AYNI KUMAŞIN FARKLI DESENLERİ: ERDOĞAN VE İHSANOĞLU!
Sinan Çiftyürek
07 Temmuz 2014 Pazartesi 08:07
Yurtsever, devrimci sosyalist güçler açısından sandığa gitmemek gitmekten daha doğru bir tutum olarak görünüyor.
I – Irak’ta yaşananlar, Suriye, İran, Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin iç siyasetini de köklü etkileyecek, çünkü 100 yıl öncesine dayalı anlaşmanın ürünü olan bölgesel sistem geriye dönüşsüz sarsılmakta ve Ortadoğu’yu da aşan sonuçlar doğuracağı muhakkak.
Kerkük gibi halen Kürdistan federasyonunun idari yapısı dışında ki Kürt kentlerinde Peşmergenin denetim kurması; Kürdistan hükümetinin, referandumla bağımsızlığı yürürlüğe koymayı tartışıyor olması; bölge ve uluslararası düzlemde bağımsız Kürdistan üzerine yoğun tartışma; Batı Kürdistan’ın statü yönündeki kimi fiili adımları kalıcılaştırma arayışı... Bunların da etkisiyle Kuzey’de de meselenin çözümünün yakıcılığını koruyor olması...
Türk iç siyaset dengelerinde ki değişimin de etkisiyle, Balyozcu, Ergenekoncu tutuklu ve hükümlülerin tümüyle tahliye edildiği; hükümetin tam da cumhurbaşkanı seçimi öncesi ulusalcı siyaset odaklarına zeytin dalını uzattığı; Ergenekoncular, Balyozcular tahliye edilirken, Kürt meselesinde hem dengelemek hem de yeni bir “reform” havası vermek amacıyla kimi KCK tutuklularının da bırakıldığı görülüyor. …
Cumhurbaşkanlığı seçimi bu iç ve bölgesel gelişmelerin gölgesinde yapılıyor. Tacir-tüccar geleneğinden gelen AKP hükümeti, yine bir taşla iki kuş vurmak istiyor. İç ve bölgesel gelişmelerin çözümünü dayattığı Kürt meselesinde üzerindeki baskıyı hafifletmek isterken aynı süreçte gelip kapıya dayanan cumhurbaşkanlığı seçiminde de, Kürtlerin ağzına bir parmak bal da sürerek destek almak istiyor.
Bu koşullarda hükümet, “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Gerçekleştirilmesine Dair Kanun Tasarısı” yasasını; hem epeydir seslendirilen “çözüm sürecini anayasal zemine dayandır” çağrısına hem de “görüşmeler müzakereye evirilmeli” beklentisine yanıt amacıyla meclise sundu sunmaya da ancak çözümü hedeflenen olgu yine adıyla anılmıyor.
Güya Kürt meselesine çözüm aranıyor, halkta, siyaset odaklarında yaratılan beklenti bu, ancak meclise sunulan tasarıda, “Terörün Sona Erdirilmesi” ve Kürt halkının biyolojik varlığını tehdit eden asimilasyon ve entegrasyonu amaçlayan “Toplumsal Bütünleşmenin Gerçekleştirilmesi” öngörülüyor. Devamla “terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyo ekonomik, psikolojik, kültürel, güvenlik ve silahsızlandırma” konularında gerekli adımları atmayı öngörüyor. İyi de Türk devleti zaten kurulduğu günden beri “terörü” bitirmek, asimilasyon ile entegrasyonu (bütünleşmeyi) derinleştirmek istiyor bunun için yasaya da gerek yok!
Dağdan inip “silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ve sosyal yaşama katılım ve uyumların temini için gerekli tedbirleri alır” derken de bildik rehabilitasyon masalından söz ediliyor. Benzer tasarılar, Şeyh Sait, Ağrı Zilan ve Dersim direnişleri sırasında da sunuldu meclise. Böyle bir tasarı neden, nasıl “ufuk açıcı tarihi adım” oluyor anlamak zor.
Denilebilir ki tasarının elle tutulur tek yanı çözüm sürecinin meclise taşınarak orada tartışılıyor olmasıdır. Ancak burada sorun var, birincisi meclisten ne çıkacak belli değil, ikincisi ise tasarı ile her şeyin hükümetin insafına bırakılıyor olmasıdır.
Anlaşılan Hükümet Kürt meselesi ile uğraşan, oyalayan, hükümete zaman kazandıran kadrolarını, “bu kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari, cezai sorumluluğu doğmaz” diyerek yasa ile dokunulmaz kılmak istiyor. Başarırsa bir dönem de böyle idare edecek. Yok, eğer iç ve özellikle bölgesel gelişmeler Türk devletine, “ya bölünme (bağımsızlık) ya da federasyon” adımını attırmayı dayatırsa, o zaman da “zaten mecliste de ele almıştık biz yeni sürece hazırlıklıyız” diyerek B planı devreye sokulacak!
II – Cumhurbaşkanlığı seçiminde en başta anti demokratik bir zorunluluk bulunuyor çünkü aday olabilmek için illa ki parlamento da grup kuracak sayı da milletvekili imzası gerekiyor. Her ne kadar “cumhurbaşkanını millet seçiyor” denilse de 20 vekilin imzasıyla aday olabilme zorunluluğunu getirmek demek, “millet iradesini” meclisin önereceği aday/adaylarla sınırlamak demektir. Bu sınırlama ilerici, devrimci, sosyalist hareketi alternatifsiz bırakmakta.
Adayların siyasal profiline gelince: HDP adayını ayrı tutarsak, Erdoğan ile İhsanoğlu’nun aynı siyasal kumaşın farklı desenleri olduğu görülür. Hatta denilebilir ki desen farkı da cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmeleddin beyin CHP-MHP adayı olması nedeniyle biraz da imal edilmiştir. Kısacası iki adayın da siyaset kumaşının ana çizgileri milliyetçi muhafazakârlıkla örülmüştür.
Gerek “1923 hedefi” ya da “yeni Türkiye vizyonu” ile “değişimi” temsil eden Erdoğan, gerekse CHP ve MHP’nin Kemalist rejimin savunulması üzerine kurdukları ittifakı temsil eden İhsanoğlu, devlete yaklaşım ve özellikle devlette katı merkeziyetçiliğin belirleyici olması gibi önemli meselede temelde farkları yok. Sadece milliyetçi muhafazakâr merkeziyetçi devletin nasıl (başkanlıkla mı yoksa parlamenter sistemle mi) yönetileceği üzerine aralarında farklılıklar var.
Başbakan Erdoğan’ın 12, özellikle de son 3 yıllık iktidar pratiği kendisinin siyasal fotoğrafını netlikle sergiler. Daha önce Erdoğan’a ilişkin 12- 12- 2013 tarihli “Doğu Despotik İklimde Putinizmin İslami Versiyonu, Erdoğan” başlıklı yazım başta olmak üzere Newroz Gazetesi’nde üzerinde durmuştuk. Gelişmeler Erdoğan’ın, Doğu despotizmi yönelimini günümüz koşullarında derinleştirerek devlet rejimi haline getirmeyi hedeflediğini gösteriyor.
Roboski katliamı, Gezi isyanı, 1 Mayıs ve Soma’da ki (korumalar eşliğinde başbakan ile müsteşarının adam kovalayıp dövmesi) polis devleti pratiği; yerel yönetimleri “güçlendiriyorum” derken bile attığı her adımla devletin merkezini daha güçlü inşa etmeyi hedeflemesi, bize günümüz Doğu despotizmi fotoğrafını yeterince vermekte yani M. Yetkin’in vurgusuyla “vurdu mu oturtan cumhurbaşkanı” profilini sergilemekte. Partili cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın “başkanlık sistemini” fiilen uygulayacak olması ise bu fotoğrafı güçlendirecek ki o zaman gerçekten de “kim tutar Erdoğan’ı!
Kısacası, Erdoğan ve AKP’nin, “cumhurbaşkanını millet seçsin, devlete millet egemen olsun” söylemleri demagojiden ibarettir, desteklenemez. Şunu da ekleyelim; Erdoğan gerek AKP içi güçlü milliyetçi damar gerekse genel ulusalcı atmosferden dolayı açıkça BDP ile seçim ittifakı yapamaz. Ergenekoncu ve Balyozcuların tahliye edildiği, asker ile Cemaat karşıtı yeni ittifak aradığı evrede hiç yapamaz.
Kısacası gerek Erdoğan’ın profili gerekse Meclise sunulan hükümet tasarısı, Kürt siyasetinin Erdoğan’ı desteklemesi için yeterli bir içeriğe sahip değil ancak aynı şey Kürt halkı için söylenemez çünkü ikinci turda Erdoğan, İhsanoğu ile baş başa kaldığında Kürtler birden fazla nedenle Erdoğan’a oy verecekler.
CHP’nin önce eski MHP’li Mansur Yavaş’ı Ankara’da aday göstermesi şimdi de MHP ile çatı adayı üzerinde ittifak etmesi sürpriz değil. CHP zaten ırkçı milliyetçiydi ve bu tarihsel çizgisi gereği MHP ile ortaklaşıyor. Dolaysıyla MHP’nin CHP’lileşmesinden çok CHP’nin içinde barındırdığı MHP’yi öne çıkarması söz konusu.
CHP ile MHP’yi İhsanoğlu üzerinden birleştiren ana etken; AKP karşıtlığı, özelde de başkanlık sistemini “fiilen uygularım” diyen Erdoğan’ı engelleme arayışıdır. Eğer CHP ile MHP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde üzerinde uzlaştıkları çatı adayları başarı kazanırsa, bu adım 2015 genel seçimlerinin bir ön provası işlevini üstlenecek ve yeni bir Milliyetçi Cephe arayışı hız kazanacak.
İhsanoğlu’na gelince, bürokrat kimliği ile halkın seçilmiş siyasal temsilcisi misyonunu yerine getiremez. Esas parlamentonun siyaset denklemi içerisinde seçilerek dengeleri gözetecek ve böylece devleti temsil edecek biri olarak duruyor ki zaten CHP ile MHP de böyle bir aday istiyor.
CHP ve MHP, Erdoğan ile aynı kültürel kumaşın farklı deseni olan İhsanoğlu’nu aday göstermekle AKP’nin özelde de Erdoğan’ın değerleri zemininde onunla boğuşmayı hedefledikleri görünüyor ki işleri zor! Siyaset sahnesine çıkarak halktan oy isteyecek bir adayın halkla sıcak temas içerisinde olmayacak olması bu zorluğun başında gelir. Erdoğan kent kent dolaşıp miting yaparken, İhsanoğlu’nun bürolarda demeçlerle yetinecek olması ya da Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin meydanlarda onun adına konuşup savunması zorlukların bir diğeri. Erdoğan, Kürt meselesi başta olmak üzere her konuda meydanlarda gürlerken, İhsanoğlu’nu destekleyen her bir partinin farklı şeyler dillendirmesi bir başka handikap. Örneğin İhsanoğlu Kürtler, Aleviler, Gayrimüslimler gibi can alıcı meseleler de ne diyecek? Yapacağı her açıklama kendisini destekleyen parti ve dinamiklerle arasını açabilir. Aynı şey tersinden de, İhsanoğlu’nu destekleyen CHP ve MHP’nin Erdoğan’a karşı yapacakları propaganda dili için geçerlidir.
III – Erdoğan ya da İhsanoğlu gibi milliyetçi muhafazakâr adayları demokrat, sosyalist siyaset destekleyemez. 20 vekilin imzasıyla aday olma zorunluluğu da dikkate alındığında muhalif kesimde gözler HDP adayı Demirtaş’a çevrilmiş durumda ki Öcalan ve KCK’nin de birinci turda HDP adayının alacağı oy üzerinden hükümetle ikinci turda “pazarlık” hesabını yaptıkları anlaşılıyor. Her ne kadar Cemil Bayık “Türkiye halklarının özlemini çektiği bir cumhurbaşkanı adayı ortaya çıkabilir. İyi yürütülürse ikinci tur bile HDP ile AKP arasında olabilir. Her şey HDP’nin çalışmalarına bağlıdır. Kesinlikle birinci turda iyi çalışma yürütürse ikinci tura kalabilir” denilse de hesaplar ikinci turda HDP oylarına “muhtaç” Erdoğan (hükümet) ile pazarlık gücünü artırma üzerine kurulu ki HDP yöneticileri bunu yer yer açıkça dile de getirdiler. Kaldı ki Demirtaş’ta Deniz Zeyrek’e verdiği söyleşi de bunu şöyle dile getirir: “gündemimizde boykot yok… BDP seçmeni açısından en büyük handikap MHP’nin de adayıdır. Yoksa Ekmeleddin beye karşı durum şu an nötr görebildiğimiz kadarıyla. ... Ekmeleddin Bey bunu kendi çabasıyla kırar mı? Bunun için de önyargılı olmayacağız” demekle açıkça ikinci turda kendi seçmenin Erdoğan ile İhsanoğlu arasındaki seçimde muhtemel davranışını tarif eder.
Bu durumda aynı kumaşın farklı desenleri olan Erdoğan ve İhsanoğlu karşısında HDP Demirtaş ile en azından pazarlık gücünü artıracak desteği alır mı? Zor çünkü proje olarak HDP ve izlediği Kürdistan siyaseti birçok açıdan sorunlu.
Birincisi; Irak’ın parçalanmayla yüz yüze geldiği ve bağımsız Kürdistan’ın tartışıldığı evrede KCK/BDP’nin HDP ile tam gaz izlediği “Türkiyelileşme” hedefi; 40 yıl aradan sonra yeniden başa yani birlikte örgütlenmeye dönmeleri; Kürt/Kürdistan meselesinin çözümünde içeriği belirsiz “demokratik modernite”, “demokratik ulus” savunuları; KCK’nin son aylarda yeniden dile getirdiği dört parçayı kapsayacak Ulusal Kongre gibi olumlu çağrılarına karşın Kürdistan parçalarında kendi dışındaki Kürdistanlı parti ve örgütlerle birliğe uzak durma siyasetinin yarattığı kırılmaları ekleyelim.
İkincisi; AKP’nin tam da seçim arifesinde ve Öcalan’ın da “ufuk açıcı tarihi adım” dediği yasa tasarısını meclise getirmesi; dün haksız yere tutuklattığı KCK tutuklularının şimdi bırakılması gibi adımlar; AKP’li Hüseyin Çelik’in, “Irak’ın parçalanması ile paralel Kürtler kendi kaderlerini tayin edebilir”, “Kürdistan’ı kardeş görürüz” açıklamalarına Demirtaş’ın ikinci tura kalamayacağı gerçeği de eklendiğinde, Kürt seçmenin ağırlıkla Erdoğan’a yöneleceği söylenebilir.
Üçüncüsü; peki ya Alevi toplumu ya Gezi ruhu? HDP ve bileşenleri Alevileri ve Gezi ruhunu “çantada keklik” görürlerse yanılacaklar. MHP ile çatı ittifakı kırılmalar yaratsa da CHP neredeyse Alevi toplumu yine ağırlıkla orada olacak gibi görünüyor. Yerel seçimlerde Gezi ruhunun esas olarak CHP üzerinden oya dönüşmesi gibi!
Sonuç olarak; Erdoğan ile İhsanoğlu arasında ya da katı merkeziyetçi Kemalist üniter parlamenter demokrasi ile Doğu despotik başkanlık sistemi arasında bir seçim yapmak zorunda değiliz. Ne birinci ne de ikinci turda bu iki adaydan biri desteklenemez. “Birinci turda HDP adayını destekleyelim ki hükümetle pazarlık güçleri artsın, ikinci turda da boykot yapar sandığa gitmeyiz” demek de sorunludur.
İlk turda HDP adayı yüksek oy alsa bile Erdoğan’ın ittifaka yönelip pazarlık yapma olanağı zayıftır çünkü AKP hem içindeki hem de dışındaki milliyetçi kitle damarını kaybetmeyi göze alamaz.
Ayrıca Demirtaş aday olurken HDP bileşenlerinin görüş ve önerilerini almış olabilir ama dışındaki Kürt parti ve örgütlerin görüşlerine usulen de olsa başvurulmamıştır.
Kuruluş projesi olarak HDP ve izlediği siyaset de Kürdistani açıdan sorunludur ve başından beri eleştirel yaklaştık.
Dolaysıyla yurtsever, devrimci sosyalist güçler açısından sandığa gitmemek gitmekten daha doğru bir tutum olarak görünüyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.