22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin3°C

AYDINLARIN SİYASİ GÜCÜ

Orhan Miroğlu

31 Mart 2012 Cumartesi 07:17

Polemik yapmaya meraklı değilim. Ama Kürt aydını söz konusu olduğunda ortada o kadar yanlış kanaatler ve düşünceler dolaşıyor ki, bu konunun tartışılması gerektiğini düşünüyorum

Silahlı mücadelenin başladığı ve sürdüğü yıldan başlayarak, Kürt aydını giderek etkisiz hale geldi, siyasal süreci etkileyebilecek bir konumu elde edemedi. İşine gücüne bakan, “kendini koruma altına alan” bir Kürt aydın tipi çıktı ortaya. Entelektüel üretimden yoksun ve bu üretimi arzu ve talep etmekten uzak bir tip. Diaspora’daki Kürt aydını ise siyasi süreçten koptu, sınırlı sayıda bir aydın grubu, edebiyata ve dil çalışmalarına yöneldi. Gerisi kaderine razı oldu. Yani Avrupa’nın varoşlarında kayboldu. Uzak mesafe milliyetçiliği bu aydın tipinin benimsediği bir milliyetçilik türü olarak bugün de revaçta görülüyor.

Kısacası, Kürt aydınlarının siyasi gücünün olmadığını herkes biliyor.

Ama zaten, bir toplumsal değişim döneminde, değişime talip olan herhangi bir siyasi partiyle, o ülkenin aydınları ve entelektüelleri arasında kurulan konsensüs, siyasal güç birliğine dayanmaz.

Bir parti çıkar değişime talip olur, ve o ülkenin aydınları, statükoya karşı çıktıkları ve değişim taleplerini destekledikleri oranda, değişimin siyasal gücü olan partiye destek verir.

Aydınlar, akademisyenler, entelektüeller, siyasi bir parti veya camia içindeki güçleriyle değil, fikirleriyle önem kazanırlar. Belli bir siyasi hareketi ve camiayı fikirleriyle etkileyebilirler veya etkileyemezler.

Ama bu genel kural Kürt siyaseti ve Kürt aydınları söz konusu olduğunda, bambaşka bir tablo çıkıyor ortaya.

PKK silahlı bir mücadele örgütü. Kırk yıla yaklaşan bir zamandır bu meselenin merkezinde olan bir örgüt. Kürt aydınıyla barışık olamadı. PKK’nın silahlı mücadelesi karşısında “sıkışma” yaşayan, korkulara kapılan Türkiye toplumu genel olarak Kürt aydınından, hep PKK’ye siyasi alternatif yaratmasını bekledi durdu. Bilinen bir çok sebepten ötürü, böyle bir şeyin gerçekleşmesi herhalde mucizevî bir şey olurdu. Ve bu mucize hiçbir zaman gerçekleşmedi. Kimi deneyimler olmadı değil. Bazı Kürt aydınlarının da desteklediği iki Kürt Partisi de önemli bir varlık gösteremediler ve nihayet son seçimde BDP’yle beraber hareket ettiler.

Bugün bu savaş yıllarına ve siyasetine ait dönemin sonuçlarıyla ciddi bir yüzleşme yaşanıyor. Kürtlerin de devletin de şiddeti sorgulanıyor. Savaşın o büyük hakikatiyle yüzleşme üstünden siyaset yeniden inşa ediliyor. Kürt sivil toplumunun ve belli başlı Kürt aydınlarının deneyimlerini paylaşmaları, şiddete karşı açık tavır koymaları kolay değil tabii, ama bu tavrı da ciddi riskleri göze alarak koymaya çalışıyorlar. Kürt aydınlarının toplumu ve siyaseti genel bir muhasebeye davet etmesinin, hem Türkiye ölçüsünde hem Kürt halkı arasında son derece kıymetli bir şey olduğunu ve epey işe yaradığını düşünüyorum.

Hâl böyleyken, tam da böyle bir zamanda, bu tavır içinde olan Kürt aydınlarını kendi halkı içinde kıymetsiz kişiler olarak tanımlamak, şunun bunun işbirlikçisi olarak görmek, onları kategorize etmek –hak etmedikleri biçimde– doğru değildir. Ve böyle bir tutum, insanın yaratılmasında hiç katkısı olmamış bir mirası kolayca ve insafsızca harcamasına benzer.

Kürt aydınlarına dönüp yeni parti kurun filan diyen kalmadı. Ama bunun yerine “şöyle bir kenarda durun bakalım, bir işe yaradığınız yok!” diyenler var.

Kürt dostu olmak, Kürt aydınlarını PKK’nin ortaya koyduğu kurallara davet etmek olmadığı gibi, Kürt aydınlarına PKK’yi bölememiş aydın muamelesi yapmak da vicdanla bağdaşmaz.

Ben hiçbir Kürt aydınının PKK’yi bölmek gibi bir fikrin peşinde koştuğunu düşünmüyorum, çünkü böyle bir şeyin karşılığı da gereği de yok.

PKK’yi bölmek değil, ama Kürt siyasetinin silahların gölgesinden kurtulup çoğulculaşması arzu edilendir. Silahlar susmadıkça bunun olabilme şansı ise çok zayıf.

PKK’yi etkisizleştirmeye ve bölmeye yönelik gizli bir planın hiçbir zaman olmadığını biliyoruz. 2004 yılında Osman Öcalan, yüzlerce gerillayla beraber ayrıldığı zaman bile yalnız kaldı. Bu iç ayrışmanın yaşandığı tarih, PKK açısından büyük belirsizliklerin yaşandığı bir tarihti. KCK kurulmamış ve silahlı mücadele konusundaki iç tartışmanın henüz külleri soğumamıştı.

Öcalan’ın kardeşinin PKK’den ayrılmasından daha önemli bir fırsat olabilir miydi?

Nitekim bu fırsatın Türkiye ve bölgesel aktörler tarafından heba edilemeyeceğini düşünen ve bugün BDP’den parlamentoda olan iki Kürt lider, hesaplarını kardeş Öcalan’dan yana yaptılar. Sonra bu hesap Bağdat’tan dönünce tekrar yuvaya döndüler. Olan Hikmet Fidan’a oldu. Kardeş Öcalan’la Türkiye’den kurulan ilişkilerin faturası Hikmet Fidan’a çıkartıldı ve Hikmet Diyarbakır’da öldürüldü.

FKÖ, KDP, YNK dâhil ulusal mücadeleler yürüten Ortadoğu’daki bir çok partinin tarihi aynı zamanda bölünmeler ve ayrışmalar tarihidir.

Mucizevî bir şey olsa gerek, PKK bu tarihin içinde istisnai bir örgüt olarak duruyor..

Kimse onun zayıflamasını istemedi, kimse bölünmesini de istemedi.

Ve kimse PKK’nin mücadele ederken kullandığı yöntemlerin nasıl olur da aradan kırk yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün de değişmeden kullanılabiliyor olmasını sorgulamadı.

Avrupalılar da hiçbir zaman PKK’nin silah bırakmasını ve Türkiye’deki Kürt sorununun normalleşmesini istemediler.

İsteselerdi Öcalan’ı uçağı yeryüzüne inemeyen bir lider haline getirmez, Avrupa’da kalmasına izin verirlerdi. Bu savaşın kaderi böylelikle değişirdi belki. Avrupa’da kalmayı başarmış bir Öcalan, getirilip İmralı’da Ergenekonculara teslim edilmiş bir Öcalan’dan herhalde çok farklı olurdu.

Bizim Türk dostlarımız bu yüzden belki Avrupalılara Kürt meselesini konuşurken, “PKK’nin yerinde olsam silah bırakmazdım” türünden oralarda hoşa giden analizler yapıyorlar. Ama doğru da yapmıyorlar bence.

Aynı dostlarımız, PKK zor zamanlardan geçince, operasyonlarla zor durumda kalınca, “silahlı mücadele dönemi bitti dedik ama şu PKK’ye de derdimizi bir türlü anlatamadık” deyip yüzlerini hemen devlete ve hükümete dönerler!

Roboski gibi katliamlar, PKK’ye de savaş baronlarına da iyi gelince, bu sefer de hükümeti eleştirmeye başlarlar.

Kürt aydınları bugün adeta 28 Şubat’ın iki türlüsünü yaşıyor.

Biri “Kürt 28 Şubatı”.

Kürt aydınları, PKK tarafından tehdit ediliyorlar, andıçlanıyorlar.

Andıçlanmanın ne olduğunu bir zamanlar andıçlanan Türk aydınları da iyi bilir; susturulursunuz, acısını, yasını ve mücadelesini yıllarca paylaştığınız bir halka düşman ve hain olarak gösterilirsiniz.

Sonra biri çıkar sizi kendi halkınızın vicdanına batmış olmakla suçlar!

Cengiz Çandar bir zamanlar andıçlanmış bir Türk aydınıdır. Sağ olsun tehditler aldığımda, andıçlandığımda, bunu kınayan bir yazı da yazdı ve benim gibi PKK ve Öcalan tarafından andıçlanan “Kürt 28 Şubatzedelerin” durumuna dikkat çekti. Hatırlayacaksınız yazının başlığı da Osman ile Orhan’dı..

O yazıyı da, o yazının içimde yarattığı minnettarlığı da unutmuş değilim.

Ama Cengiz’in Radikal’de yayımlanan 20 mart tarihli yazısını okuyunca, “galiba biz Kürt aydınları için, ekstradan bir de yeni bir ‘Türk 28 Şubat’ı’ geliyor” diye düşünmeden edemedim. İtirazım bunadır..

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.