23 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara16°C
  • İzmir13°C
  • Berlin3°C

BARIŞÇI VE DEMOKRATİK ÇÖZÜM ŞANSI

Nabi Yağcı

02 Ekim 2010 Cumartesi 17:25

Kürt meselemizde gelişmelerin barış sürecine doğru evrildiği yeni durumda tarafların hassasiyetlerini dikkate almanın önemi üstüne yazıyorum. Üç yazıdır ana temam bu aslında. Hassasiyetler tarihin birikimi içinde oluşur, dayandıkları temellerin bu hassasiyetleri doğurmaya yetip yetmeyeceği hiç de önemli değildir, önemli olan bu hassasiyetlerin oluşmuş olmasıdır. Bir kere oluştuğunda artık bu duygular ideolojik bir nitelik kazanarak siyaset üstünde de belirleyici hale gelirler.

Türkler de Kürtler de yalan tarihin peçesini yırtıp gerçeklere uyanıyor. Şu gerçeği görüyoruz: Osmanlı’nın son yüz yılından, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar geçen süre “Batıcı Batılılaşma” anlamında Batıcı modernizmin toplumu tek tipleştirme, homojen bir toplum yaratma çabalarıyla belirginleşiyor. Bu resmî politikaya karşı çevrenin tepkisi ise bağımsızlık ve özerklik için direnmedir. Bildiğimiz gibi önce Yunanlılar Osmanlı’dan kopuyor, sonra Araplar ve diğerleri. Ermeniler 1915 Tehciri ile hallediliyor(!), geriye büyük lokma olarak Kürtler kalıyor. Onları nasıl hallediyoruz?

Halledemiyoruz.

Osmanlı, parçalanma ve çöküşü durdurabilmek için Batı’ya özenerek ve Batı’da esen milliyetçilik rüzgârlarının etkisiyle merkezî devleti güçlendirme yoluna gidiyor. Elinde kalan toprak parçaları içinde Kürdistan önemli olduğu için gözünü oraya dikiyor. Önce aşiret düzenine saldırıyor. Kürdistan’da aşiret düzeninin baskın olduğu tarihlerde Kürt aşiretleri arasında birlik yoktu, bu nedenle tasfiye edilmeleri zor olmadı. 1836-1846 yılları arasında iki isyan görüyoruz. İlki Revanduzlu Soran Beyi Mir Muhammed’in bağımsızlık amaçlı isyanıdır. Diğeri ise Bedirhan Bey’in isyanı. Ayrıntısına girmeyeceğim. On yıl arayla birbirinden bağımsız iki isyan. İkisi de yeniliyor ve aileleriyle birlikte bir daha dönmemek üzere sürülüp tasfiye ediliyorlar.

Burada önemli olan Osmanlı ordusunun bu isyanları fırsat bilerek ilk kez Kürdistan’a girmesi ve beyliklerin özerkliklerinin kaldırılmış olması durumudur. Osmanlı aynı zamanda toprak ve idari düzeni de değiştirmeye girişir. Beyliklerin başındaki beyleri önce kendi memurları yapar, maaşa bağlar daha sonraki zamanlarda ise onların yerine merkezden Kürt olmayan memurları yerleştirir. Büyük aşiretlere dayalı düzenin yerini zayıf beylikler ve şeyhlikler alır. Zaman içinde toprak düzeni değişerek eşraf toprak ağası olmaya başlar. Böyle eşraf, toprak ağalığı ve şeyhliğe dayalı yeni bir düzen kurulur. Cumhuriyet bu düzeni aynen devralır ve esaslı bir değişime uğratmadan sürdürür. Toprak ağalarını sürer ama ağalık düzenine hiç dokunmaz, sonra da sürgündeki ağalar yeniden topraklarına döner.

1950’de çok partili sisteme geçilince durum değişir. Artık şu ya da bu ölçüde de olsa demokratik siyasetlerin zamanı gelmiştir, buna karşı direnmek mümkün değildir. Bu yeni koşullarda Kürtler nasıl kontrol altında tutulacak, homojenleştirme politikaları nasıl sürdürülebilecektir?

Metin Toker ilginç bir olayı aktarır. İsmet İnönü DP’nin kurucusu Celal Bayar’la gizli bir görüşme yapar, zımni bir anlaşma yapmak ister. Bayar’dan DP’nin Güneydoğu’da parti teşkilatı kurmamalarını ister. Biz de CHP teşkilatlarını kapatırız der. Niyet açıktır. Artık yalnız şiddet yoluyla kontrol altında tutulmaları giderek zorlaşan Kürtlerin siyasi hayata katılımlarını önlemek. Celal Bayar İnönü’nün bu isteğine evet demez ama “bu hassasiyeti dikkate alacağını” söyler.

Özetle Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana özerklik hakları zorla ellerinden alınmış, dilleri ve kültürleri baskılanmış, hatta yok sayılmış Kürtlerin siyasete demokratik yollarla katılmalarının da önü sürekli kesilmiştir.

Bu arada Kürtler de toplum olarak ekonomik, sosyal değişime uğradı, aşiret düzeni, şeyhlik, ağalık sistemi zamanla zayıfladı, böylece Kürt hareketlerinde siyasi liderlikler aydınların eline geçti. Kürt hareketi içinde demokratik süreçler güçlenir oldu. Tam bu noktada 12 Eylül faşizmi bu süreci kesti, buldozer gibi ezdi.

12 Eylül diktatörlüğünün baskı ve zulmü bu hareketin siyasi amaçlarını unutturmamalıdır. Bu hareket Anadolu’yu Türkleştirme, toplumu tek tipleştirme politikasını tamamlamak üzere yapılmış restorasyon hareketidir. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar yalnızca insanlık dışı zulümden ibaret değil, örtük amaç Kürtlerin gelecekteki liderlik kadrolarını tasfiye etmekti. 17 bin faili meçhul cinayetin bir amacı terör estirmekse diğer amacı da buydu.

Özetle, devletin Kürt hareketini kontrol altında tutmak, özgürlük ve özerklik taleplerini bastırmak için Osmanlı’dan beri uygulanan temel yöntem bu hareketin liderliğini, önder kadrolarını bölüp yapabildiği ölçüde bir kısmını yanına çekip, diğerlerini ise tasfiye etmektir.

Kürtlerin böl-yönet, asimile ve imha politikalarına karşı özerkliklerini ve lider kadrolarını koruma hassasiyetleri bu nedenlerle tarihe dayalı haklı hassasiyetlerdir.

Şimdi ilk kez Kürt meselesinde tarihte hiç denenmemiş yolu denemek şansı vardır. Kürt özgürlük hareketini muhatap almak yoluyla barışçı, demokratik çözüm.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.