BAĞIMSIZLIĞIN EŞİĞİNDE KÜRDİSTAN
Bayram Bozyel
10 Temmuz 2014 Perşembe 08:15
Musul’un 10 Haziran’da Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) tarafından ele geçirilmesinden sonra artık tümüyle farklı bir Irak söz konusu.
Irak’ta oldukça kısa denilebilecek zaman diliminde tarihin yönünü değiştiren baş döndürücü gelişmeler yaşandı. Irak ordusu 10 Haziran 2014 tarihinde Musul’u direnmeden terk etmekle kalmadı, aynı zamanda Irak’ın Sünni bölgesinin neredeyse tümünden çekilerek burayı IŞİD’e bıraktı. Kürdistan Bölge Yönetimi ise bu ani ve şaşırtıcı gelişmelere karşı refleks göstermekte gecikmedi. Peşmerge gücü, Irak ordusunun geri çekildiği başta Kerkük olmak üzere Kürdistan Bölgesi dışında kalan Kürt bölgelerinde kontrolü hızlı bir biçimde ele geçirdi.
Irak’ta tarihin zembereği boşaldı
Musul’un düşmesinden sonra Irak ordusunun ne denli ahlaki bir sorunla karşı karşıya bulunduğu, aslında kartondan bir kaplan olduğu kısa bir zamanda anlaşıldı. Merkezi Bağdat yönetimi ülkenin Sünni bölgesindeki kontrolünün hemen tümünü yitirdi. IŞİD’in ele geçirdiği bölge aynı zamanda Kürdistan Bölgesi’ni Irak’ın geri kalanından fiilen ayırdı. Bu arada Kerkük ve Kürdistan Bölgesi dışındaki Kürt bölgelerine ilişkin anayasanın yıllardır işletilmeyen 140. Maddesi hayata geçirilmiş, Kürdistan’ın coğrafi ve nüfus olarak bütünlüğü tamamlanmış oldu.
Gelinen aşamada Irak merkezi yönetimi ülkenin önemli bir bölümünde askeri ve siyasi otoritesini yitirmiş durumda. Ortada işlemeyen daha doğrusu bizzat Maliki yönetimi tarafından işletilmeyen bir anayasa, anayasanın gereklerini yerine getirmekten aciz ve meşruiyetten yoksun bir hükümet, hükümetin hükmedemediği çürümüş bir ordu söz konusu. Irak; Şiilerin yaşadığı güney, Sünnilerin yaşadığı orta ve Kürdistan bölgesi olarak üçe bölündü.
Bu tablo içinde 2005 Anayasası ile kurulan Federal Irak Devleti’nin çöktüğünü söylemek abartı değil.
Denilebilir ki 10 Haziran’dan sonra Irak bir yüzyıl önceki haline döndü.
Gelinen aşamada Irak’ı oluşturan bütün etnik ve dini siyasi oluşumlar açısından yepyeni bir durum söz konusu. Bu durum en çok da Federe Kürdistan Bölgesi için geçerli.
Kürdistan Bölgesi geçen dönemde Irakta federal sistemin ayakta kalması için elinden geleni yaptı. Irak anayasasını hiçe sayan, onun gereklerini yapmaktan ısrarla kaçınan, Kürdistan Bölgesi’nin gelirlerini gasp ederek onu cezalandırmaya çalışan Maliki yönetimini anayasal çizgiye çekmek için ısrarla çalıştı. Ne var ki Maliki yönetimi, Kürdistan’ın siyasi iradesini kırmak ve onu dışlamak için başvurmadık yöntem bırakmadı. Irak’ın birliğini temsil eden anayasayı baypas etti. İzlediği şoven ve mezhepçi politikalarla Kürdistan’ı Bağdat’tan siyasetten kopardı. Şimdi Sünni bölgesinde bir ‘İslam Devleti’nin kurulması ile bu kopuş coğrafik olarak da gerçekleşti. Gelinen aşamada Kürdistan, güneyden batıya baştanbaşa IŞİD’in kontrol ettiği ‘İslam Devleti’ ile komşu olmuş durumda. Kürdistan’ı merkezi Irak’a bağlayan (30 km dışında) bütün kara bağlantısı koptu. Ve sonunda Kürdistan Irak’tan değil, ironik bir biçimde Irak Kürdistan’dan ayrılmış oldu.
Kürdistan yol ayrımında
Bu tablo içinde Kürdistan Bölgesi bir yol ayrımına gelmiş durumda.
Kürdistan Bölgesi uzun süre böyle belirsizlik içinde yaşayamayacağına göre kendine yeni bir yön tayin etmek zorunda.
Şurası çok net; IŞİD’in Sünni bölgesini ele geçirmesi ile ortaya çıkan yeni durumda Irakta işleri eskisi gibi götürmek artık mümkün değil. Bu koşullarda Irak’ın önünde iki yol kalıyor. Ya Irak’ın mevcut parçalı durumu Sünni, Şii ve Kürdistan olarak üç devletin ortaya çıkması ile sonuçlanacak ya da Irak söz konusu üç bölgeden oluşan esnek bir konfederasyon olarak yeniden şekillenecek.
Her iki koşulda da Kürdistan Bölgesi’nin kendi geleceği ile ilgili bir karar vermesi bir ihtiyaç. Kürdistan Bölgesi Başkanı Sayın Mesut Barzani’nin referandumu gündeme getirmesinin nedeni de bu ihtiyaçtan kaynaklı. İster Kürdistan bağımsız bir devlet olarak tarihin sahnesine çıksın, ister Sünni ve Şii’lerle bir konfederasyona gidilsin, buna son tahlilde karar verecek olan Kürdistan halkının kendisi olacak. Bu, tek başına Kürdistan Bölgesi Parlamentosu’nun vereceği bir karar değil.
Kürdistan’da yapılacak bir referandumda bağımsızlık yönünde güçlü bir iradenin ortaya çıkacağına kuşku yok. Ancak böyle bir iradenin ortaya çıkması hemen peşinden bağımsızlığın ilan edileceği anlamına gelmez. Referandumda çıkacak sonuç, Kürdistan parlamentosunun, hükümetinin ve Kürdistan Bölge Başkanı’nın Kürdistan’ın geleceği ile ilgili oluşturacağı yol haritası için güçlü bir meşruiyet zemini sağlayacak. Kürdistan halkının özgür ve ezici onayını arkasına alan Kürdistan siyasi önderliği diplomatik alanda daha güçlü ve üstün bir pozisyonda yol alma imkânı bulacaktır.
Koşullar ne olursa olsun, Kürdistan halkının kendi kaderini tayin etmesinin meşruiyet açısından tartışılacak hiçbir yanı yok. Kürdistan’ın bağımsız bir devlet olarak ilanı da benzer şekilde son derece meşru bir tercih. Kürt halkının yüzyıllar boyu uğradığı katliamlara ve mezalime bir kez daha uğramamasının ve kendi ülkesinde özgür ve onurlu bir şekilde yaşamasının güvencesi olarak eğer bu gün bağımsızlık bir seçenek olarak ortaya çıkmışsa, Kürdistan siyasi aktörlerine düşen bunun gereğini kararlılıkla yerine getirmektir. Ve bu bağlamda Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin sergilediği açık ve net tutumu desteklemektir.
Dayatılmış bağımsızlık
Öte yandan Kürdistan’ın bağımsız bir devlet olarak ilan edilmesi bakımından siyasi meşruiyet dışında ihtiyaç duyulan üç faktörden söz edilebilir.
Bunlardan ilki güçlü bir siyasi birliğe duyulan mutlak ihtiyaçtır. Belli bir gecikmeden sonra Kürdistan Hükümeti’nin belli başlı bütün siyasi aktörleri içerecek kapsayıcılıkta kurulması yeni dönemin ihtiyaçları bakımından oldukça önemlidir. Sayın Mesut Barzani’nin bu konuda sergilediği kucaklayıcı tutumun ayrıca altı çizilmeli.
Kürdistan’ın ekonomik olarak kendi kendine yeterliliği bağımsızlık ilanı için diğer önemli bir etken sayılabilir. Oysa Kürdistan için daha ileri bir durum söz konusu. Kürdistan Bölgesi, hem kendine yetecek hem de başkalarının iştahını kabartacak ekonomik kaynaklara ve bunları kullanacak imkânlara sahip.
Bağımsızlık ilanı bakımından göz önünde bulundurulması gereken üçüncü ve en önemli faktör ise uluslararası durumdur. Yani uluslararası durumun bağımsız bir Kürt devletine ne kadar hazır olup olmadığı sorunudur.
Bu açıdan bakıldığında Kürdistan Bölgesi’nin benzer örneklerinden daha elverişli bir zemine sahip olduğu söylenebilir. Kürtler, yüzyıllar boyu bağımsız bir devlet olmayı tasavvur etmiş olsalar bile, gelinen aşamada bağımsızlık Kürtler bakımından bir tercihten çok bir zorunluluk olarak gündeme gelmiş durumda. Başka bir ifade ile bu kez bağımsızlık Kürtlere rağmen Kürtlere dayatılmış bulunuyor.
Bağımsız bir Kürdistan devletine belirli nedenlerle karşı çıkanlar olacaktır. Bu işin başını ise en başta Kürdistan’ın belli parçalarını ellerinde bulunduran sömürgeci devletler çekecek. Arap devletlerinden bazılarının, Irak gibi bir Arap devletinin parçalanmaması adına Kürdistan’ın bağımsızlığına tepki gösterecekleri muhakkak.
Ama hiç kimsenin mevcut durumda bağımsızlık dışında Kürtlere bir alternatif sunmaları mümkün değil. Ortada dikiş tutması imkânsız denilebilecek bir yapı söz konusu. Kürtlerden, geleceği belirsiz bir Irak için oturup beklemelerini kimse istememeli.
Bağımsızlık ilanı elbette bir süreç alacaktır. Yapılacak referandum bu sürecin ilk adımı ama tek adımı olmayacaktır. Bağımsızlık ilanı ekonomik, siyasi ve diplomatik yönde kat edilecek karmaşık ve zor bir süreci gerektirecek.
Öte yandan bağımsızlık yönünde kendini hazırlayan bir Kürdistan’ın olası bir konfederal Irak’ta bugünkünden daha güçlü ve etkin bir pozisyonda yer alacağına kuşku yok. Çünkü konfederal bir Irak son tahlilde ancak bağımsız siyasal birimlerle inşa edilebilir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.