BARIŞA DEĞİL SAVAŞA ODAKLANIRSANIZ...
Nabi Yağcı
31 Aralık 2011 Cumartesi 00:44
Olağan yazımı bıraktım bir kenara. Bir kitap tanıtımının son yazısı olacaktı bu yazı, ama 35 Kürt insanının öldürüldüğü haberi internete düştüğünde o yazıyı tamamlayamadım, virgülüne nokta koyamadım.
Nedir bu halkın bitmeyen acısı, çilesi, uğradığı zulümler, işkenceler, ölümler! Depremler vurur, yolları kapatan karakış vurur, hastalık vurur, işsizlik vurur, jetler vurur, devlet vurur... Varım der vurulur, dilim der vurulur, acılı türküsünü söylemek ister vurulur, onurunu korumak için ayağa kalkar vurulur, barış der yine vurulur.
Hep vurulur.
Sonra da “ekmek bulamıyorlarsa niye pasta yemiyorlar” mantıksızlığındaki şımarık saray şaşkınları sorar; “Bu halk neden bu denli öfkeli?”, “Her şeyi veriyoruz daha ne istiyorlar?”, “Devlete niye güvenmiyorlar?”
Geçen gün Leyla Zana ne istediklerini bir kez daha söyledi. Bilenler bildi, bilmeyenler duydu, duymayanlarsa yukarıdaki sorularını sormayı sürdürdü.
Duyma özürlülerinin tedavisi mümkündür, ama duymak istemeyen sağırlarınki asla...
Taraf’ın verdiği haberde görüyoruz, çoğu çocuk, 12 yaşında olan da var içlerinde. Tek tek adlarını yaşlarını okurken yüreğime bir ateş düştü, neredeyse bir ailenin tüm çocukları: Çetin Encü, Bedran Encü (12), Erkan Encü (13), Şıvan Encü (14), Mehmet Encü (15), Savaş Encü(15), Bilal Encü (15), Orhan Encü (15), Şervan Encü (16), Cemal Encü (16), Fadıl Encü (16), Vedat Encü (16), Cinan Encü (16), Mahsum Encü (16), Salih Encü (17), Serhat Encü (17), Nevzat Encü (20), Hamza Encü (22), Selam Encü (22), Zeydin Encü(22), Fikret Encü, Hüsnü Encü (27), Selahattin Encü, Selman Encü (40)... Yalnızca ölen çocukların değil geride kalan Encü ailesinin büyük acısıydı içime düşen...
Oğlunu yitiren Mercan Encü “30 lira için oğlumu kaybettim” diyor. Hikâye ise hikâye değil, yalnızca acı, zehir zıkkım bir acı; “Bizlerin başka imkânı yok burada. Kaçakçılık yapmaya mecburuz. Yedi yıl önce büyük oğlum bu işi yaparken mayına bastı ve ayağını kaybetti. 12 yaşındaki Aslan’ım da ağabeyine protez bacak alabilmek için kaçakçılığa gitmişti, iki bidon benzine gitmişti. Devlet önlerini kesip uçaklarını göndermiş. El kadar çocuklardı. Gitmeselerdi aç kalırdık...”
Siz hâlâ Kürtler için çok şey yaptık mı diyorsunuz?
Taraf muhabiri Bahar Budancir 17 yıl öncesini bize hatırlattı. “35 köylünün kaçakçılık yaparken bombalanıp öldürülmesi ilk değil” diyor. 1994 yılında Şırnak’a bağlı Kuşkonar ve Koçağalı köyleri savaş uçakları tarafından gündüz gözü yine bombalanmış. Aralarında çocukların da olduğu 38 köylü parçalanarak yaşamını yitirmiş. Gerekçe yine aynı: PKK. Bu köylerde havan topu ve patlayıcı imal ediliyormuş! Tahkikat açılmış, içinde açlığın dövüldüğü mutfak havanlarından başka hiçbir şey bulunamamış. Soruşturmanın sonu malûm: Hasıraltı.
Bir de 1943-Van damgalı Mustafa Muğlalı olayı var, aynı nedenle 33 köylünün kurşuna dizilmesi olayı.
Kaza değil katliam bunlar
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “Operasyon kazası, gereği yapılacak” demiş. Gereği yapılsın elbette ama adı doğru konulmadan o gerek de yapılamaz. Bu açıklama, sonucu şimdiden ilân ediyor zaten, soruşturmaya ne gerek var? “Kaza” diyor.
Ahmet Altan bu olayda apaçık kuşku yaratan sorular sıralamış, önyargısız her insanın aklına düşen sorular bunlar; dediği gibi “Pek yanlışlığa benzemiyor bu iş”. Bu soruların peşi bırakılmayacak kuşkusuz. Her şeyi unutalım, PKK’yi de bir yana koyalım ve soralım: Böyle bir kaçakçılık olayı Batı sınırında Türklerce yapılmış olsaydı acaba tek bir istihbarat bilgisine dayalı olarak savaş uçakları oraları da bombalar mıydı? Hiç kuşku yok hayır.
Burayı niye bombalıyor?
Leyla Zana ne mi istiyor?
Hâlâ anlamıyor musunuz? İnsan yerine konulmak. Ne var ki, arada ufacık bir fark var, dün yalnızca talep ediyorlardı bugün ise “çözümün tarafıyız, bizsiz çözemezsiniz, gelin bu sorunu, savaşla değil müzakereyle Türk-Kürt birlikte barış ve demokrasiyle çözelim” diyorlar.
Acaba bu açıklamanın ardından bombaların yağması bir tesadüf mü?
İsterse tesadüf olsun ve hatta isterse gelen MİT istihbaratının arkasından PKK’li şahinlerin, ya da Ergenekon artıklarının dezenformasyonu çıksın, ne fark eder? Topyekûn savaşa odaklanmış bir siyaset izliyorsanız bu tür bir olaya “kaza” diyemezsiniz. Barış ortamında olsaydık, barış siyaseti izleniyor olsaydı böyle bir katliam olur muydu? İsterse gelenler “PKK’li teröristler!” olsun, katledilirler miydi? Savaş diye ille de katletmek mi gerekli?
Siz parmağa değil parmağın işaret ettiği yere bakın. Ölenlere...
Şimdi bir fırsat var. Madem kaza diyorsunuz o halde BDP’nin üç günlük yas ilânına AKP de, CHP de bütün Türkiye de katılmalı.
Ölenler insan ve vatandaşlarımız zira.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.