BARIŞ VE BDP
Ahmet Altan-
29 Mart 2012 Perşembe 07:18
Ümitsiz görünen bir sıkışıklığın içinde bir ümit kıvılcımı var gibi gözüküyor.
Bu kıvılcıma hep birlikte üflersek, belki hepimizi ısıtacak bir barış ateşi yakabiliriz.
Savaş yangınını körüklemeye meraklı bunca insan varken neden barış kıvılcımını canlandırmamız gerektiğini anlamak için önce durumu bir görmeliyiz herhalde.
Hükümet, “yeni strateji” diye bir şey açıkladı.
Sadece çatışma ve savaş çıkar bu stratejiden.
Nasıl bir savaş olacak peki bu?
Benim görebildiğim kadarıyla şöyle bir savaş olacak.
PKK ne zaman bir hamle yapsa ve polis ya da asker öldürse, devlet güçleri daha fazla PKK’lı öldürecek.
Savaş, insanları insafsızlaştırıyor, “karşı taraftan” daha fazla adam öldüğü sürece kimse ölenlere aldırmıyor.
İki taraf için de geçerli bu barbar matematik.
Peki, böyle bir savaşın iktidara ne faydası var?
PKK’lıları öldürdükçe “milliyetçi” oyları arkasında topluyor, muhalefetin savaşı sorgulamasına engel oluyor ve “ne yapayım ortada savaş varken ben Kürt meselesini çözemem ki” diyerek hiçbir çözüm adımı atmıyor.
Silah, iktidarın her türlü antidemokratik girişimini de “perdeliyor”, insanların hapse atılmasını, gazetelerin kapatılmasını en azından Türk tarafı dert etmiyor.
Bu uygulamaları eleştiren “yabancılara” da “PKK yüzünden böyle yapmak zorundayız” deniyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar “işi idare etmek” imkânına kavuşuyor iktidar.
PKK ise hep bir gün “psikolojik üstünlüğü” ele geçirip, iktidarı kendi istediği türden bir anlaşmaya zorlayabileceği umuduyla iktidarın bu oyununu engellemiyor.
Safları sıklaştırıp kendi liderlik konumunu koruyor.
Böyle baktığımızda iki tarafın da savaştan cayması için bir neden bulunmuyor.
Ama bir de “işin” öbür tarafı var.
Başbakan Erdoğan Ortadoğu’nun önderi olmak ve dünyanın sayılı liderleri arasına girmek istiyor, bu nedenle Ortadoğu’da Amerika’yla dirsek temasını hiç kaybetmeden çok aktif bir politika izliyor.
Ama kendi ülkesinde savaş varken başka ülkelere “müdahalesini” demokrasi ve barış isteğiyle açıklaması pek kolay olmuyor.
Uludere katliamı gibi faciaların sorumluluğunu sırtlanmak zorunda kalıyor.
Belki de kendi açısından en önemlisi, iyi giden ekonominin “cari açık” gibi en kırılgan noktası, savaş harcamaları, uçakların yakıt masrafı, binlerce dolarlık bombalar gibi ekstra bir yükün altına giriyor.
Bu, savaşın Erdoğan’a çıkarttığı mali ve siyasi fatura.
PKK ise “psikolojik üstünlüğü”, karşısındaki kuvvetlerin teknolojik gücü, sayıca kalabalıklığı ve PKK’yla ilgili çok geniş bir istihbarat birikimine sahip olması yüzünden hiçbir zaman ele geçiremiyor.
Böyle giderse, bir süre sonra verilen kayıplar ve hep “daha fazla insan kaybeden taraf” olmak yüzünden kendi destekçilerinin ciddi eleştirileriyle karşılaşacak.
Bu da PKK’nın savaştaki açmazı.
İki tarafın da savaştan çıkarı olması gibi iki tarafın da savaş nedeniyle olumsuz gelişmelerle karşılaşma riski var.
Onun için savaş ve barış konusunda epeyce kararsız davranıyorlar, çok gelgitler yaşıyorlar.
İşte bu tablo içinde bir ümit kıvılcımı bulunuyor.
Başbakan Erdoğan, ister samimiyetle, isterse iç ve dış kamuoyuna “barışı isteyen başbakan” imajı vermek amacıyla olsun çok önemli bir açıklama yaptı.
Ve, BDP ile “müzakere” edebileceklerini söyledi.
BDP, Ankara-İmralı-Kandil üçgeni arasında en “etkisiz” gözüken ve herkesin biraz fazlaca hırpaladığı bir parti.
Ama benim kişisel izlenimler neticesinde görebildiğim kadarıyla BDP yönetimi herkesi şaşırtabilecek bir olgunluğa ulaşmış olarak sahneye çıkmaya ve Türkiye’nin bu hayati sorununda hiç beklenilmeyen bir sorumluluğu sırtlamaya hazır.
BDP yönetimi eğer toplum desteğini bulursa, iki halkı da bu kan banyosundan çıkartacak bir hamle yapacak.
Başbakan’ın sözleri, BDP’de olumlu bir cevap bulacak.
Eğer herkes durumun farkındaysa, savaşın “getirileri” kadar “götürüleri” de olduğunu görüyorsa ve iki taraf için de bu “götürülerin” gittikçe ağırlaşacağını kavrayabiliyorsa, BDP’nin yolunun açılması gerekiyor.
Erdoğan, “siyasi” bir müzakereci istiyorsa karşısında, BDP bunu yapacak.
Ama bunun için Ankara-İmralı-Kandil üçgeninin her üç köşesiyle de görüşmesine ve her üç köşenin de taleplerini dinlemesine, birbirine iletmesine ve herkesi memnun edecek bir çözümü arama imkânına kavuşması gerekiyor.
BDP yönetiminin Öcalan’la, Kandil’le, hükümetle görüşmesine imkân verilsin.
Barış, siyaset yoluyla aransın.
BDP’lilerin Öcalan’la görüşmesi onun yeniden aktif olarak bu müzakerelere katılmasını sağlar, barış önerilerini ortaya koyabilir, sözünün dinleneceğine emin olursa barış yapmanın sorumluluğunu yüklenir.
Kandil, “onurlu” bir barışın sağlanması için liderini bu sefer izler.
Erdoğan, barışı getiren başbakan olur ve hem Türkiye’de hem de dünyada gücü çok artar.
Türkiye de çocuklarının ölüp durduğu bu savaş belasından kurtulur.
Erdoğan, çok olumlu bir yolu açacak sözleri söyledi, BDP’den de olumlu cevap var.
BDP, barışı ararken iki taraf da “silahları” susturup BDP’ye yardım ederse, Erdoğan’ın ortaya koyduğu kıvılcım büyük bir barış ateşine dönüşür.
Yeter ki hep birlikte barış için elimizdeki kıvılcımın kıymetini bilip, bütün nefesimizle üfleyelim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.