21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

BAŞLADI BİLE

Nabi Yağcı

17 Aralık 2011 Cumartesi 00:25

Birkaç yazı öncesinde bir kaygımı dile getirmiş, böyle giderse “kapıdan kovulan Ergenekon bacadan girer” demiştim. Girmeye başladı bile. Bana bunu söyleten kaygı son zamanlarda doluluk oranı artan cezaevleriydi. Davalar uzadığı için uzun tutukluluk hali hem içeride hem yurtdışında giderek yükselen tepkilere neden oluyordu. Bunun üstüne KCK tutuklamaları geldi. Yanı sıra terörle mücadele adı altında ifade ve örgütlenme özgürlüğüne vuran gözaltı, tutuklama veya soruşturmalar, açılan davalar var.

Böylece bileşik bir ortak tepki oluşmakta

Doluluk oranın artması turizm için sevindiricidir ama cezaevleri ne turistik oteldir ne de tutuklananlar turist. Yargılananlar adi suçlar değil siyasi suçlar nedeniyle yargılanmaktalar. Adi suçlarda bile cezaevlerinin aşırı dolması kamuoyunda basınç yaratır, çoğu kez siyasi çıkar amaçlı yapılmış olsa bile çıkarılan genel af bu basıncı azaltmak için yapılır. Bir aftan söz etmediğimi “aman ha yanlış anlaşılmasın” diyerek eklemeliyim, sözünü ettiğim şey ortada olanın siyasi bir dava oluşudur. Bir yandan Ergenekon davalarıyla ordunun tepelerine, çeteler nedeniyle polise ve eski siyasilere, başbakanlara uzanan, öte yandan KCK tutuklamalarıyla Kürt meselemize vuran siyasi davalar bunlar. Yani basıncın çok güçlü olacağı açıktır.

Şike nedeniyle tutuklamaların dahi futbolla ne kadar ilgili olduğu veya hiç olmadığını kıyamet koparan “Şike Yasası” rezaletiyle gördük. Gördük ki boğazına kadar siyasi bir meseleymiş bu şike meselesi de. O kadar ki tükürdüğünü yalamamakla ünlü Bülent Arınç’a bile tükürdüğünü yalattı.

Futbol piyasasındaki çeteleşmenin Ergenekon çeteleşmesiyle ilişkili olup olmadığı tartışılıyor; varsa somut örgütsel ilişki, bu, yargının konusu olabilir, o kadarını bilemeyiz ama esrar, silâh kaçakçılığı da içinde her tür pisliğe karışmış mafyalaşma ve çeteleşmenin, milyon dolarların döndüğü futbol piyasasına el atmamış olacağını düşünmek için insanın, insana özgü akıl yürütme yeteneğinden hiç nasibini almamış olması gerek.

Uçuruma çok bakan uçurum olur

İtiraf edelim ki Ergenekon davaları başladığında temizliğin kolay olmayacağını bilmemize karşın zorluğu bu denli tahmin edememiştik. Edemezdik de çünkü derin devletin derinliği konusunda tahminler ötesinde bugünkü somut bilgilere sahip değildik.

1990’lı yıllarda devlet neredeyse derin devletten ibaret hale gelmiş, çetelerin değmediği yer ve kimse kalmamış. 90’lı yıllar için derin devleti aramak yerine galiba normal devleti aramak daha akla yatkın iş olur. 28 Şubat post-modern darbesi, bu çürümeyi içinde olarak iyi bilen askerî otoritenin muhtemel köklü bir demokratik tepkiyi önleme ve o tarihlerde İtalya ve diğer Avrupa ülkelerinde başlayan Gladio örgütüne yönelik temizlik operasyonlarının verdiği korkuyla yapılmıştı, “şeriat geliyor” vaveylası bir kandırmacaydı. Etkili de oldu. Kızılelma koalisyonu ve Baykalcı CHP bu yalanın etkili olmasında gayet başarılı rol oynadılar.

AK Parti üç dönemdir iktidar, deriniyle düzüyle devleti, uçurumu çıplak biçimde gördü
. Öyle anlaşılıyor ki gördüğünden ürkmüş vaziyette. Bu konuda kamuoyuna yansıyanlardan çok fazlasını biliyor olduğuna kuşku yok. Kimseye nasip olmayan üç dönemdir tek parti olarak iktidarda olmasına ve kendisine rakip muktedir bir sivil muhalefetin olmayışına karşın kendisinin öne koyduğu hedeflerde bile reformcu heyecanını yitiriyor olmasında bu bildikleri hatırı sayılır bir nedendir.

Bildikleri AK Parti’yi bir karar noktasına taşıdı veya taşımak üzere
. Bu partinin milliyetçi muhafazakâr genleri de bu dönüm noktasında AK Parti’de reform heyecanın sürmesini teşvik edici olmayacak. Demokratik dönüşümün daha da derinleşmesi gelinen bu noktada “deli cesareti” gerektirir. Ancak o gösterebilir ama Tayyip Erdoğan’dan bile bu cesareti göstermesini beklemek zor, bu ancak kolektif cesaret olabilir artık. Bu ise ufukta gözükmüyor. “Şike Yasası”nda birkaç yürekli hariç AK Parti’nin bütünüyle suspus olmasıyla gördük bunu.

“Yargı hızlandırılarak çözüm bulunacakmış, sorunlar yargının yavaş işleyişinden kaynaklanıyor muş...” Basit tarafından bu şu demek: Cezaevleri dolmaya devam edecek ama yatanlar farklı olacak; Ahmet çıkacak, Mehmet girecek...

Hukuk reformumuzun gelip dayandığı yer burası mı? Adil yargılanma hakkı bu mu demek? Soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar yargı sürecinin ayrılmaz parçaları değil mi? TCK, TMK ve diğer antidemokratik yasalar ve Anayasa değiştirilmeden, hukuk reformu yapılmadan yargıya çözüm aramak tavşana kaç tazıya tut demektir.

Ne var ki, tazı bu oyunu anladığında, isteseniz de artık tavşanın peşinde koşmaz.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.