22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

BAĞDAT’IN DUVARLARI VE BÜYÜK ORTADOĞU SAVAŞI

Nuray Mert

27 Ağustos 2013 Salı 13:22

2003’de Bağdat işgal edildiğinde, daha önce Bağdat’a gitmemiş olmaktan dolayı derin bir üzüntü ve pişmanlık duydum. Geçen hafta, yani on yıl sonra, Bağdat’ı gördüğümde tahmin ettiğim gibi, artık Bağdat yok idi. Duvarlar, siperler, askerler, güvenlik noktaları ve sonu gelmez ihtilafların başkentini gördük, çok ama çok üzücü ve bir o kadar da ibret verici bir manzaraydı. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımı ve utancı nasıl ancak Berlin Duvarı yıkılınca sona erdiyse, Ortadoğu’da savaş ve yıkımın sonu da Bağdat’da duvarlar yıkılmadan gelmeyecek. 

Ortadoğu üzerine laf söylemek için önce mevcut halin acısını çekmek veya hissetmek gerekiyor, insanlık bilgisinden yoksun kitap bilgisinin hiçbir anlamı yok. Kaldı ki, ortada kitap bilgisi de pek az. Dahası, bu işler monopol oynayan çocuk zekası ile çözülecek işler değil. Tabi, en evvel, acı duyacak kadar yetişkin olmak lazım, acı duymak yetişkin işidir, dizi kanayan çocuk acı değil ağrı duyar ve bas bas bağırır, ağrısını dindirirsiniz oyuna devam eder. 

Ortadoğu’da olanlar, bölge ve strateji meselesi olmayı çoktan aştı. Ortadoğu artık, gerçekten de bir insanlık durumu meselesi. Dünyayı talan etmek adına, insan hayatı bu kadar mı hiçe sayılır? Ülkesinin kaynakları uğruna ateşe atılan insanlar, ilk iş birbirinin gözünü oymaya bu kadar mı heveskar olur? Nasıl işler dönüp dolaşıp, ‘bu kabustan acaba başka bir çıkış olamaz mı?’ diye sorma cesareti gösteren insanların başına patlar? ‘Yalan dünya’ bu kadar mı gerçek cehenneme çevrilir, iki günlük hayat bu kadar mı kabusa dönüşür? Durup düşünmek lazım, zira durmadan düşünmek freni boşalmış bir arabanın uçuruma yolculuğundan başka bir şey değil. 

Zamanında, ‘Şam ve diğerleri Bağdat’a dönmesin!’ diyecek olduk, ne muhaberat ajanlığımız kaldı, ne avanaklığımız! Hoş, ‘Şam Bağdat olmasın’ diye yola çıkanların bazıları, Şam’ı Bağdat’a çevirmek için ellerinden geleni yaptılar, sonuç ortada. Esad’ın zalimliği bahane değil, teraziyi öyle kurarsanız, sonu böyle oluyor. 

Biliyorum, büyük muhasebeler ile işi olmayanlar için işin insani yanı boş laf, ne de olsa bu günlerde herkes kendini stratejik analizlere kaptırmış vaziyette. İşin bu tarafı ile meşgul görünenlere de hemen söyleyeyim, gerçekçi analiz yapmak isteyenler de, öncelikle bölgeyi daha iyi öğrenmenin yolunu aramalı. Burası, akademisyen yorumcuların Mısır’dan söz ederken bile, Sykes-Picot anlaşmasını milat olarak aldıkları bir ülke, gerisini siz hesabedin. Herşeyden önce, Ortadoğu analizi yaparken, nedense Birinci Dünya Savaşı sonu, yani Osmanlı’nın Arap vilayetlerini kaybetmesi ardından bugüne kadar sanki bölgede hiçbir şey yaşanmamış, 2000’li yıllara kadar tarih donmuş gibi bir varsayımla hareket ediliyor. Oysa, bugün gelinen noktayı değerlendirebilmek için Ortadoğu’nun yirminci yüzyılı nasıl geçirdiğini bilmek, hesaba katmak gerekiyor. 

Bugünkü çatışma eksenini belirleyen son gelişme; bir yandan Soğuk Savaş döneminin ve denkleminin sona ermesi, ama ondan hemen önce İran İslam Devrimidir. Esad rejimini Batı’nın hedefi haline getiren zalimliği değil, bölgesel çatışma hattının diğer tarafında kalmasıydı. Mısır’da Müslüman Kardeşler’e karşı politika Nasır’dan beri aynı hat üzerinde ilerliyor değildi, ABD son ana kadar Mübarek’i destekliyor değildi, vs. vs. Ama en iyisi, tüm bunları köşeye sıkıştırmadan daha geniş bir çerçevede yazmak üzere şimdilik bir yana bırakmak ve hızla en son duruma bakmak. 

En son olarak, ABD’nin Suriye’ye kısıtlı müdahelesinden söz ediliyor. Ben böyle bir ihtimali düşük görenlerdenim. Suriye konusu öyle bir kısır döngüye girdi ki, dış müdaheleye karşı olanlar ve dahası Ortadoğu’nun bügünkü halinin hesabını doğrudan Batı dünyasından soranlar, diğer yandan Batı Suriye’ye müdahale etmiyor diye kıyameti koparıyor. İşin gerçeği, uluslararası bir girişimin eksikliği Suriye’ye kan kaybettirmeye devam edecek. O nedenle, Suriye üzerine uluslararası, ama çok taraflı bir baskı mekanizmasının devreye girmesi şart. Şimdilik, akan kanı, onun Lübnan’a daha fazla sıçramasını, daha da geniş alana yayılmasını engellemek en önemli mesele, tek yanlı veya bir ABD veya Batı müdahalesinin hiçbir derde deva olma ihtimali yok.

Diğer taraftan, bundan sonra, tüm Ortadoğu’da barış ufku olmayan hiçbir siyasi hamlenin geleceğinin olmayacağını görmek gerekecek. Sadece insani boyuttan değil, gerçekçi siyaset açısından da bu böyle, zira çatışma konusu bölgesel ittifak sistemleri ve onların derinlemesine uzantılarına dair. Bağdat’ın, hatta Kudüs’ün duvarları, barış adına yıkılmadan, çoktan başlamış olan büyük Ortadoğu savaşı bitmeyecek.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.