, gibi ülkelerdeki hareketleri destekledik. Bunlarla ilgili olarak derneklerimizde seminerler verdik.

Ama bugüne kadar, bizim desteklediğimiz bu ülkelerde yaşayan insanların bir defa bile Kürdleri desteklediğine dair bir haber duymadık, okumadık. Pardon, Filistinli militanların, Saddam’ın yanında, Kürdlere karşı savaştığını, duyduk. Öğrendik. (s. 476)

Bu, dünyada, Kürdlerin, Kürdistan’ın ne kadar olumsuz koşullar içinde olduğunu açıkça göstermektedir. Kürdler, dünyada çeşitli ülkelerde gelişen ulusal kurtuluş mücadelelerini yakından biliyorlar, izlemeye çalışıyorlar, ama Kürdlerin bu doğrultudaki mücadelelerini, hemen hemen kimse bilmiyor… Halbuki, nüfusu 50 milyonun üzerinde olan Kürdlerin Yakındoğu’daki, Ortadoğu’daki mücadeleleri çok daha eski yıllara dayanmaktadır. Mücadele sürecinde, çok daha ağır bedellerin ödendiği çok açıktır.

1970’ler’in ortalarında, Gine Bisseau, Orta-Batı Afrika’da, Atlas Okyanusu kıyısında, Portekiz’e bağlı bir sömürgeydi. Nüfusu, 600 bin kadardı. Mücadelenin lideri Amilcar Cabral’ın ziraat teknisyeni olduğunu, Kürd devrimcilerinin çok büyük bir kısmı bilirdi. Gine Bisseau’da sınıfların mevzilenmesi konusunda seminerler yapılırdı. Angola ve Mozambik için de öyle… Ama Kürdlerin mücadelesi bilinmezdi. Örneğin, Kürdistan’ın güneyindeki peşmerge savaşı, Mele Mustafa Barzani, Kuzey’deki Kürdlerin önemli bir kısmı tarafından da pek bilinmezdi. Daha doğrusu, Kürdler bu mücadeleyi pek umursamazdı…

Bunun temel nedeni, Kürdlerin, Kürdistan’ın, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış durumudur. Bu süreç, Kürdleri dostsuz bırakmış, hasımlarının sayısını artırmıştır. Ortadoğu’da, Filistinli Arapların ve Kürdlerin mücadelesi karşılaştırıldığı zaman bu çok açık bir şekilde görülmektedir.

Kürdistan sömürge bile değildir. Bunu bilincine varmak önemlidir. Bugün, emperyal güçlere bağlı olan, denizaşırı, okyanus aşırı sömürgelerin hepsi bağımsızlığına kavuşmuştur. Ama kendileri emperyal güçlere bağımlı olan ülkelerde yani ana ülkeye bitişik olan sömürgelerde yürütülen ulusal kurtuluş mücadeleleri çok büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Kaldı ki, buralarda, toplumsal, kültürel, siyasal, ekonomik baskılar, denizaşırı, okyanus aşırı sömürgelerden çok daha yoğundur, çok daha yaygındır… Çok daha belirleyicidir. Bu konuda Türk solu ve Kürd solu ilişkilerinin irdelenmesi önemli olmaktadır. Türk solu, doğal olarak Türkçe konuşmaktadır. Ama Kürdlerin Kürdçe konuşmasına bu milliyetçiliktir diye tepki vermektedir. Türk solu, Türklük Sözleşmesinin, kendilerine verdiği imtiyazın bile bilincinde değildir. Bugün, Türk solunun Kürdistan’daki en iyi temsilcisi PKK/KCK’dir.

Türk solu derken, Türk solunun 1960’ların sonlarında, 1970’lerde, bir kesimini dile getirdiği, Milli Demokratik Devrim anlayışını da hatırlayalım. Buradaki milli sözcüğü neyi anlatıyordu…

Kürdistan, sömürge bile değildir, sömürge bir statüdür. Çok alt düzeyde olmasına rağmen, sömürge bir statüdür. Örneğin, ‘Kenya Büyük Britanya’nın sömürgesidir…’ dediğiniz zaman, Kenya’ya bir kişilik vermiş oluyorsunuz… Sınırları önceden belirlenmiş, adı sanı olan bir ülkeden söz ediyorsunuz, demektir. Kenya’nın, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu sınırlar üzerinden bağımsızlık kazandığı bilinmektedir. Afrika’daki bütün sömürgeler için durum budur. Kürdistan için bunları söyleyebiliyor muyuz? Kürdistan, Kürdler ise bir statüye sahip değildir. Kürdistan Bölgesel Yönetim de elbette bir statüdür. Ama bu statü, Kürdleri, dünya uluslar ailesine katacak kadar, Kürdleri, dünya uluslar ailesinin bir üyesi yapacak kadar yeterli değildir. Halbuki, dünya uluslar ailesinin bir üyesi olmak da, dünya uluslar ailesinin bir üyesi olmaya çalışmak da Kürdler için önemli olmalıdır.

Dikkat edelim. Bugün, ABD, Irak’ta ve Suriye’de, İŞİD’le savaşmaktadır. Bu savaşı Kürdlerle birlikte yürütmektedir. ABD, Ortadoğu’da ABD politikasının bir boyutu olarak İsrail’in güvenliğini sık sık öne sürmektedir. İsrail’in güvenliğini tehdit edebilecek oluşumları ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Kürdler, herhangi bir parçada hak, hukuk, özgürlük talepleri dile getirmeye çalıştıkları zaman İrak, İran, Türkiye, Suriye gibi devletler de ‘bu bizim güvenliğimiz tehdit ediyor, bunu engelleriz…’ diyorlar. Halbuki, bugün, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da güvenliği en fazla tehdit alında olan Kürdlerdir, Kürdistandır. 16 Ekim 2017 sabahını hatırlayalım… Kim kimi tehdit ediyor? İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya Fderasyonu gibi devletler için de bunlar söylenebilir.

Bütün bunların yanında, Kürdlerin, Kürdistan’ın güvenliği de elbette çok önemlidir. Bunu da kendilerine dert edecek olanlar Kürdlerdir. Bu da Kürdlerin Kürdi ve Kürdistani tutumlar içinde, bir arada durmalarıyla mümkün olabilir. Bazı anlarda, bazı çoğrafyalarda, Kürdlerin çıkarlarıyla, yukarıda belirtilmeye çalışılan dünya devletlerinin çıkarları aynı olabilir. Bu durumdan da yararlanmakla birlikte, esas olan, Kürdlerin kendi aralarındaki birliktir. Bu bakımdan, KDP ile YNK ilişkilerinin daha sağlıklı yürümesi çok büyük önem taşımaktadır… Kürdlerin birbirlerine verdikleri taviz sonuç olarak Kürdleri, Kürdistan’ı büyütür. Devletlerin, Kürdlerin herhangi bir parçasından kopardıkları taviz ise Kürdlerde, Kürdistan’da çok ağır yaralar açmaktadır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.