BAŞBAKAN'A ANLATABİLSEK
Tarhan Erdem
04 Şubat 2013 Pazartesi 08:32
Başbakan, yerinden yönetimin bulunmadığı başkanlık sistemiyle yönetilen bir ülkeye demokrasi denemeyeceğine inandırılmalı
Başbakan Erdoğan’a, dün Prag için uçağa binmeden gazeteciler,’demokratik özerklik, güçlendirilmiş yerel yönetimler için’ ne düşündüğünü sordular.
Başbakan’ın bu soruya cevabını, şöyle özetleyebilirim: “Türkiye’de yerel yönetimler hiçbir dönemde olmadığı kadar güçlüdür. Terör örgütü perde arkasından belediyeleri adeta yönetmektedir. Kaynaklar nereye gidiyor? Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunu vardır!”
Bu cevabıyla, Başbakan’ın yönetim reformunu, bürokrasinin tepelerindekiler ve aydınlarımızın da çoğu gibi, ‘mevcut yönetim sistemi içinde belediyelerin durumunun iyileştirilmesi’ olarak anladığını söyleyebiliriz.
Doğrudur belediyeler, 1928’den beri hiçbir dönemde görülmediği kadar güçlüdür; büyük şehir idaresi kurulmuş, il genel meclisi ve belediye kanunları değişmiş, merkezi bütçeden aktarılan kaynaklar arttırılmıştır.
Cumhuriyetin ilk 80 yılındakinden daha çok ilerleme kaydedilmiştir; belediyelerimiz nüfuslarına, yarattıkları kaynaklara bakılmaksızın, daha çok para kullanmaktadırlar, daha güçlüdürler.
Ancak yönetim sistemimizin yapısı, kuruluş kanunları; bürokrasinin anlayışı sonucu belediyeler halka değil, merkeze bağlı yönetim sistemimizin bir parçasıdırlar. Oysa halk için yerel yönetim; oturduğu yerle ilgili kararlara, ne yapıldığına, yaşamına kimliğiyle kendisinin karar vermesi, yönetime katılmasıdır!
Gerekli ve zorunludur dediğim yönetim reformu şu ilkelerin uygulanmasıyla başlar:
Yerleşim yerlerinde (Köy, semt, mahalle, kasaba, kent, bölge birimleri ve ülkede) oturanların seçtikleri meclisler, o birime özgü bütün işlerde söz ve karar sahibidir.
Her birim meclisi; alt birimlerin sadece biri için değil, birimin tamamı için geçerli kurallar koyabilir.
Seçimlerde birimlerin etkisi, seçim barajıyla sınırlanmaz.
Bu reform yapıldığında, kısa zamanda devlet personel yönetimi karmaşası bitecek ve bugün çözülmez görünen sorunlarının çözümüne girişilebilecektir.
Yönetim reformu yapılmazsa, devletin toplumsal sorunları ve görevlerini bir yana koyarsak; 1/Devlet işlerinde verim düşmesi sürer, 2/Devlet organlarına canlılık ve inisiyatif kazandırılamaz; 3/ Devlet masraflarında israf sürer.
“Kürt sorunu yoktur” sözüne Başbakan’ın kendisinin de inandığını sanmıyorum; Kürt meselesi vardır ve bugünkü yönetim sistem ve anlayışı içinde sürecektir. Ret ve inkâr politikalarının bırakıldığı, hükümetin kimlik politikası uygulamadığı doğrudur, ancak bunlar Kürt meselesinin bittiği anlamına gelmez.
Çünkü Kürt meselesi, halkın, bütün kesimleriyle yönetime katılamamaları, kimlikleriyle yaşayamamalarının sonucudur. Bunların kalkması da yerinden yönetimle mümkündür.
Yerinden yönetim, birimlerin gücünün yetmediği konularda merkezden yardım alınamayan yönetim değildir. Yerinden yönetim, yapmak istediği ama gücünün yetmediği, o birime özgü projelere merkezin veya bölgenin katılabildiği bir yönetimdir.
Başbakan sık sık başkanlık sisteminden bahsediyor. Bir yakını, ‘uzun süre yerinden yönetim sistemi uygulanmamış bir ülkede demokratik başkanlık sistemi kurulamayacağına’ Erdoğan’ı inandırsa da bu sözden kurtulsak!
Sayın Erdoğan, başkanlıkla ilgili önerisinin, bugünkü yönetim sistemine uygulanırsa, Ankara’nın cehenneme döneceğini görecektir.
Türkiye’de her siyasal sorun, üç dönemden fazla seçilmeme kuralını değiştirmeyi kabul etmeyen Erdoğan’ı ve 2014 seçimlerini dikkate alarak düşünülmektedir. Bu kurgu içinde kalarak, ülkemiz için doğru olan önerimi yazayım:
Yerinden yönetim reformunu öngören ve cumhurbaşkanlığı yetkilerini azaltan bir anayasa yapılır; Sayın Erdoğan 2014’te cumhurbaşkanlığına aday olur; seçildiğinde, on yılda kazandığı otorite ile ihtilaf çıkarmadan başbakanı etkiler; 2019’da ilk yapılacak ara seçimde milletvekilliğine aday olur.
Bu öneriyi kabul eden Erdoğan, bugünkünden daha güçlü olarak “yola devam” diyebilir!
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.