BALYOZ VE GENERALLER
Ahmet Altan-
13 Şubat 2011 Pazar 13:33
Bizde ordu yıllarca bir diktatör gibi davrandı.
Bir kişi değil ama bir “kurum” iktidarın sahibiydi, silah zoruyla elde edilen bu iktidarı sürdürmeyi de çok doğal buluyordu.
Generaller, halkı da, halkın oylarıyla seçilen parlamentoyu da fütursuzca aşağılıyordu.
28 Şubat’ı hatırlıyorum.
Genelkurmay İkinci Başkanı ile onun, rütbesinden çok daha fazla bir yetkiye sahip yardımcısının halleri hâlâ gözümün önünde.
Bir telefonlarıyla gazete patronlarını titretiyorlardı.
Bütün devlet bürokrasisini Genelkurmay’da toplayıp brifingler yapıyorlardı.
Bir genelkurmay başkanı, “28 Şubat, bin yıl sürecek” diyebiliyordu.
Seçimle işbaşına gelmiş başbakana gazetecilerin önünde “pezevenk” diyen generali terfi ettiriyorlardı.
Faili meçhul cinayetleri kimse soruşturamıyordu.
Banka yolsuzlukları gırla gidiyordu.
“Darbe yapmanın” hiçbir tehlikesi olmadığına, hatta darbe hazırlıklarının generallerin “asli görevleri” arasında bulunduğuna inanıyorlardı.
AKP iktidara geldikten sonra da bu inançlarını ve alışkanlıklarını sürdürdüler.
Toplumu yok farz ettikleri için toplumdaki değişiklikleri de algılayamıyorlardı.
Dünyaya ise gözleri tümden kapalıydı.
Bir tek Amerika’yı biliyorlardı ve Soğuk Savaş döneminde Türkiye’deki orduyu destekleyen, darbelerine yeşil ışık yakan Amerika’nın da değişmeyeceğine, hep aynı kalacağına inançları tamdı.
Bu kör inançla darbe hazırlıklarını hep sürdürdüler.
Korkacakları bir şey yoktu, kim darbe hazırlığı yapan bir generali yakalamaya ya da yargılamaya cesaret edebilirdi ki?
Yöneticilerinin eşlerinin başörtülü olması AKP’nin devrilmesi için yeterli sebepti onların gözünde ama bunu açıkça söyleyemedikleri için darbeye bir zemin hazırlayacak “kaosu” yaratmak için ellerinin altında hazır planlar olsun istiyorlardı.
Hazırladıkları planlar insafsızca vahşiydi.
Cinayetler, bombalamalar, suikastlar...
Kendi kudretlerinden ve dokunulmazlıklarından o kadar emindiler ki sadece sivillere karşı değil, darbeye katılmayan üstlerine bile şımarıkça davranabiliyorlardı; Balyoz sanıklarından bir generalin televizyondaki konuşmasını hiç unutmadım, genelkurmay başkanının kendisine “darbe mi hazırlıyorsun” diye sorduğunu, kendisinin de “biraz saygısızca” cevap verdiğini övünerek anlatıyordu.
Bu pervasızlığın, fütursuzluğun, şımarıklığın nedeni ise o “dokunulmazlık” inancıydı, bugüne dek hiçbir darbenin yargılanmamasıydı.
Zaten bu inanç yüzünden yakın tarihlere kadar darbe hazırlıklarını sürdürmekten, planlar hazırlamaktan vazgeçmediler.
Ölüm listeleri yaptılar.
Darbe histerisine öyle kapılmışlardı ki hayatın değiştiğini, Türkiye’nin değiştiğini, Amerika’nın değiştiğini, dünyanın değiştiğini bir türlü algılayamıyorlardı, kafalarını darbe planlarından kaldırıp çevrelerine bakmak hiç akıllarına gelmiyordu.
Onlar darbeler için planlar yaparken, örgütler kurarken, silahları oraya buraya gömerken, ölüm listelerine girecek isimleri saptarken hayat yanlarından geçip gitti.
Sadece Türkiye değil, ordunun kendisi de değişti.
Bu darbe planlarından, “kaos” yaratma isteklerinden, cinayet girişimlerinden hoşlanmayan, Türkiye’nin bir kaosa yuvarlanmasını istemeyen, bir iki generalin ihtirası nedeniyle ülkenin bir bataklığa itilmesine karşı çıkan bir başka anlayış da oluştu ordunun içinde.
Ve bu yeni anlayışın sahipleri, bu planları kamuoyunun önüne koydular.
Hep birlikte, dehşete kapılarak okuduk belgeleri.
Şimdi darbeciler ilk kez yargılanıyor.
Emekli kuvvet komutanları, hâlâ görevde olan korgeneraller tutuklanıyor.
Balyoz davası, bizim ordudaki “darbekoliklere” artık bu dönemin kapandığını sarsıcı bir biçimde anlatıyor, bundan sonra aklından darbeyi geçiren, demir parmaklıkları da düşünmek zorunda.
27 Nisan muhtırasına karşı 22 temmuzda AKP’ye verilen oyların, 12 Eylül referandumunda çıkan yüzde 58’lik “evet” oyunun, bir tür “sandıkta gerçekleşen halk ayaklanması” olduğunu anlamamanın, bugünlerin geleceğini görmemenin bedelini ödüyorlar şimdi.
Keşke ne darbeye tevessül etselerdi, ne de bu yaşta hapishaneyi görselerdi.
Ama Türkiye’nin bu darbe alışkanlığını bitirmesi, askerî vesayeti sona erdirmesi, yeni bir dönemi başlatması, Mısır halkının ayaklandığı bir çağda gerçek demokrasiyi ülkeye yerleştirmesi gerekiyor.
Umarım, bu son olur, darbeyle “kaplan” olunamayacağını, bir asker için en onurlu işin gerçek mesleğini yapmak olduğunu anlarlar.
Ne içimiz öfkeyle dolu bir halde ölüm listeleri okuruz bir daha, ne de yaşlı başlı adamların hapishaneye gidişini izleriz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.