BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN LAİKLİK ÇAĞRISI
Hilal Kaplan
19 Eylül 2011 Pazartesi 13:29
Başbakan Erdoğan'ın eski rejimlerini devirmiş, yenilerini kurmaya hazırlanan Mısır, Tunus ve Libya halklarına devlet yönetiminde laiklik ilkesini benimsemelerini tavsiye etmesi tartışma yarattı. Başbakan Erdoğan'ın laiklik çağrısı yapma ihtiyacı duymasının altında hangi saiklerin yattığına vâkıf değilim. Ancak, teorik itirazımı birazdan açmak üzere, bunu siyasî açıdan neden isabetli bir manevra olarak gördüğümü izah edeyim.
Türkiye, Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil'in de işaret ettiği gibi "İslâm dünyasının lideri" konumuna son birkaç yıl içinde hızlı bir geçiş yaptı. Guardian'da çıkan yorum yazısının başlığı aslında her şeyi özetliyor: "Türkiye'nin çağı geliyor".
Şimdiye kadar hiçbir Arap devletinin başaramadığı şekilde İsrail'i yalnızlaştıran ve en önemlisi bunu yaparken Batı'dan büyük bir tepki görmeyen, ekonomik gelişmişlik açısından dünya devleri arasına girmeye aday olan, bölge halklarının demokrasi talebine en güçlü desteği veren, demokratik düzenle barışık bir İslâm toplumu örneği sunan, Filistin Devleti'nin uluslar arası düzeyde tanınması için devreye girerek diplomatik çalışmalar yürüten Türkiye, Ortadoğu'daki değişen dengelerin öncüsü haline gelmiştir. Türkiye'nin İsrail büyükelçisini ülkesine geri göndermesinden sonra Mısır ve Ürdün'deki elçilerin de halkın tepkisi üzerine ülkelerine geri dönmek zorunda kalmaları bu liderliğin etkisine dair sadece bir örnektir.
Ortadoğu coğrafyasına dair politikalarda eskiden "piyon" konumundan bir adım ileri gidemeyen Türkiye'nin çok kısa bir zaman içinde "oyun kurucu" pozisyonuna gelmesini yüz yılı aşkın süredir İslâm dünyasının iliğini kurutan Batılı devletler ayakta alkışlamayacak, Başbakan Erdoğan'ın öncü pozisyonunu güllerle karşılamayacaklardır. Bu liderliğin önüne teorik ve pratik anlamda taş koymak için ellerinden geleni yapacaklardır. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve İngiltere Başbakanı David Cameron'ın 'sürpriz' Libya ziyareti bu "taş koyma" çabalarının sadece başlangıcıdır. Batı medyasının bu "taş koyma" çabalarına nasıl çanak tuttuğunuysa muhterem Yusuf Kaplan'ın dünkü yazısından okuyabilirsiniz. Batı medyasında Ak Parti'yle alakalı "İslâmcı kökleri olan Ak Parti" anonsuyla sunulmayan bir habere rastlamak nerdeyse imkânsız. Bu yüzden toplumun büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkenin Müslüman kimliğiyle barışık liderinin, dünya liderlerinden olmasının önünü söylemsel alanda tıkayabilecek engellerden birisi, bizim laikçilerin de uzun yıllar köpürttüğü ve bu uğurda Erdoğan'ı hapse gönderdiği, partisini kapatmanın eşiğine getirdiği "laiklik" söylemidir. Bu minvalde Başbakan Erdoğan'ın laiklik vurgusunu hem dünya kamuoyuna hem de yeni anayasa yapmanın arifesindeki ülkemizin kamuoyuna verilen bir mesaj olarak okuyorum. Yoksa Başbakan Erdoğan önerdi diye bu ülkelerin kendi iç dinamiklerini bir yana bırakıp, yeni anayasalarını salt bu tavsiye üzerinden kuracaklarını düşünmüyorum; Başbakan Erdoğan'ın da etkisini bu kadar abartmadığına eminim.
Bu husustaki teorik eleştirimse, Başbakan Erdoğan'ın kelime seçimine dair olacak; çünkü laiklikten ziyade sekülarizmin daha isabetli bir kavram olduğu kanaatindeyim. Prensipte birbirlerine yakın görünen iki kavramın, pratik anlamdaki uygulamaları birbirinden oldukça farklı. Ancak bir kelimenin zihinde yarattığı karşılığın, o kelime çerçevesinde gerçekleşmiş tarihsel olayların bagajından bağımsız olmadığını düşünürsek, kelime seçiminin oldukça hayatî bir öneme sahip olduğunu kabul etmek gerek.
Laiklik, daha çok Fransa'da olduğu gibi dinin devletin tahakkümünde esir bir hayat yaşamasını anımsatırken, sekülarizm Anglo-Sakson ülkelerdeki dinin devletten -Fransa'dakine nispetle çok daha fazla- özerkleşmesini ve kendine has özel alanlar yaratabilmesini anımsatıyor. Kısaca laiklik, devleti vatandaşın tercihlerinden üstün görerek dine karşı korurken; sekülerizm devletin vatandaşın tercihlerini ezmesine müsaade etmeyerek dini devlete karşı korumaya alıyor. Bu yüzden laik ülkelere nispetle seküler ülkelerde Müslümanlar daha özgür yaşam alanları tesis edebiliyor. Fransa'da, özellikle Sarkozy yönetimi altında, Müslümanlara yaşatılan dışarıda namaz ve peçe yasağı gibi sıkıntılara bakılırsa, Fransız laikliğinin nereye doğru gitmekte olduğunu anlayabiliriz. Üstelik Tunus gibi laikliği seçkinci bir sınıfın halka zorla uyguladığı bir devlet politikası olarak tecrübe etmiş ülkelerde "laiklik" teriminin yaratacağı karşı çıkış da hesap edilmeliydi diye düşünüyorum. Bu bağlamda Türkiye'nin cumhuriyetin kuruluş yıllarından beri deneyimlediği laiklik anlayışının da Tunus'takinden çok farklı olmadığını hatırlatmak gerek.
Tüm bu sebeplerden ötürü, Başbakan Erdoğan'dan, laiklik kavramından ziyade sekülarizm kavramını tekrar tedavüle sokmasını ve yeni anayasa tartışmalarında yukarıdan-aşağıya değil, aşağıdan-yukarıya doğru kurulan bir siyasete daha çok yakışan bu terimi ön plana çıkarmasını beklerdim; aslında hâlâ bekliyorum...
"Neo-faşizm" orkestrasının şefi ve korosuna
Murat Belge, geçtiğimiz haftalarda, köşelerinde vicdan sömürüsü yapanların çanına ot tıkayan üç yazı yazdı. "12 Eylül sonrası 'neo-faşizm' orkestrasının şefi" olarak nitelediği Ertuğrul Özkök'e ve ondan ilham alarak medya etiği dersi vermeye kalkanlara güzel bir cevap verdi. Eğer kaçırdıysanız, "Düş kırıklığına uğratmayan yazar", "Özkök'vari eleştiri" ile "Ertuğrul Özkök ve 'İçindekiler'" başlıklı bu üç şahane yazıyı okumanızı hararetle tavsiye ederim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.