AYIPLARI VE İNADIMIZ
Ece Temelkuran
17 Nisan 2011 Pazar 09:28
EVVELSİ gün çok ayıp bir şey oldu.
Kadıköy Adliyesi'nin önünde, yağmur altında saatlerce bekledik, yüzlerce kişiydik, ama Ahmet'i duruşmaya getirmediler. Daha ayıp bir şey oldu, "Ring aracı yoktu" dediler. Sonra daha beter ayıp bir şey oldu. Samanyolu TV, "Tutuksuz yargılanan Ahmet Şık duruşmaya gelmedi" diye yalan haber yaptı. Evvelsi gün vicdana, adalete ve bir de bize çok ayıp oldu.
Evvelsi gün biz Kadıköy'deydik. Ne bileyim işte, yüzlerce kişi vardık. Epey de ıslandık. Ellerimiz ıslandı, ellerimizde kırmızı denizci fenerleri vardı. Ellerimiz üşüdü, ellerimizde Ahmet'in yıllar içinde çektiği fotoğraflar vardı. Fotoğraflarda çok ayıp şeyler vardı, polis kadınları dövüyordu, birileri çocukları öldürüyordu, Ahmet hep ayıp şeyleri zımbalıyordu deklanşörüyle.
Zaten bu yüzden işte Ahmet'i, daha fazla ayıp şeyleri ortaya çıkarmasın diye son derece ayıp bir şekilde içeri almışlardı. Ne ayıptı gelmeleri evine sabahın beşinde. "Böyle şey olmaz" dedik biz. Ne bileyim, binlerce kişiydik işte Taksim Meydanı'nda. Ben ıslık çaldım, epey ıslık çaldım arkadaşlarımla birlikte. Duvarlarda çınlattık sesimizi, "Ahmet çıkacak yine yazacak!" dedik, "Nedim çıkacak yine yazacak"
dedik. Herhalde o kadar ayıp bir şey yapmazlar, utanırlar, bırakırlar... diye düşünmüştük. Sonra işte çok ayıp bir şey oldu, bırakmadılar, ne Ahmet'i ne Nedim'i ne de diğer tutuklu gazetecileri. Şaştık kaldık. Müstehcen şeyler oluyordu, bakmaya utandık.
AHMET'İN BOMBASI
Ayıp şeyler olmaya devam etti. Başbakan ecnebilere konuşurken bir memlekette dedi ki, kitaplar bombalar gibiymiş. Tamam, biz de biliyoruz, Ahmet bomba gibi bir kitap yazıyordu! Ama diyelim ki...
Ceylan'ı parçalayan bomba gibi değildi bu. "Kadın, çocuk fark etmez, gereği yapılacak" dendikten sonra Diyarbakır'da patlayan, çocukların kafasına sıkılan gaz bombaları gibi değildi. Ankara'da TEKEL işçilerinin üzerine atılan gaz bombaları gibi değildi, Taksim'de 1 Mayıs'ta sıkılan göz yaşartıcı gaz gibi değildi.
O bomba sadece birkaç büyük yalanı, birkaç büyük haksızlığı patlatacaktı. Ama, söylemek bile ayıp, operasyonu o bombaları Ahmet'in kitaplarına tercih edenler yönetiyordu. Onların kendileri için yalan söyleyecek, hem Ahmet'i kendi duruşmasına getirmeyip hem de "Ahmet gelmedi" diyebilecek, müstehcen televizyon kanalları, ayıpçı gazeteleri vardı. Çocuklarına yalan söylemeyi öğreten gazeteleri ve televizyonları vardı onların.
AYIP, DAHA AYIP
Biz evvelsi gün Kadıköy'deydik. Ellerimizde denizci fenerleriyle, kırmızıydı hepsi, binlerce yıl önce Diyojen'in yaptığı gibi adalet arıyorduk. Ne yalan söyleyeyim, bulamadık. Ahmet'in sevgili eşi Yonca sevgilisini göremedi, yağmur altında beklemişti saatlerce. Yonca ile yağmurun altında durduk öyle. Yonca yağmur gibi tıkır tıkır anlattı kulağıma. Sesler Ahmet'i delirtiyormuş. Hepsi aynı haldeymiş.
O kadar büyük bir sessizliğin ortasında yan odada biri gazete sayfası açsa bu odada Ahmet'e büyük bir gürültü gibi geliyormuş o ses. Sonra içeride yatmış bir arkadaşları demiş ki: "Üç ay sonra alışırsın, geçer bunlar." Ahmet'in hiç hak etmediği bir hapishane hücresine alışması mı iyi yoksa seslerden çıldırması mı bilemedim. Çok ayıp geldi bunu düşünmek bana.
GÜNEŞTE VE YAĞMURDA
Bazen güneşli oluyor hava, bazen yağmur yağıyor. Biz Ahmet için, içerideki arkadaşlarımız, meslektaşlarımız için bir araya geliyoruz sokaklarda. Hep seviniyoruz başlangıçta. Çünkü hiç beklemiyoruz daha da ayıp bir şey olmasını. Sonra oluyor. Sonra daha ayıp şeyler de oluyor. Sonra yine güneş çıkıyor ya da yağmur başlıyor. Biz yine toplanıyoruz sokaklarda. Bize hep ayıp ediyorlar. Ama biz yine toplanıyoruz sokaklarda. Bir sabır meselesi bu, bir sinir savaşı. Bana sorarsanız biz kazanacağız. Neden? Onların ayıpları ve utanmazlıkları var, amenna! Ama maşallahı var bizdeki inadın da!
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.