AYTEN ÖZTÜRK’ÜN OTOPSİ RAPORU
Orhan Miroğlu
02 Ocak 2012 Pazartesi 00:20
Yılın ilk günü.
Soğuk bir Ankara günündeyiz. Dışarıda kar yağıyor.
Keyfini süremiyoruz hiçbir şeyin..
Ne yapsak, ne etsek, geçmiş peşimizi bırakmıyor. Bir savaşın içinden çıkıp bugünlere geldik. O savaşın hakikatleri kollarımıza ve ayaklarımıza vurulan prangalara dönüştü.
Yok sayıyoruz, görmezlikten geliyoruz, insanların yaşadığı acılara farklı muameleler yapıyoruz, yine de olmuyor.
2011 yılının son gününde 35 Kürt köylüsünün gaddarca öldürülmesini yazmak, sonra da yeni bir yılı kutlamak nasıl mümkün olabilirdi? Nitekim olmadı. Yılın ilk gününde yazılan bu yazı da, yılın son gününde yazılan yazıdan farksız. Bu yazı da, geçmişe ait acıların izini sürüyor..
Selim Çürükkaya benim Diyarbakır cezaevinden arkadaşım. Selim PKK’nin önde gelen kadrolarındandı. Cezaevinden çıktı, Bekaa’ya gitti. Orada Öcalan’la ve PKK’yle birtakım sorunlar yaşadı ve PKK’den ayrıldı. Uzun yıllardır yurtdışında yaşıyor. Eşi Aysel Öztürk’ün Diyarbakır zindanında, işkenceci zalimlere karşı gösterdiği cesaret dilden dile anlatılırdı. Aysel’i hiç görmedim. Ama yıllar sonra Nejdet Buldan’ın yazdığı PKK’de Kadın Olmak adlı kitapta Aysel’in hayat hikâyesini okuduğumda, günlerce kendime gelemedim. Uğruna hayatınızı verdiğiniz, sonuna kadar inandığınız bir mücadeleyle yıllar sonra yollarınız ayrılıyor.. Dağ gibi bir hüzünle ve yapayalnız kalıyorsunuz..
Ayten ve Aysel..
Bu iki kız kardeşin hayatı, acılarla geçmiş . Ayten, kaçırılıyor ve hunharca katlediliyor. Babası Hıdır Öztürk’ü hatırlayacaksınız. Geçenlerde Meclis İnsan hakları Komisyonu’na gidip kızı Ayten Öztürk’ün vahşice öldürülmesini anlattı. Kızlarından biri olan Aysel şimdi eşi Selim Çürükkaya ile beraber yurtdışında yaşıyor. Geçen hafta Selim’den bir mektup aldım, Ayten’in cesedi bulunduktan sonra tutulan otopsi raporunda geçen garipliklere dikkat çekiyor ve şöyle diyordu:
“İki gün önce Hollanda’ya gittim. Orada bir yakınımı ziyaret ettim. Bana Ayten Öztürk’ün otopsi raporunu verdi, inceledim, çok çarpıcı bir durumla karşılaştım. İki doktor ve bir savcı tarafından düzenlenen otopsi raporu korkunç bazı gerçekleri gözlerimin önüne seriyordu. Örneğin Ayten Öztürk 27 Temmuz 1992 günü akşamüzeri saat 17.30’da beyaz renkli bir arabayla, dört kişi tarafından evinin önünden kaçırılmıştır. Otopsi raporunda yazıldığı gibi 8 Ağustos 1992 günü akşamüzeri cesedi Elazığ Karşıyaka Kartaltepe mevkiisinde yarı gömülü olarak bulunmuştur. Yani Ayten Öztürk’ün kaçırılması tarihi ile cesedinin bulunması tarihi arasında tam on bir gün zaman vardır. Durum böyle iken; otopsi raporunda cesedin en az bir buçuk veya iki ay gömülü kaldığını yazıyor. Ayten Öztürk’ün doktor eniştesi ve hemşire bacısına göre Ayten’in kulakları, dudakları kesilmiş, gözleri çıkarılmış, tanınmaması için yüz derisi soyulmuştur. Ama otopsi raporuna göre Ayten Öztürk’ün cesedi toprak altında bir buçuk veya iki ay kaldığından, dudaklar, gözler ve kulaklar çürümüştür. Yine Ayten Öztürk’ün yakınlarına göre Ayten’in saçları ve kafa derisi yüzülmüştür. Otopsi raporuna göre Ayten Öztürk’ün gömülü olduğu yerin üzerinde saç kılları bulunmuştur. Otopsi raporuna göre saçlarının kazınmasının nedeni ise; cesedin üzerindeki 15 santimlik toprak alınırken, kürek kazma ile saçın sürtüşmesinden ileri gelmiş olabilirmiş!
Bilirkişi doktorların yazdıklarına göre Ayten’in boyun hiyoyid kemiği kırıldığından dolayı ölüm sebebi buymuş ve ölüm nedeni anlaşıldığından klasik otopsiye gerek yokmuş!
Böyle otopsi olur mu? Genç bir kız yüzü bozulmuş bir halde gömülü bulunuyor, DNA testi neden yapılmamış? Bu kızın tecavüze uğrayıp uğramadığına dair otopsi neden es geçilmiş? Ceset üzerinde parmak izlerine neden bakılmamış? Ve muhtemelen ceset bir veya iki gün orada yerin altında kalmasına rağmen neden Savcı ile doktorlar cesedin bir buçuk veya iki ay kaldığını yazmışlar? Bu ibretiâlemlik raporu sizlere duyurmak istiyorum. Otopsiye katılan doktorların telefon numaralarına ulaştım. Bu aktüel telefonları da size iletmek istiyorum. İnsan hakları, demokrasi ve hukukun olduğu bir yerde böylesine bir rapor yazan savcı ve doktorlar derhal tutuklanıp yargının karşısına çıkarılırlar.
Ama Türkiye gibi bir yerde ve Kürtlere karşı yapılan muamelelerde kimse bu tip işlerin hesabını kimselerden sormaz. Bırakın hesap sormayı bu tip raporları yazanlar kariyer yaparlar ve mevkilerinde zirveye tırmanırlar. Buyrun size raporu yazan bir savcı ile iki doktorun aktüel telefonları, ben bir doktor (Zülfü Kılıç) ile konuştum, ona göre bu otopsi raporu o günün koşullarına göre çok normal imiş. (Milattan önceden söz eder gibi konuşuyordu.) Doktora dedim ki; Siz 8 Ağustos 1992 akşamında, ‘ceset bir buçuk veya iki ay toprağın altında kaldığından burun, kulaklar ve gözler çürümüş’ diye yazmışsınız. Ama o bayan 27 Temmuz 1992 akşamı, yani on bir gün önce Tungaş fabrikasında her gün çalıştığına dair elimizde belgeler var. Bu soruma karşılık, ‘efendim bizim ki bir tahmindi’ dedi. Fabrikada çalışan bir kızı, mezarda ölü olarak tahmin etmek nasıl bir tahminse artık gelin siz düşünün!”
Selim raporda ismi geçen doktorların ve savcının adını ve bugün çalıştıkları kurumları da veriyor.
Dr. Zülfü Kılıç: Ümraniye Özel Afiyet Hastanesi: Tlf. no: 0090 216 344 89 00
Dr. Nusret Akpolat: Elazığ Fırat Üniversitesi: Tlf. no: 0090 424 233 3555-21 87
Savcı M. Ali Gürbüz: Ordu Adliyesi: Tlf no: 0090 458 233 05 8
Yerim kalmadı, ama bu ibretlik raporun metnini isteyenlere yollayabilirim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.