30 Ekim 2024
  • İstanbul16°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin14°C

BANA DA ANLATIN

Ahmet Altan-

09 Ekim 2012 Salı 07:20

Seksen küsur yıl süren “laikçi” Kemalist bir baskı döneminden sonra Türkiye büyük bir dönüşüm geçirdi ve bu dönüşümün sonunda biz “Kemalizm”in yerine “demokrasi”yi değil “dinci Kemalizm”i koyan bir süreçle karşı karşıya kaldık.

Toplum, Kemalizm’e alternatif olarak “demokrasi”yi yaratamadı.

Kemalizm’in ezdiği gruplar içinde en kalabalık ve güçlü olan muhafazakâr kesim, “ezilmeyi” ortadan kaldırmak yerine, “ezen”in kimliğini değiştirmeyi tercih etti.

Gemi aynı biçimde yürüyor.

Sadece kaptan kamarasında oturanlar değişti.

Eskiden generaller “at o yazarı” diye patronlara telefon ederken, şimdi Başbakan “at o yazarı” diye meydanlarda bağırıyor.

Bu noktada herkes bir tercih yapmak zorunda kaçınılmaz olarak.

Biz, “at o yazarı” diye bağıranların kim olacağını belirleyecek bir kavganın tarafı mı olacağız yoksa “bir daha kimsenin yazar attıramayacağı, herkesin özgürce fikrini açıklayacağı” bir düzen için mi mücadele edeceğiz?

Avrupa Birliği’ne karşı çıkan generallerden sonra “Avrupa Birliği’ni 2023 vizyonuna bile almayan” sivil iktidarları, sırf üniforma giymedikleri için mi destekleyeceğiz?

“Daha beş yıl önce birinci önceliği AB olan bir iktidar neden Avrupa Birliği hedefinden vazgeçti” diye sormayacak mıyız?

Avrupa Birliği standardında bir demokrasi kurduğumuz için mi artık AB’ye önem vermiyoruz yoksa iktidar AB standardında bir demokrasiden rahatsız olduğu için mi “2023 vizyonunda” bile Avrupa kendine yer bulamıyor?

Avrupa Birliği bizim için neyi ifade ediyor?

Her şeyden önce “demokrasi, hukuk, insan hakları” kriterlerini belirleyen bir kurum olarak görüyorsak, neden bu hedeften vazgeçilmesini “demokrasiden, insan haklarından, hukuktan” vazgeçmek olarak değerlendirip, bu “kriterleri” ısrarla istemiyoruz?

Yok, eğer öyle görmüyorsak biz AB’yi ne olarak görüp de üye olunmasını destekledik?

AB üyesi bir ülke olsaydık Uludere katliamının sorumluları böyle karanlıkta kalır mıydı?

Uludere’de ölenlerin hesabını sormaktan vaz mı geçiliyor artık?

İşkenceci polislerin terfi ettirilmesi bizde hiçbir rahatsızlık yaratmıyorsa, bunu yapan iktidarı desteklemek konusundaki kararımız hiçbir biçimde çatlamıyorsa, bu neyin işaretidir?

Peki, Kürt meselesi bizim için nedir?

PKK ile yapılacak bir barış mıdır?

Bu kadar mıdır?

Kürtlerin “eşit vatandaşlar” olması gibi bir derdimiz yok mudur?

Kürtlerin “eşit vatandaş” olması yolunda bir gelişme yaşanıyor mu?

Kürtler anadillerinde eğitim yapabiliyorlar mı?

İktidar, Kürtlerin “eşit vatandaşlığı” için adım atmazken, anadilde eğitimi kesin bir şekilde reddederken, Kürtlerin bir parti hâlinde Meclis’e girmesine engel olan “yüzde on barajına” dokunmazken, binlerce Kürdü hapislere doldururken, poşu taktığı için, şarkı söylediği için hapishanelere konan insanlar varken “iktidar Kürt meselesini çözecek” inancı nereden ve nasıl kaynaklanıyor?

Bütün bu sorunların çözümü için tek bir adım bile atmadan “Oslo sürecine yeniden başlayabiliriz” dendiğinde biz ne anlıyoruz, ne anlamalıyız?

Kürtlerin haklarının bir pazarlık konusu olduğunu mu?

Kürtlerin haklarının sadece PKK’nın silah bırakması karşılığında verileceğini mi?

PKK silah bırakmazsa, Kürtlerin haklarının “rehin olarak” tutulacağını mı?

Silahların susması, barışın gelmesi, insanların canlarının kurtarılması en önemli meselemizdir ama bu insanların hayatlarını, onların özgürce yaşayacağı bir ortamı yaratmadan, eşitliği sağlamadan, insan haklarını, demokrasiyi ülkeye yerleştirmeden nasıl koruyacağız?

“Kürt açılımı” bir paketti, içinde sadece silahların susması yoktu, içinde insanların insanca yaşaması da vardı, o paketten vaz mı geçtik, vaz mı geçmeliyiz?

Silahların susması karşılığında Kürtlerin haklarına sahip olmamasına razı mı olacağız, razı olursak o silahlar yeniden patlamayacak mı?

Bu iktidarın Kürtlerin “haklarını kabul edeceğine” inananlar, hangi işaretlere bakarak inanıyor buna?

Kürt meselesi demokrasisiz çözülebilir mi?

Demokrasinin gelişeceğine dair bir belirti var mı?

“Demokrasisiz bir Kürt çözümü” nasıl olacak?

Yazarları işinden attıran, Uludere’nin hesabını vermeyen, Avrupa Birliği’ni terk eden, 12 Eylül’ün anayasasını da, yasalarını da değiştirmeyen, hiçbir eleştiriye tahammül edemeyen, Türk-İslam sentezinin ırkçı ve dinci anlayışını benimseyen bu hükümetin “demokrasiyi” getireceğine kani olanlar, buna bizim görmediğimiz neyi görerek inanıyor?

Bugün Suriye’de Cumhurbaşkanı’nın deyimiyle, “en kötü senaryonun” içindeyiz, biz bu noktaya “demokratik tartışmalarla” mı geldik yoksa hükümetin Enver Paşa usulü emrivakileriyle mi?

Bu hükümetin Kürt meselesini çözeceğine, demokrasiyi getireceğine, bizi Avrupa standardına çıkartacağına, özgürlükleri geliştireceğine inananlar, lütfen ve merhameten bu soruların cevaplarını basit biçimde verirlerse, benim gibi bir akılsıza da doğru yolu gösterip sevaba girerler.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.