24 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır16°C
  • Ankara2°C
  • İzmir9°C
  • Berlin8°C

BARIŞI DEMOKRASİ GETİRİR

Nabi Yağcı

28 Ağustos 2011 Pazar 11:27

Yazmıştım ama bu fikri biraz daha işlemenin gerekli olduğunu düşünüyorum, Bu yüzden “amasız fakatsız demokrasi” dedim. Yakın zamana kadar herkes gibi ben de barış olmadan demokrasi gelmez düşüncesindeydim, şimdi farklı düşünüyorum. Barışı önemsemediğimden değil, aksine çok önemsediğim için.

Barış mı demokrasi mi gibi saçma bir ikilem kurmuyorum. Elbette barış yoksa demokrasi de yok. Ama karşımızdaki sorun “Barış nasıl kazanılır” sorusudur. Böyle sorulduğunda iş değişiyor. Savaştan siyasal ve/veya parasal rant elde edenlerin hükmü geçiyorsa barış gelmez. Otuz yıldır gelmediği gibi. Barış mı demokrasi mi diye sormak saçma bir ikilem olur ama “savaş mı demokrasi mi” ikilemi hiç de saçma değildir. Bugün böyle bir ikilemle yüz yüzeyiz ve hızla oraya doğru kayıyoruz. Devletin Kuzey Irak’a bir kara harekâtı hazırladığını gösteren emareler çoğaldı, eli kulağındadır. PKK’den gelecek yeni bir şiddet kara harekâtının düğmesine basacak. (Ahh gençlerimiz...)

Böyle bir harekâtın sonuçlarının ne olacağını bir yana koyalım, her yanda güller açmayacak elbet, acil soru, artık gemi azıya almış olan mahşerin atlılarının nasıl dizginlenebileceğidir. “Artık PKK’yi yok edelim” histerisi giderek barış isteyenleri de hedefi içine almaya başladı. Yani topyekûn bir çatışma, hesaplaşma havası yayılıyor. Yarın bizim gibileri için “susturun bunları, terörün değirmenine su taşıyorlar” denecek. Deniyor da. Öte yanda da aynı şey oluyor. Barış çağrıları PKK basınında da sansürleniyor. Eğer halk savaşına endekslendiyse her şey, barış isteyenler elbette hoşa gitmeyecektir.

Sözün değeri yoksa

Kürtler içinden yükselen “şiddet eylemlerine son ver” çağrılarına PKK; “operasyonlara son ver” çağrılarına devlet kulak tıkayacaksa buradaki meselemiz elbette demokrasiyle ilgilidir. Yani sözün değeriyle...

Başbakan Erdoğan “sözün sonuna geldik” demişti. Başbakan’ın kastının bu olduğunu söylemiyorum ama kastı bu olmasa da bu mantık kaçınılmaz sonuçlar doğurur. Zira, sözün sonu demokrasinin sonudur. Oysa denklem açıktır: Silahın yine silahla eleştirisi savaş; sözün yine sözle eleştirisi ise demokrasidir. Barış ancak silahın eleştirisinin yerine eleştirinin silahını geçirmekle kazanılabilir.

Bu ülkede sözün değeri yoksa, silahlar sussun diyen sesin de değeri olmaz. Silahın değerini belirleyen savaş piyasasıdır, sözün değerini belirleyen piyasa ise siyasettir. Siyaset meydanı farklılıklara, çeşitliliğe yani eleştiriye kapalıysa, yani serbest değilse sözün piyasa değerini siyaset tekelleri belirler. En büyük siyasi tekel ise devlettir, çünkü elinde silah tekeli, medya tekeli ve oy tekeli vardır. En önemlisi de oy tekelidir. Emtia pazarında nasıl “paran kadar konuşuyorsan” siyasi demokraside de, eğer o demokrasi oy çokluğu ile sınırlı kalıyorsa “oyun kadar konuş” derler insana. Diyorlar da.

Çoğunlukçu temsil yetmiyor

Ahmet Kardam’ın bir incelemesinden söz etmiştim, okuyup inceleyebildiyseniz görmüş olmalısınız, kutuplaşma siyaseti oy açısından bir sınıra dayanmış durumda. Bunu her iki tarafın da gördüğüne eminim. Kritik dengeyi oy çokluğuyla aşamayacağınızı görüyorsanız seçilecek yol da bellidir. Ya çoğulcu temsile dayalı demokrasi ya da B. İskender’in kılıçla düğüm çözme yöntemi.

Diktatörlükten değil hâlihazır bugünkü durumdan, yani siyasi demokrasinin olduğu ama yetmediği durumdan konuşuyoruz. “Yetmez ama evet” demiştik, referandumdan sonra bugün yetmezliği konuşabileceğimiz sonuçlar alındı. Alındığından kuşku duyanlar varsa Işık Koşaner’e ait olduğu söylenen konuşmaya baksınlar. Bu konuşma doğruysa bugüne dek sahip oldukları statülerin yani statükonun bozulmasından nasıl rahatsız olduklarını görüyoruz. Sayıştay denetimi getiren yetersiz değişiklikten bile rahatsız olmuşlar, OYAK’taki imtiyazların tırpanlanacağından da kaygılılar. “Evet”in getirdikleri gün gibi ortada ama aynı konuşma “yetmez”i de kanıtlıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi “İster değişsin ister değişmesin” durumdan vazife çıkarma misyonlarının devam edeceği söyleniyor bu konuşmada.

Yani... Yanisi açık. Devlet yeni (ama gerçekten yeni) bir sivil demokratik anayasa ile tepeden tırnağa yenilenmedikçe yani, Türk, Kürt hepimiz kendi geleceğimize siviller olarak kendimizin karar vereceği yani, sözümüzün değer kazanacağı bir demokrasiye varmadıkça barışı kazanmak –haydi imkânsız demeyelim yine de ama–, o derecede zordur.

Öyleyse demokrasiyi barışa değil, barışı demokrasiye endekslemeliyiz.
Çatışma ortamına rağmen, değiştirilemez denen maddelerin olmadığı, “Yüce Türk milleti”, “Atatürk ilkeleri” diye başlamayan yeni bir anayasa yapma gücümüz varsa o güç barışı da kazanabilir.

Yoksa geriye mucize beklemek kalıyor.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.