BARIŞ HAKKÂRİ’DEN DOĞABİLİR
Hilal Kaplan
25 Eylül 2010 Cumartesi 11:02
PKK’nın 1 Ekim 2006’da ilan ettiği bir yıllık ateşkesin dolmasına iki gün kala Şırnak Beytüşşebap’ta, Beşağaç (Hemkan) köyüne giden bir minibüs durduruldu ve 12 yolcu kurşuna dizildi. Hükümet PKK’yı, PKK derin devleti suçladı. TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun yayınladığı raporda katliamı PKK’nın yaptığına dair resmî açıklamanın dışında herhangi bir somut delil yer almadı. Ancak sonradan olayın korucu aşiretleri arasındaki bir çıkar çatışmasından kaynaklandığı iddiası güç kazandı.
Geçen hafta da Hakkâri’nin Geçitli Köyü’nün çıkışında bir minibüs patladı. Başbakan, bu hadiseyi Beytüşşebap’taki minibüs saldırısına benzeterek PKK’yı suçladı. PKK da suçlamaları reddederek derin devleti işaret etti.
Bu olay boyunca basınının aldığı tavır da öncekinden farklı değildi. İlk günden itibaren “Gazetecilik bahane, dezenformasyon şahane” tadında haberler yayımlandı. Örneğin Sabah gazetesi, Hakkâri Terörle Mücadele Şubesi’ni kaynak olarak gösterdiği bir haber yaptı. Haberi, geçen hafta Emre Uslu’nun da yazdığı gibi, kaynak doğrulamadı. Ancak ne hikmetse kaynağının doğrulamadığı bu şaibeli haber ertesi gün Zaman, Yeni Şafak ve Vakit gibi gazetelerce de alıntılandı. “Hakkâri’deki saldırının faili belli oldu!” gibi heyecanlı başlıklarla duyurulan haberlerdeyse, savunulan resmî senaryo dışında herhangi bir bulgu, veri, kanıt yer almadı.
Kürt basını farklı mıydı peki? Onlar da benzer biçimde örgütün işaret edilmiş olmasını örtbas etmeye, kendince sebepler sunmaya çalıştı. Bir tarafta örgütperestler, diğer tarafta devletperestler olarak konumlanıldı çünkü iki taraf da kendi ‘takım’ının temizliğini muhafaza etme derdindeydi. Hem taraflar ‘temiz’ kaldı ya, dokuz kişi ölmüş, Zeynep Bebek ömür boyu yaralı kalmış; ne gâm!
Bu sürecin sanırım tek hayrı Öcalan’ın barışın tesisi için bir fırsat olduğunu ortaya çıkarması oldu. Devlet kendisiyle görüşmüyor olsaydı, bu kadar tarafsız ve şüpheci bir yaklaşım gütmeyeceğini düşündüğüm Öcalan, muhatap alındığında barış için olumlu bir söylem geliştirebileceğini göstermiş oldu. Zira birkaç gün önce Karayılan’ın verdiği demeç savaşın habercisiyken, Öcalan’ın dile getirdiği müspet mesajlar sayesinde eylemsizlik kararı uzamış oldu.
Bu saldırıyı ‘derin PKK’ da ‘derin devlet’ de veya ikisi beraber gerçekleştirmiş olabilir. Ancak Hakkâri patlamasında derin devletin hiçbir biçimde parmağı olmadığına inanmam için –başıma bir şey gelmeyecekse- cevabını almak istediğim sorular var: Patlama gündüz vakti, üzerinde çalı bile bitmeyen dümdüz bir arazide gerçekleşiyor. Üstelik en uzak karakol sadece 4 km. uzaklıkta. Böyle bir ortamda askerin operasyon yapmaktan kaçınmasının ve failleri suçüstü yakalayamamasının sebebi nedir? Patlama bölgesinin karşısında yıllardır nöbet tutulan bir korucu kulübesi var. Ancak patlama esnasında orada hiç kimse yok. Köydeki korucuların iddiasına göre patlamadan iki gün önce Geçitli Karakolu’ndan nöbet tutulmaması yönünde talimat gelmiş. Bu iddia doğru mudur? Bölgede görev yapan ve devletten maaş alan korucular bile devleti suçlayacak kadar emin konuşuyorlarsa, görgü tanıklarının ifadesine neden başvurulmuyor?
Önümüzde hükümetin referandum sonrası kazandığı güçle altından kalkmaya çabaladığı bir barış süreci var. Yani yine çok kritik bir dönemden geçerken yine siviller öldürülüyor. Bu saldırı da Beşağaç katliamı gibi ikna edici deliller sunulmadan, taraflı bir biçimde örtbas edilmeye çalışılırsa, korkarım barışı provoke etmek isteyenlerin eli de armut toplamayacaktır.
Bu yüzden vatandaşı teröre ezdirmeme sözü veren Cumhurbaşkanı, Diyarbekir’de faili meçhullere lanet okuyan Başbakan ve hükümet yetkilileri bu olayı somut delilleriyle beraber aydınlatmakla sorumludur. Üstelik madem Fırat’ın batısındakiler olarak bu patlamanın PKK’nın işi olduğundan bu kadar eminiz, ne duruyoruz? Örgüt ile halk arasındaki mesafenin açılması için bundan âlâ bir fırsat olabilir mi?
Bize duymak istediklerimizi söyleyecek gazetelere teveccüh ettiğimiz, insan hayatını değil, sadece kendi ‘taraf’ımızın temiz kalmasını önemsediğimiz, geçmişteki faili meçhulleri kınayıp kendi dönemimizde gerçekleşenlerin failini kanıtlarıyla ortaya çıkarmadığımız sürece barışın tesisi mümkün görünmüyor. Üstelik böyle yapmakta ısrar ettiğimiz sürece hastaneye gelen babasına “Baba, annem patladı!” diye feryat edip sarılan kız çocuğunun vebali hepimizin boynuna olacak.
Barış Hakkâri’den doğabilir; sadece biraz daha az yandaşlık, biraz daha cesaret...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.