25 Kasım 2024
  • İstanbul2°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara-2°C
  • İzmir5°C
  • Berlin12°C

BARIŞ VE ÇÖZÜM SÜRECİ (II)

İsmail Beşikci

25 Ocak 2015 Pazar 18:58

Bölünmenin, Parçalanmanın ve Paylaşılmanın Nedenleri

Bölünmede, parçalanmada ve paylaşılmada önemli bir konu, bütün bu ilişkilerin ana nedeni üzerinde durmak olmalıdır. Petrol, Kürdistan’ın doğal zenginlikleri, şüphesiz çok önemli bir konudur, önemli bir nedendir.

Kafkasya’da, Azerbaycan Cumhuriyeti, 28 Nisan 1920’de Bolşevikleştirildi. Bu tarihe kadar Büyük Britanya, Bakû petrollerini işletir durumdaydı. Azerbaycan’ın Bolşevikleştirilmesiyle, Büyük Britanya, bu büyük enerji kaynağını kaybetti. 1908 ve sonrasında, Kerkük’de de petrol bulunmuştu. Araştırmalar, Kerkük’ün de petrol bakımından zengin bir bölge olduğunu gösteriyordu. Büyük Britanya bu yönden Kerkük’le ilgilenmeye başladı.

Irak, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti çerçevesinde, Büyük Britanya’ya bağlı bir manda devlet (sömürge devlet) olarak kurulmuştu. Büyük Britanya, Musul vilayetinin, yeni tasarlanan manda devlet içinde yer alması için yoğun bir çaba sarfetti. O dönemde Irak, üç vilayetten oluşuyordu. Bağdat, Basra, Musul… Musul vilayeti, Kerkük’ün de dahil olduğu Kürd bölgesini içeriyordu. Bugünkü, Süleymaniye, Duhok, Hewlêr, Kerkük, Musul vilayetleri…

Misak-ı milli, anlayışından ve petrolden dolayı, Kerkük’e, Musul Vilayeti’ne Mustafa Kemal de çok ilgi gösteriyordu. Bu bakımdan, Musul Vilayeti, Büyük Britanya ile Mustafa kemal arasında, büyük anlaşmazlıklara neden olan bir sorun olarak ortaya çıktı.

20 Kasım 1922 de, İsviçre’de, Cenevre’de Lozan görüşmeleri başladı. Lozan Antlaşması’nın gerçek adı, Yakındoğu İşleri İle İlgili Lozan Antlaşması’dır. Lozan görüşmeleri sırasında, Türk heyetiyle Büyük Britanya heyeti arasındaki en önemli sorun, Musul sorunuydu. Büyük Britanya, Musul’un, kendi egemenliğindeki Irak mandasına bağlanmasını istiyordu. Türk heyeti ise, “buralar bizimdir, bu topraklar Osmanlı mülküdür. Atalarımız bu topraklarda 400 yıldır at koşturmuştur” diyerek, Musul Vilayeti’nin Türkiye’nin egemenliği altında bulunması gerektiğini söylüyordu. Taraflar, diplomatik yollarla birbirleriyle çelişen tezlerini savundular. Bu anlaşmazlıklardan ve benzer anlaşmazlıklardan dolayı Lozan görüşmeleri 4 Şubat 1923’de, kesintiye uğradı.

Taraflar, görüşmelerini 4 Şubat 1923’den sonra da sürdürdüler. 23 Nisan 1923’de İkinci Lozan Görüşmeleri başladı. Taraflar, Musul Vilayeti’ne ilişkin zıt görüşlerini bu süre içinde de dile getirdiler.

Yakındoğu İşleri İle İlgili Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923’de imzalandı. Musul Vilayeti ile ilgili sorunlar, bu anlaşmayla çözülemedi, yani Irak sınırı henüz belirlenemedi. Taraflar, ileri bir tarihte, sorunun tekrar ele alınması konusunda anlaştılar.

19 Mayıs 1924’de, İstanbul’da, tarafların katıldığı bir toplantı düzenlendi. 5 Haziran 1924’e kadar süren bu toplantıya Haliç Konferansı deniyor.

Bu toplantıda, Büyük Britanya ve Türkiye, sorunun Milletler Cemiyeti’ne havale edilmesi konusunda anlaştılar. Milletler Cemiyeti soruna el attı. 30 Eylül 1924’de Milletler Cemiyeti, soruna ilişkin bir rapor hazırlanmasına karar verdi. Rapor hazırlanması için üç kişilik bir komisyon kurdu. Bu komisyon Macar eski başbakanlarından, Kont P. Teleki’den, İsveç’in tam yetkili diplomatı, Bakan M. Af Wirsin’den, Belçikalı Albay, A. Paulis’den meydana geliyordu. (Musul Kerkük Sorunu ve Kürdistan’ın Paylaşımı, Milletler Cemiyeti Belgelerinden, Milletler Cemiyeti tarafından 30 Eylül 1924 de oluşturulan komisyon tarafından hazırlanan rapor, Med Yayıncılık, Eylül 1991, s. 13)

Komisyonun raporu 16 Temmuz 1925’de son şeklini aldı. (y.a.g.e. s. 245) Komisyon raporunu Eylül 1925’de Milletler Cemiyeti’ne sundu.

Rapor, Musul Vilayeti’nde nüfusun çoğunluğunun Kürdlerden oluştuğunu, (y.a.g.e. s. 14) bölgede bir devlet kurulacaksa bunun, Kürd devleti olması gerektiğini belirtiyordu. Ama, Milletler Cemiyeti’nin, kendilerinden iki şıktan birinin, değerlendirilmesini istediğini, bu doğrultuda rapor hazırladıklarının vurguluyordu.

Rapor, bölgenin Büyük Britanya’ya bağlanmasının istiyordu. Milletler Cemiyeti bu öneriyi hemen kabul etti. O dönemde, Milletler Cemiyeti’nde, Büyük Britanya’nın çok büyük ağırlığı vardı. Türkiye, Milletler Cemiyeti’nin bu kararına tepki gösterdi.

Milletler Cemiyeti’nin bu kararı üzerine, 5 Haziran 1926’da, Büyük Britanya ile Türkiye arasında anlaşma imzalandı. Türkiye-Irak sınırı böyle çizildi.

Türkiye-Irak sınırının çizilmesi bir uzlaşmayı gösteriyordu. Bu uzlaşma kanımca, şöyle gerçekleşti. Mustafa Kemal, Büyük Britanya’ya şöyle söylemiş olabilir. “Musul üzerindeki haklarımızdan vazgeçiyoruz, ama siz de Kürdlerden gelen bağımsızlık, özerklik istemlerine hiçbir zaman yanıt vermeyin. Bunlara karşı olduğunuzu her zaman dile getirin…”

Büyük Britanya’nın sömürge yönetiminin önemli bir özelliği vardır. Büyük Britanya, sömürgelerinin, dolaylı yollarla, özerklik vererek yönetmiştir. Hindistan’da da böyledir, Kenya, Tanzanya, Bostwana, Zimbabve, Zambiya, Uganda gibi sömürgelerde de böyledir. Büyük Britanya’nın, özerklik vermeden yönettiği tek alan Kürdistan’dır. Kürdlerin, Güney Kürdistan’da, bağımsızlık, özerklik istemlerini, Irak Arap yönetiminden önce, İngilizler bastırmıştır. İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri, en çok Kürdistan’da, Kürdlere karşı kullanılmıştır. Büyük Britanya’nın, Kürdleri baskı altında tutması, Mustafa Kemal’in istemlerini büyük ölçüde karşılıyordu.

Kürdistan’ın bağımsız bir devlet olarak varlığının istenmemesinin, sömürge bir ülke olarak bile yaşamasının istenmemesinin, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesinin, parçalanmasının, paylaşılmasının, önemli bir nedeni de, Kürdlerin, 1915 Ermeni soykırımında oynadığı rol olabilir. Bu düşüncenin biraz açılmasında yarar vardır.

Ermenilerin, soykırıma uğratılması, şüphesiz, İttihat ve Terakki’nin bir planıdır. Rumların-Pontusların sürgünü, Ermenilerin, tehcir uygulaması sürecinde, soykırıma uğratılması, bu şekilde, Rumlardan ve Ermenilerden kalan taşınmaz mallara el konulması, İttihat ve Terakki’nin, 1910’larda, özellikle Trablus ve Balkan savaşlarından sonra ince ince planladığı bir konudur. Kürdler bu konuda tetikçidir. Kürdlere verilan görev tetikçiliktir. Diyarbakır’da, Mardin’de tetikçiliği aşana bazı durumlar yaşanmış olabilir. Ama, Kürdlerin rolü genel olarak tetikçiliktir. Ermenilerin, asırlardır yaşadıkları topraklarda soykırıma uğratıldıkları, Otoktan halkın, uzaktan gelenler tarafından alloktonlar tarafından soykırıma uğratıldıkları söylenebilir. Böyle olsa bile bu durum, Batı kamuoyunda, Kürdlere karşı olumsuz bir duygunun, düşüncenin oluşmasına yetmiştir.

Durumu, 1915 öncesine götürmekte de yarar vardır. 1840’larda, Mir Bedirxan’ın, Hakkari yöresinde, Nasturilere iki defa saldırması, 1843’de on bin, 1846’da 20 bin Nasturinin kılıçtan geçirilmesi, Fransa’da ve Büyük Britanya’da Kürdlere karşı büyük tepkilerin doğmasına neden olmuştur. Nasturilere karşı yürütülen operasyonlardan dolayı, Fransa, Büyük Britanya gibi devletler, Padişah Abdülmecid’e (1839- 1861) başvurarak, Mir Bedirxan’ın cezalandırılmasının istemişlerdir. 1843, 1846 saldırılarından sonra, Mir Bedirxan’ın Nasturilerin evlerinin, köylerini yakıp yıktığı, mallarına el koyduğu, kadınları, çocukları esir aldığı, esir pazarlarında sattığı da vurgulanmaktadır. Mir Bedirxan bu tür operasyonları bölgedeki Ezidilere karşı da gerçekleştirmiştir.

1894-1895’de, Sason’da, Hamidiye Alayları’nın, etkin olduğu bir dönemde, bazı Kürd aşiretlerinin, Ermenilere çok büyük baskılar yaptığı, katliamlar gerçekleştirdiği Ermenilerin, Sason ve çevresindeki Ermenilerin yerlerini-yurtlarını terke zorlandıkları yine çok vurgulanan bir konudur.

1909’da, Klikya’da, Ermenilere karşı geliştirilen saldırılarda, Kürdlerin rolü yine vurgulanmaktadır. Bütün bunlar, batı kamuoyunda, Kürdlere karşı olumsuz duyguların, düşüncelerin gelişip kökleşmesine neden olmuştur.

Bu süreçlerde, devletin Kürdlere karşı geliştirdiği iki politikaya dikkat çekmekte yarar vardır. Gerek Sulan Abdülhamit döneminde, (1876-1909) gerek İttihat ve Terakki döneminde, devlet, Ermenilerle ilgili sorunların çözümünde, Kürdlerden yararlanmak için özenli bir politika yürütmüştür. Abdülhamit döneminde İslam ümmetine, İslam kardeşliğine dayalı bir politika yürürlüktedir. İttihatçıların politikasının esasını ise, Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu oluşturmaktadır. İttihatçıların bu politikası, Cumhuriyet döneminde daha sistematik ve kararlı olarak sürdürülmüştür. Ama, İttihatçılar, Ermenilerle ilgili sorunların çözümünde, Kürdlerin yardımını almaya düşündükleri için asimilasyon politikasını ısrarla gündeme getirmemişlerdir. Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu politikası, Cumhuriyetle birlikte yaşama geçirilen bir politikadır. Artık, yeni Türk devleti kurulmuş, devleti geleceği, Yakındoğu İlleri İle ilgili Lozan Antlaşması’yla garanti altına alınmış, Rum sorununun, Ermeni sorununun çözümünde Kürdlerin yardımına ihtiyaç kalmamıştır. Kürdlerin, Kürdçe’nin, Kürdistan’ın inkarı, Cumhuriyetle başlayan, gittikçe güçlendirilen bir politikadır.

Bu ilişkileri, Haçlı Seferleri döneminde, Selahattin Eyyubi’ye kadar götürmek mümkündür. Batılılar, Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü kurtarmasını, Haçlılar’ı, Levan’dani Yakındoğu’dan söküp atmasını hiçbir zaman unutmamışlardır. Sellahattin Eyyubi denince, Kürd komutan akla gelir. Bir İngiliz komutan, 1918 sonlarında, Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın Suriye’yi işgali sırasında, Selahaattin Eyyubi’nin Şam’daki mezarının başına gider ve mezarı tekmeleyerek, “Kalk Selahattin, biz yine geldik” demiştir.

Osmanlı, Arap, Kürd, İngiliz İlişkileri

Bu süreçde, Osmanlı, Arap, Kürd, İngiliz, Fransız ilişkilerine de bakmak gerekir. Araplar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılıp kendi devletlerini kurma çabası içindeydiler. Bunun için Büyük Britanya’nın kendilerine yardımını istiyorlardı. Bu konuda, Mekke Şerifi Hüseyin’in, İngilizlerle yürüttüğü gizli ilişkileri dikkat çekmektedir. Bağdat, Şam, Kahire Mekke gibi merkezlerde, Arap milliyetçiliğinde kabarmalar oldu. İslam, Müslümanlık, Arap milliyetçiliğinin geliştirilmesinde önemli bir etken olarak kullanıldı. Cemal Paşa’nın, 6 Mayıs 1916’da, Şam’da, yüz Arap aydınını astırması, Arap milliyetçiliğinin gelişmesinde büyük rol oynadı, Cemal Paşa o zaman Suriye valisiydi.

Kürdlerdeyse, Padişahı kurtarmak, Halifeyi kurtarmak, İslam’ı kurtarmak, daha önemliydi. Kürdler, İslam ülkelerinin “gavurlar” tarafından işgal edildiğini, Padişah’ın, Halife’nin “gavurlar” elinde esir olduğunu, “gavurlar”la savaşarak, Padişah’ı, Halife’yi, kurtarmak gerektiğini düşünüyorlardı. Kürdler, “gavurlar”ı İslam ülkelerinde kovmak gerekir, diyorlardı. Araplarda bağımsızlık anlayışı güçlüydü, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılıp kendi bağımsız devletlerini kurmak Araplar için önemliydi. Bu konuda, Büyük Britanya’dan yardım istiyorlardı. Kürdlerdeyse, bağımsızlık anlayışı güçlü değildi. Osmanlıyla, Türklerle birlikte yaşamak daha önemliydi. İslam, Müslümanlık, Halife’nin, Padişah’ın İslam’ın kurtarılması güçlü moral değerler olarak dile getiriliyordu.

İslam deyince ilkönce elbette Mekke akla gelir. Mekke’de Müslümanlar, İslam’ı böyle değerlendirirken, Kürdlerin bu şekilde bir tutum takınması, ancak, işgüzarlık olarak anlaşılır.

Mustafa Kemal, Arapların, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak ayrı bir devlet kurmalarına karşı değildi. Bunu kabul ediyordu. Ama, Kürdlerin, bağımsızlık, özerklik istemlerine kesinlikle karşıydı. Bu konuda, İttihat ve Terakki yönetimi tarafından formüle edilen asimilasyon programına bağlıydı. Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi döneminde, Amasya Protokollerinin hazırlandığı dönemde, Doğu’da ve Güneyde, Ermenilerle, Batı’da, Yunanlılarla yapılan savaşlar sırasında Kürdlerin yardımını alabilmek için “mücadelenin başarıya ulaşmasından sonra” Kürdlere de milli haklarının verileceğini söylüyordu. Ama, Kürdlerle ilgili esas düşüncesi, İttihat ve Terakki tardından formüle edilen düşünceydi. Asimilasyon. Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu.

İngiliz orduları, Birinci Dünya savaşı sürecinde, Basra’ya çıktıkları zaman, Araplar, İngiliz ordularının alkışlarla karşıladılar. Bağdat’da, İngiliz orduları, yine alkışlarla karşılandı. Ama, İngiliz orduları Kuzeye doğru, Musul’a doğru ilerledikçe Kürdlerin saldırılarıyla karşılaştı.

O dönemse, Güney Kürdistan’da, Şeyh Mahmud Berzenci, “Ben Kürdistan kralıyım” diyordu. Büyük Britanya’dan, kendi krallığını, bağımsız Kürdistan’ı tanımasını istiyordu. Büyük Britanya ve Fransa gibi emperyal devletler, değil, bağımsız Kürdistan’ı, sömürge Kürdistan’ı bile kabul etmiyorlardı. 1919 Mayıs-Haziran aylarında, İngiliz ordularıyla, Şeyh Mahmud Berzenci liderliğindeki Kürd birlikleri arasında çok büyük çatışmalar oldu. İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri Kürdleri durmadan bombalamıştı Kürdlere karşı zehirli gazlar bu dönemde kullanıldı.

Güney Kürdistan’da, Kürdlerin bu şekilde, İngilizlerle savaşa tutuşması Kürdleri yönetmenin çok zor olduğu şeklinde bir anlayışın gelişmesine neden olmuştur. Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesinde, parçalanmasında ve paylaşılmasında bu anlayışın da rolü vardır.

Bütün bu süreç içinde, Mustafa Kemal’in Kürd liderlerle, Şeyh Mahmud Berzenci’yle ilgili politikası şu olmuştur. Mustafa kemal, Kürd liderlerin, Şeyh Mahmud Berzenci’nin, Büyük Britanya ile sıcak ilişkiler geliştirmelerini engellemek için yoğun bir çaba harcamıştır. Çünkü, Büyük Britanya yöneticileri ile kurulacak sıcak ilişkiler, bu ilişkilerin gelişmesi, statü sahibi bir Kürdistan’ın oluşmasını getirebilir, anlayışı vardı. Bu bakımdan Mustafa Kemal, Şeyh Mahmud Berzenci’nin, İngilizlerle yürüttüğü savaşa her zaman destek olmuştur. Mustafa kemal’in Erzurum Kongresi sırasında (Temmuz-Ağustos 1919) Sivas Kongresi sırasında (Eylül 1919) Kürd aşiret reislerine, Kürd şeyhlerine, toprak sahibi ailelere mektuplar yazdığı, mücadele sürecinde onların yardımın istediği, aksi halde Kürdistan’ın Ermenistan yapılacağını vurguladığı bilinmektedir. Kendisine mektup yazılanlardan bir de Şeyh Mahmud Berzenci’dir.

Mustafa Kemal, Bağımsız Kürdistan davası güden kişileri, aileleri, örneğin Bedirxanileri etkisiz bırakmak, onların yürüttükleri çalışmaları engellemek için çok büyük bir çaba içinde olmuştur.

Mustafa Kemal, Kürd liderlerin Büyük Britanya ile ilişkiler kurmasını engellemek için çok çalışmış, ama, kendisi anti-Kürd politikanın ve uygulamanın güçlenmesi için, İngilizlerle her zaman ilişki içinde olmuştur. Bu ilişkiler geliştirmek için tavizler de vermiştir.

“Gelecekte Birkaç Kürt Devleti Göreceğimizi Öngörebiliriz”

Prof. Dr. Korkut Boratav’ın, “gelecekte birkaç Kürt devleti göreceğimizi öngörebiliriz” şeklinde bir açıklaması oldu. (t24, 3 Ocak 2015) Korkut Hoca, bu açıklamasına, “bu geleceğin tüm Kürt gruplarını kapsayabilmesi için, Ortadoğu’nun tümünde, sosyalist devletler topluluğunun oluşmasını beklememiz gerekecektir.” diyerek devam etmektedir.

Korkut Hoca’nın bu görüşlerinin, düşüncelerinin eleştirilmesinde yarar vardır. Bu düşünceler, görüşler iki bakımdan irdelenebilir. Birinci olarak Korkut Hoca’nın söylemediklerine dikkat çekmek gerekir. “Gelecekte, birkaç Kürt devlet göreceğimizi öngörebiliriz” deniyor. Fakat, Kürdlerin/Kürdistan’ın nasıl bölündüğü, parçalandığı, paylaşıldığı hakkında bir şey söylenmiyor. Halbuki, Kürdlerle, Kürdistan’la ilgili temel olgu budur. Bu sürecin ne zaman yaşandığı, belli başlı aktörlerinin kimler, hangi yönetimler olduğu elbette çok önemli konulardır.

Kürdlerin haklarının ve özgürlüklerinin gerçekleşmesinin, “Ortadoğu’nun tümünde sosyalist devletler topluluğunun oluşması” gerekir deniyor. Kürdlerin haklarına ve özgürlüklerine kavuşması için bu koşulun ileri sürülmesi sağlıklı bir yol değildir.

Dünyada bugün, 210 civarında devlet vardır. Bunlardan 193’ü Birleşmiş Milletler’e üyedir. Bu devletlerin hangisinin etrafında önce “sosyalist devletler topluluğu” oluştu, sonra da bu devlet/devletler temel hak ve özgürlüklerin kavuştu? Var mı böyle bir örnek?

Filistinli Araplara, “Önce İsrail sosyalist olsun, Ortadoğu’da sosyalist devletler topluluğu oluşsun, siz de bu şekilde haklarınıza ve özgürlüklerinize kavuşursunuz…” diyebiliyor musunuz?

Son 30 yılda 30’dan fazla devlet kuruldu. Bunlardan hangisi, etrafında, “sosyalist devletler topluluğu oluştuktan sonra haklarına ve özgürlüklerine kavuştu?

20. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle üçüncü çeyreğinde, Batı Almanya-Doğu Almanya, Güney Vietnam-Kuzey Vietnam, Güney Yemen-Kuzey Yemen önemli sorunlardı. Çağdaş dünya, bölünen Almanya, Vietnam ve Yemen’i birleştirmek için Arap devletlerinin birleştirmek için çok çaba sarfetti. Örneğin, Suriye ile Mısır, 1958-1961 arasında Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleşmişti.

Almanyaların, Vietnamların, Yemenlerin birleştirilmesi için yoğun çaba harcayan dünyanın, Kürdistan’ın ve Kürdlerin bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış kalması için büyük bir özen gösterdiği görülmektedir. Kürdlerin/Kürdistan’ın durumuyla, Almanyaların, Vietnamların, Yemenlerin durumu şüphesiz çok farklıdır. O zamanlar, Batı Almanya da devletti Doğu Almanya da. Kuzey Vietnem de devletti, Güney Vietnam da. Güney Yemen de devletti, Kuzey yemen de… Suriye de devletti, Mısır da… Birleşmede, bu devletlerin, buralarda yaşayan halkların iradeleri, istekleri şüphesiz ön plandadır. Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesiyle, parçalanmasıyla, paylaşılmasıyla ortaya çıkan durum böyle değildir. Burada, Kürdlerin istek ve iradeleri değil, Kürdleri, Kürdistan parçalarının ayrı ayrı yöneten devletlerin istek ve iradeleri, söz konusudur. Bu istek ve irade her zaman Kürdler ve Kürdistan üzerinde egemenliğin sürdürülmesi bunun için de Kürd haklarını ve özgürlüklerinin baskı altında tutulması şeklinde tecelli eder.

Güney Kürdistan’da, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Kurulması

20 Mart 2003’de, ABD’nin ve Koalisyon Güçlerinin, Irak’a müdahalesi Kürdler ve Kürdistan için çok ciddi bir dönüm noktası olmuştur. Bu silahlı müdahale sonunda, Saddam Hüseyin rejimi yıkılmış, Baas Partisi, el Muhaberat dağıtılmış, ordu dağıtılmış, kitle imha silahları imha edilmiştir. Bu, Kürdlerin önünü açan bir süreç yaratmıştır. Zira Kürdleri baskı altında tutan, Kürdleri tehdit eden unsurlar bunlardı. 16 Mart 1988’de, Halepçe’de soykırım gerçekleşmişti. Saddam Hüseyin rejimi, bu soykırımı, bütün Kürdistan’a, Güney Kürdistan’a yaymak için elverişli koşulların oluşmasını bekliyordu. Belli başlı bu tehditler ortadan kaldırılınca, Kürdlerin önü açıldı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi böyle kuruldu.

ABD’nin Irak’a müdahalesinin, esas nedeni, şüphesiz, Kürdler/Kürdistan değildi. Ama, Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasının yarattığı ortamdan Kürdlerin de yararlanması çok doğaldı. Örneğin federal Irak anlayışı, Kürdlerin kararlı tutumuyla Irak anayasasında yer almıştır. ABD başlangıçta, federal Irak anlayışına karşıydı. ABD 18 vilayete dayalı merkezi yönetimin aynen devam etmesini, sadece Saddam Hüseyin’in değişmesini istiyordu. Irak anayasasında, federal Irak anlayışı, Kürdlerin kararlı tutumuyla yer aldı. Bu kararlı tutum karşısında ABD de bunu kabul etmek durumunda kaldı.

Bu süreçte tarihsel bir ironiye de yer vermek gerekiyor. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, Kürdlern/Kürdistan’ın bölünmesinde, parçalanmasında ve paylaşılmasında Büyük Britanya, Fransa gibi emperyal devletlerin büyük rolü vardı. Dünyaya nizam veren, Kürdleri ve Kürdistan’ı statüsüz bırakan bu güçlerdi. Bu emperyal güçler, Yakındoğu’daki, Ortadoğu’daki, Türk, Arap ve Fars yönetimleriyle şüphesiz işbirliği içindeydi. Bu işbirliği, zamanla geliştirildi, güçlendirildi.

21. yüzyılın başındaysa, başka bir emperyal güç, ABD, Kürdlere/Kürdistan’a statü vermeyen bu statükoda büyük bir gedik açtı. Kürdistan Bölgesel yönetimi, artık, uluslararası ilişkilerde tanınan bir statüdür.

Saddam Hüseyin, Kürdistan’dan çıkardığı petrolden elde ettiği gelirlerden bir kısmıyla savaş uçakları, tanklar, toplar, zırhlılar, zehirli gazlar, mayınlar vs. alıyor, Kürdistan’a bunları gönderiyordu. Bugünse, Kürdistan Bölgesel Yönetimi kendisine ayrılan bütçeyle, yollar, okullar, hastaneler, konutlar vs. yapıyor, elektrik su, kanalizasyon gibi temel alt yapı hizmetlerini yaygınlaştırmaya çalışıyor.

Kürdistan’da iç dinamiklerin gelişmesi şüphesiz çok önemlidir. Ama, dış dinamikler, hala etkilidir, belirleyicidir.

Stratim, İstanbul Forum’da, “Kürtler, Barış Süreci ve Bölgesel Mülahazalar” konula bir sempozyum düzenledi. Çetin Çeko’nun haberine göre, bu sempozyumda, ABD yönetimi ile sıkı ilişkileri olan Prof. Dr. Henri Barkey, “şimdiki zamanın en büyük kazananı Kürtlerdir” dedi. Çetin Çeko’nun haberine göre, Henri Barkey’in, konuşmasında üç konu dikkati çekmektedir. Henri Barkey, IŞİD’le savaşın çok uzun zaman alacağını söylemektedir. İkinci olarak “Sykes-Picot Antlaşmasının kısa vadede yıkılmasına imkan yoktur” demektedir. Üçüncü olarak da, “Erdoğan, artık, ABD’yi Kürt politikası konusunda ikna edebilme olanaklarına sahip değil” demektedir.

Prof. Berkey’in bu görüşlerinin, düşüncelerinin irdelenmesinde yarar vardır. IŞİD bugün kiminle savaşmaktadır? IŞİD’e karşı savaşanlar kimlerdir? IŞİD Kürdlerdle savaşmaktadır, Kürdistan’da savaşmaktadır. IŞİD’e karşı savaşanlar da sadece Kürdlerdir. Gerek Suriye’de, gerek Irak’ta, IŞİD’e karşı savaşanlar Kürdlerdir. IŞİD, Irak-Şam İslam Devleti’ni Kürdistan’da kurmaya çalışmaktadır. ABD’nin, Koalisyon güçlerinin IŞİD’e karşı yürüttüğü havadan bombardımanlar elbette önemlidir. Ama, kara savaşı Kürdler tarafından yürütülmektedir.

Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması dikkatlerden uzak tutulamaz bir konudur. Neden Irak’ın Kürdistan’ı vardır, Suriye’nin Kürdistan’ı vardır, Türkiye’nin, Kürdistan’ı vardır; İran’ın Kürdistan’ı vardır ama Kürdlerin Kürdistanı yoktur önemli, bir sorudur. Kürdistan’ın, Kürdlerin bölünmesi parçalanması ve paylaşılası 1916 Sykes-Picot düzeniyle ilgilidir. Henri Barkey ise, Sykes-Picot Anlaşması’nın kısa vadede yıkılmasına imkan yoktur” demektedir. Bu, “Sykes-Picot düzenini zorla yaşatmaya devam edeceğiz” demektir.

Toplumsal ve siyasal bir politikada amacın meşru olması çok önemlidir. Sykes-Picot düzeni, Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması 1910’larda meşru değildi. Bugün hiç değildi. Sykes-Picot düzeni çoktan iflas etmiştir. “Sykes-Picot düzeni kısa vadede yıkılmayacak” demek, bu düzeni yaşatmak için her yolu, her olanağı kullanacağız” demektir. Saddam Hüseyin, bu düzeni, Kürdlere karşı soykırımlar yaparak sürdürmeye çalışıyordu. Kürdlerin neler yapması gerektiği açıktır. Kürdler, bilimin ve siyasetin kavramlarıyla, diplomasinin kavramlarıyla hem bu düzenin, bu düzenin kuruluşunu, bugün bu düzeni sürdürmek isteyen anlayışları eleştirmektir. Bu eleştirileri sürekli yapmak önemlidir. Bunun yanında, Kürdler, kendi devletlerinin kurup dünya uluslar ailesinine girmenin, bu ailenin eşit bir ferdi olmanın yolunu da bulmalıdırlar.

Henri Barkey’in açıklamasını olumlu bir yönü, Türk yöneticilerin, Kürt politikası konusunda artık ABD’yi ikna edemeyecekleridir. Şimdiye kadar, hep, Türklerin hassasiyeti dikkate alınıyordu. Kürdler/Kürdistan bilmezlikten, görmezlikten geliniyordu. Artık, “Kürdlerin hassasiyeti”nin farkına varılmış olması da önemlidir.

22 Ocak 2015 tarihli basında, “IŞİD’e karşı, Londra’da koalisyon zirvesi”nin toplanacağını bildiren bir haber vardı. Haber, bu zirveye, Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’nin davet edilmediğini de bildiriyordu. IŞİD’e karşı savaşan Kürdlerin bu zirvede yer almamaları elbette çok büyük bir eksikliktir. IŞİD saldırılarından sonra, Kürdistan’da iki milyona yakın mülteci birikti. Musul’dan, Irak’ın öbür bölgelerinden, Suriye’den, Kürdistan’dan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne sığınan mülteciler… Bu ortamda bile Kürdlerin, böyle bir zirvede temsil edilmemesi dikkatlerden uzak tutulacak bir olay değildir. Bu, uluslararası anti-Kürd nizamın hala sürdürülmeye çalışıldığı anlamına gelmektedir. Buna karşı Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’nin tepkisi çok yerindedir, olumludur. “Hiç kimse hiçbir taraf, Kürdistan halkını temsil edemez ve Kürdistan halkının uluslar arası toplantılarda sözcülüğünü yapamaz.” “IŞİD’le savaş sürecinde Kürdistan’ın verdiği kurbanların, başkalarına mal edilmelerin hiçbir zaman izin vermeyeceğiz.”

IŞİD’’e karşı 21 devletin toplantısının 22 Ocak gerçekleştiği bildirildi. Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’nin bu açıklamasından sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı Basın Sözcüsü Jen Psaki’nin bir açıklaması oldu. Jen Psaki, Irak’ı Başbakan Haydar Abadi’nin temsil ettiğini vurguladı.

Bu açıklama iki bakımdan değerlendirilebilir. Toplumsal bakımdan bu açıklama bir skandaldır. Çünkü Bağdat yönetimi, 1980’lerde soykırım yapmıştı. Soykırım, 16 Mart 1988’de çok büyük bir tırmanış göstermiştir. Bugünkü yönetim de 2005 tarihli Irak Anayasası’nın 140. Maddesini uygulamamaktadır. Kürdistan’dan koparılmış alanlar üzerindeki baskısını, zulmünü sürdürmektedir. 2014’de, Kürdistan’a ödemesi gereken % 17’lik bütçeyi ödememiştir. Bütün bunlar, fırsatını bulurlarsa olanaklara sahip olurlarsa, Kürdlere yine soykırım yapacakları anlamına gelmektedir. Bu konuda, Nuri el Maliki yönetimiyle Haydar Abadi yönetimi arasında fark yoktur. Durum bu kadar açıkken, “Kürdleri de Bağdat temsil ediyor” demek elbette bir skandaldır. Bu kuzuyu kurdun önüne atmaktan farklı bir olgu değildir. Bu, Kürdlerin, Kürdistan’ın, Türk, Arap ve Fars yönetimleri karşısındaki durumunu bilmezliktir, Kürdistan’ın devletlerarası sömürge durumunu çok hafife almaktır. Prof. Henri Barkey, Sykes-Picot düzeninin, kısa vadede yıkılmasına imkan yoktur, diyordu. Bu, düzen ancak, zor kullanılarak, Kürdlere karşı otoriter yönetimler, diktatörlükler desteklenerek sürdürülebilir.

Ama uluslar arası hukuk söz konusu olduğu zaman, ABD Dışişleri Bakanlığı Basın Sözcüsü Jen Psaki haklıdır. Irak’ta, federal bir yönetim olsa da Kürd Federe Devleti Irak’a bağlıdır. Uluslar arası toplantılarda, dış ilişkilerde Irak’ı Irak Başbakanı veya Cumhurbaşkanı temsil eder. Kürdler de Bağdat’da hükümet kurulmasına iştirak ederek bu ilişkilere onay vermiştir. Yaşanan toplumsal ilişkilerle, fiil durumla uluslar arası hukuk arasında derin bir çelişki vardır.

Bu çelişkiyi çözecek olanlar Kürdlerdir. Kürdler, bu derin çelişkiyi, dünya uluslar ailesine eşit bir fert olarak katılarak çözebilirler. Bunun için Kürdler, milli ordularını kurumlaştırmalı, peşmergeyi hantallıktan kurtararak aktif, dinamik bir güç haline getirmelidir. Uluslar arası anti-Kürd nizamın bu nizamı destekleyen güçlerin eleştirisi de çok önemlidir. Kamuran Melekendi’nin uyarları bu bakımdan yerindedir. Kamuran Melekendi, Kürdlere, kanton gibi içi boş şeylerle, uluslararası politika bakımından içi boş olan tartışmalar uğraşmayın, dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi olmaya çalışın…” demektedir. (alayekiti, 24 Ocak 2015)

Bask, İra, Güney Afrika, Latin Amerika Gelişmeleri

Barış ve Demokrasi Partisi, İspanya’da, Bask, Katalonya sorunlarını, Kuzey İrlanda da İngiliz-İra ilişkilerinin nasıl geliştiğini araştırmak, onların deneylerinden yararlanmak için o alanlara heyetlere gönderirdi. Güney Afrika’da, Latin Amerika’da, ilişkilerin nasıl geliştiği yine önemli bir araştırma konusuydu. Bu konuda, Ankara’da, İstanbul’da, Diyarbakır’da sempozyumlar da düzenlenmişti. Bask’tan, İspanya’dan, İra’dan, İngiltere’den, Güney Afrika’dan, Latin Amerika’dan uzmanlar da davet edilmişlerdi. Davet edilen uzmanlar, sempozyumlarda, kendi süreçlerinin anlatmışlardı.

Barış ve Demokrasi Partisi bunu, “yaşanan bu ilişkilerden, deneylerden yararlanmak” olarak açıklıyordu. 14-15 Aralık 2014 tarihlerinde, Heinrich Böll Vakfı, Diyarbakır Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, Açık Toplum Vakfı ve İsmail Beşikci Vakfı da İstanbul’da ve Diyarbakır’da, “Savaştan Barışa Çatışmadan Çözüme” konulu bir sempozyum düzenlemişti.

İspanya-Bask ilişkilerinde, İngiliz-İra ilişkilerinde, Güney Afrika’daki ve Latin Amerika’daki gelişmelerde görülen en önemli ilişki, taraflar arsında yapılan görüşmelerde, çözüm görüşmelerinde, uluslararası bir gözlemcinin veya heyetinin varolmasıdır. Bask-İspanya görüşmelerinde de, İra-İngiltere görüşmelerinde de, Afrika Ulusal Kongresi-Beyaz Yönetim görüşmelerinde de uluslararsı gözlemcilerin olduğu görülmektedir. Güney Amerika’daki gerilla hareketleriyle hükümetlerin görüşmelerinde de uluslararası gözlemcilerin varlığı hemen dikkat çekmektedir. Oktay Yıdız’ın, PKK ve FARC yazısı bu bakımdan ilgi çekicidir. (kurdistan-post eu, nerinaazad, rizgari…14 Ocak 2015)

Filistinli Araplarla İsrail görüşmelerinde de uluslararası gözlemcilerin önemli bir rolü vardı. Kıbrıs’ta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti-Rum yönetimi görüşmelerinde de uluslararası gözlemciler yine ön plandadır. Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak çalışan Alvara de Soto, birçok anlaşmazlıkta uluslararası gözlemci olarak rol oynamıştı. Francesco Vendrell Birleşmiş Milletlere’e bağlı olarak çalışan bir uluslar arası gözlemciydi.

Uluslararası gözlemcilerin, görüşmelerin şeffaf olmasında, görüşmelerle ilgili kayıt yapılmasında büyük rolleri vardır. Görüşmelerle ilgili kayıt yapmak, kamuoyuna, zaman zaman görüşmelerle ilgili bilgiler vermek, elbette önemlidir.

PKK’nin, KCK’nin hükümetle görüşmelerinde, arada uluslararası gözlemci olmaması büyük bir eksikliktir. Görüşmelerle ilgili kayıt yapılmaması, kamuoyuna, basına açıklamaları, sadece devletin yapması, önemli bir eksikliktir. Görüşmeler elbette şeffaf olmalıdır. Kamuoyu görüşmelerin geldiği aşama hakkında bilgi sahibi olmalıdır. 2009-2010 yıllarında, Oslo’da görüşmeler yapılmış. Bu görüşmelerin İngiltere’nin gözetiminde yapıldığı vurgulanıyor. Görüşmelerin şeffaf olması, görüşmeler hakkında kayıt tutulması önemlidir. Ama, İngiltere’nin aradaki varlığı, Türk devletini rahatsız etmiş. Şimdi, Abdullah Öcalan’la MİT Başkanı Hakan Fidan görüşüyor. Uluslararası gözlemci yok, kayıt yok. Görüşmeler şeffaf değil.

Barış ve Demokrasi Partisi, daha sonra Halkların Demokrasi Partisi, Bask-İspanya, İra-İngiltere, Afrika Ulusal Kongresi-Beyaz Yönetim tecrübelerinden yararlanmak için, bu süreçleri anlamaya kavramaya çalıştığını söylüyordu. Uluslararası gözlemciler konusunda, kayıt yapma konusunda görüşmelerin şeffaflığı konusunda ısrarlı olmaması önemli bir eksikliktir.

Devlet-hükümet, Kürd sorunu benim iç sorunumdur, başkasını karıştırmam diyor. Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, en az dört devleti, Türkiye’yi, İran’ı, Irak’ı, Suriye’yi, çok yakından ilgilendiren bir sorun nasıl iç sorun oluyor? Kürd/Kürdistan sorununu, çoktandır uluslar arası bir sorun olduğu besbellidir.

Kürd/Kürdistan Sorununda Temelde Duran Esas Sorun

Kürd/Kürdistan sorununu temelinde, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması vardır. Sorunun temelinde bu ilişkiler vardır. Günümüzde yaşanan olumsuz ilişkiler, moral bozan gelişmeler bu temel olgularla yakından ilgilidir. PKK, Kürd/Kürdistan sorununu kendi tarihi ile başlattığı için bölünme, parçalanma, paylaşılma konularıyla ilgilenmiyor. 1920’lerde, emperyal devletlerin ve onların, Yakındoğu’daki Ortadoğu’daki işbirlikçilerinin bu politikalarına dikkat çekmemeye özen gösteriyor. Örneğin iki yıldır, Türk tarafının anaları ağlamıyor. Ama, Kürd tarafında analar ağlamaya devam ediyor. Çünkü, Kürd/Kürdistan sorunu sadece Türkiye’de değil, örneğin, Suriye’de de bir sorundur.

Halbuki günümüzde yaşanan bütün olumsuz gelişmelerin, çözümsüzlüğün temelinde bu ilişkiler vardır. Örneğin, Güney Kürdistan’da, Kürdistan Bölgesel Yönetiminde, Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) İran’la ilişkiler geliştirirken, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Türkiye ile ilişkiler geliştirmeye çalışmaktadır. Her iki tarafta da parçacı siyasetler ön plandadır. Her iki devletin de Kürdleri, Kürdistan’ı engellemeye çalışan siyasetleri olduğu biliniyor. Güney Kürdistan’daki bu olumsuz durumlar, parçacı siyasetler üzerinde, bir Kürd/Kürdistan bilincinin, tarih bilincinin, toplum bilincinin oluşmasıyla aşılabilir. Parçacı siyasetlerin etkinliğinin azalması, ancak, böyle bir bilincin oluşmasıyla olur.

2014 yılı Haziran ayını hatırlayalım. IŞİD’in Şengal’e saldırdığı, peşmergenin geri çekildiği dönem, Ezidi halkın korumasız bırakıldığı dönem. PKK medyası bu süreci “peşmerge kaçtı” diye sevinç çığlıkları içinde anlatıyordu. “Ezidileri biz kurtardık” diyordu. Bunu sevinçlerle ifade ediyordu. Bu da parçacı siyasetlerin ön plana alınmasıyla ilgilidir. Bir Kürd/Kürdistan bilincinin oluşmamasıyla tarih bilincinin, toplum bilincinin oluşmamasıyla ilgilidir. IŞİD’in Şengal’e saldırısı, Ezidilere karşı soykırım gerçekleştirmesi, Ezidi kadınların, çocukların kaçırılarak köle pazarlarında satılması, insanlara şunları düşündürmelidir. Bir Kürdistan toprağı olan Şengal, neden Bağdat yönetiminin denetimi altındadır? Şengal, neden Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı değildir? Şengal gibi Kürdistan’dan koparılmış alanlar, neden Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne dahil edilememiştir? 2005 tarihli Irak Anayasası’nın 140. maddesinde belirtilen hükümler neden yaşama geçirilememiştir? Parçacı siyasetler üzerinde kafa yoranlar, bu gibi konular üzerinde düşünmelidir. Kürdistan toprağı olan Şengal’i Kürdistan’a katma çabası içinde olmalıdır.

2014 Haziran ayında, IŞİD Ezidi Kürdlere karşı soykırım gerçekleştirdi. Silahsız-savunmasız binlerce erkeği katletti. Çocukları, kadınları kaçırdı. Onları köle pazarlarında satmaya çalıştı. Kadınlara tecavüz, köylerin, evleri yakılması yıkılması… binlerce olay… Ama, Kürd Müslümanların bu vahşete karşı hiçbir tepkisi olmadı. Sık sık, Filistin’e sahip çıkma, Kutlu Doğum Haftası gibi etkinlikler düzenleyen Kürd Müslümanlar, bu vahşete sessiz kaldılar. Bugünlerde de, (24 Ocak 2015) Paris’deki Charlie Hebdo dergisindeki karikatürlerden dolayı Diyarbakır’da mitingler düzenleniyor. Kürd soykırımlarına sessiz kalan Kürd Müslümanların bu etkinlikler düzenlemesi çok ilgi çekici. Bunlar, örneğin, neden Çorum’da, Yozgat’da, Balıkesir de vs. değil de Diyarbakır’da düzenleniyor? Peygamber, sadece Kürdler için mi Peygamber…

Kürd/Kürdistan Bilinci Nasıl Oluşur?

Kürdlerin, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, Türklerin, Arapların, Farsların karşısındaki esas konumu nedir?

Dünya uluslar ailesi içinde yer almak, dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi olarak yer almak, önemli olmalıdır. Dünyada, dört yılda bir düzenlenen Olimpiyatlar’da, nüfusu 10 bin, 15 bin olan devletler bile temsil edilirken, yarışmaya katılırken, nüfusu 50 milyon üzerinde olan Kürdler, neden bu yarışmalarda temsil edilememektedir? Kürdler, neden, dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi değildir?

Bu konular, elbette, toplum bilinciyle, tarih bilinciyle ilgili konulardır. Bunun gibi sorular sormak, bu sorulara makul cevaplar aramaya çalışmak toplum bilincini, tarih bilicini geliştirir. Kürd bilinci, Kürdistan bilinci böyle gelişir. O zaman, Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesinin, parçalanmasının ve paylaşılmasının, Kürdlerin statüsüz bırakılmasının en ince ayrıntılarına kadar incelenmesi gerekir. Kürdlerin ve Kürdistan’ın, Türk, Arap ve Fars yönetimler karşısında neden çok olumsuz koşullarda bırakıldığının irdelenmesi gerekir. Bölünmeyi, parçalanmayı, paylaşılmayı doğal kabul etmek doğru değildir. Bunlar uluslararası anti-Kürd nizamın oluşumuyla ilgilidir. Uluslararası anti-Kürd nizama itiraz etmek bu itirazı sürekli kılmak önemli olmalıdır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.