BASINDAN FIŞKIRAN ŞİDDET
Ali Bayramoğlu
22 Mayıs 2012 Salı 07:27
Türkiye'de derin gündem pek değişmez; hemen her zaman "siyaset ve şiddet ikilisi" üzerine oturur. Bu "derin gündem", gündeme ilişkin yorumları da kuşatır. "Olana ilişkin" kanaatler, gözlemler, yorumlar "olan"ın ardındaki kıvrımları sergilemekle yetinmez bu ülkede; "olanı" yeniden şekillendirir; hatta pekiştirir.
Oysa formül ünlüdür:
"Siyaset ile şiddet ters orantılı"dır. Bu, kurumlar, makro politikalar düzeyinde geçerli olduğu kadar mikro düzeyde, zihinler düzeyinde de geçerlidir.
Ama formül bizde her zaman çalışmaz, en azından zihinsel düzeyde işe yaramaz; siyaset ile şiddet arasında garip bir doğru orantı oluşur.
Sokaktan siyasete, siyasi tartışmalardan haberciliğe fiili ya da sembolik şiddet her yerde kol geziyor...
Şiddet "garip bir siyaset" adına yapılıyor; milli mesele, devlet işi, milli çıkarlar gibi faydacı, ideolojik söylemlerle ve ödüllendirici ya da cezalandırıcı yaptırımlarla meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Şiddet ve şerirlikle bezenmiş bu gündeme ilişkin yorumlar da işte tam bu noktada zihnimi bulandırıyor.
Bir gün gazetelerin hepsini birden alın ve okuyun; şunu görürsünüz: Her gazetenin, her kalemin doğruları diğerlerinden farklı, Türkiye'nin doğruları ise tümününkinden daha farklıdır. "İstihbarat servisi kavgaları"nı andıran, "haberi silaha çeviren", "yorumu nokta atışı haline getiren", ama özünde "ağır bir iç hesaplaşma"yı ifade eden bu "yamalı medyatik bohça" bir bütün olarak ele alınınca tablo iyice ağırlaşır:
Televizyonlarda, gazete sayfalarında; aynı siyaset ve devlet arenasında olduğu gibi sembolik ve filli şiddet siyaset üzerinden sıradanlaştırılarak yüceltilmekte, şiddetten siyaset üretilmektedir. Siyaset, yine siyaset adına dışlanmakta ya da fiili şiddet karşıtlığı adına sembolik şiddete yapışılmaktadır...
Olaylar karşısında farklı tavırlar, zıt bakışlar, değişik düzeyler, örneğin "süfli ile ciddi" şiddet ve siyasete yönelik zihni tutum açısından öylesine bir madalyonun iki yüzü gibidir ki, durumu açıklamaya ne milliyetçilik tahlilleri ne depolitizasyon tespitleri yeter.
Peki bu yorumların ortak noktası ne, ya da bu durumun ardındaki mantık ne?
En önemli ortak noktası; "ilkelerle, değerlerle, hatta haberle benmerkezci, samimi, faydacı doğrultuda bir ilişki kurmalarıdır"...
Oysa, ilkelerle sübjektif ilişki kurmamak "asgari etik duruş"un ilk koşuludur. Kendini bilen her kişi; fayda-çıkar ya da sempati-antipati ilişkisine değerlerin referans kılınmayacağını, bu ilişkilerden hareketle alınan tavırlara ilkelerin payanda yapılmayacağını bilir.
İlke ve değerler ile milliyetlerden, kimliklerden, çıkarlardan ya da duygulardan hareketle doğrudan ya da dolaylı samimi ilişki kurmak ciddi bir zihin hastalığıdır. Fiili ya da sembolik şiddet üretir bu hastalık. Dışlama kültürü üretir. Anlamayı yaralar.
"Keyfi" olanı" temel alan "popülerleşme" ile bu keyfiliği "özgürlük adına doğrulama" çabası, iyiden iyiye hastalığa dönüştü.
Bu zihniyetin yeni sahiplerinin elinde hafiflik, dilinde utangaçlık da yok. Rol ayrımına meydan okuyorlar; yargılıyor ve tahakküm kuruyorlar. Aslında yaptıkları, el attıkları her şeyi sıradanlaştırmaktan ve standartlaştırmaktan başka bir şey değil.
Eleştirel, fikri yaratıcılık bile şiddetten esin almaya başlamışsa... siyasetin kişilere endeksli olması neden şaşırtıcı olsun...
Bu "omurgasız, dışlayıcı itiraz kültürü"nün, ilkelerle kurduğu yumuşak ve samimi ilişki, sembolik şiddetin alt yapısını oluşturuyorsa, ilkesizliğin toplumu kuşatması neden anlaşılmaz olsun...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.