21 Kasım 2024
  • İstanbul9°C
  • Diyarbakır13°C
  • Ankara14°C
  • İzmir20°C
  • Berlin3°C

BAKLAVA, BARIŞ VE DEMOKRASİ

Roni Margulies

03 Nisan 2013 Çarşamba 08:33

Kürt hareketi ile Türkiye devleti bir barış anlaşmasına imza attığı gün memlekete demokrasi filan gelmeyecek.

İmzalanan anlaşma “demokrasi anlaşması” değil, “barış anlaşması” olacağına göre, adı üstünde, memlekete demokrasi değil, barış gelecek.

Somut olarak bakarsak, şunlar gelmiş olacak.

Her şeyden önce
, savaşın bitmesiyle Türk ve Kürt gençler artık birbirlerini öldürmeyecek.

İkincisi
, en yetersiz ve güdük barış anlaşması bile, Kürt hareketinin taleplerini en az karşılayan anlaşma bile, bazı talepleri karşılamış olacak. Tek taraflı anlaşma olamaz çünkü.

Ve karşılanan her talep Kürt halkının hayatını az veya çok kolaylaştıracak.

Üçüncüsü
, Türkiye devleti daha düne kadar tanımadığı, tanıdığı zaman da “dağ Türkü”, “terörist”, “bebek katili” olarak tanımladığı bir halkın varlığını resmen kabullenmiş olacak.

Anayasa’da tek bir kelime değişmese bile, yine de kabullenmiş olacak. Şu anda zaten istese de istemese de kabullenmiş durumda, ama barış anlaşmasının imzalanmasıyla bu kabul resmiyet kazanacak. Olmayan birileriyle bir şey imzalanamaz çünkü.

Böylece Kürt halkı en temel talebini, kimliğinin tanınması talebini, kazanmış olacak.

Ve böylece “Türkiye Türklerindir” safsatası tarihin çöp tenekesindeki yerini alacak.

Dördüncüsü
, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elindeki en önemli kozlardan biri elinden alınmış olacak. Savaş olduğu sürece, ordu hükümete karşı güçlüdür. Ülkenin bütünlüğünü korumaktadır, millî çıkarları cephede savunmaktadır, hükümetten her istediğini talep edebilir. Ülkenin en önemli ve en vazgeçilemez kurumudur. Savaşın olmadığı yerde ordunun da önemi azalır.

Ne kadar demokrasi?

Bu saydıklarım gerçekleştiğinde, Türkiye ansızın bir demokrasi cennetine dönüşür mü? Dönüşmez.

Türkiye bir demokrasi cennetine dönüşmeden bu saydıklarım gerçekleşebilir mi? Bal gibi gerçekleşir.

Gerçekleşmeleri iyi olur mu?

Çok iyi olur.

Hem savaştan etkilenen insanların hayatları açısından iyi olur, hem de resmî ideolojinin, milliyetçiliğin, ceberutluğun darbe alması açısından iyi olur.

Bunlar kendi başlarına demokrasi anlamına gelmez, ama hepsi “iyi şeyler”.

Hepsi hem “iyi şeyler”, hem de, ayrıca, demokrasi doğrultusunda gelişmeler. Demokrasinin önünü açan gelişmeler.

Bunun böyle olduğunu en iyi kimler anlıyor, biliyor musunuz?

Prof. Dr. Mustafa Kafalı, Prof. Dr. Bican Ercilasun, Prof. Dr. Ümit Özdağ, Prof. Dr. İskender Öksüz ve Sadi Somuncuoğlu’nun örgütlediği “Türk Milletine Çağrı” bildirisini imzalayan İlber Ortaylı, Alev Alatlı, Hasan Celal Güzel, Emekli Org. Edip Başer, TBMM eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu ve DGM eski savcısı Talat Şalk gibileri.

Şöyle diyorlar:

“Anadolu coğrafyasında Selçuklu ile başlayıp Osmanlı ile devam eden Türk Milleti'nin kesintisiz egemenliğini esas alan büyük Atatürk'ün kurduğu millî devlet yapısı ortadan kaldırılamaz.


Atatürk’ün eteklerine sığınanlar

Telaşlanmakta haklılar.

Ve bu tür insanların telaşlanıyor olması ne kadar güzel bir yere doğru gittiğimizin iyi bir göstergesi.

Güzel bir yere gitmemizi engellemek için yıllardır Atatürk portreleri, heykelleri, bayrakları sürüyorlar önümüze. Vampirlere karşı sarımsak kullanır gibi.

Türk Milletine Çağrı’nın imzacılarından Cemil Karababa çok önemli bir Türk ressamı: 60 metre boyunda, 34 metre eninde, 2160 metrekarelik bir Atatürk resmi yapmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne armağan etmiş.

Ünlü bir tatlıcı dükkânında çektiğim baklava resmini ona ithaf ediyorum.

Ne kadar tatlı, değil mi?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.