AYDIN DOĞAN HAKLI ÇIKTI
Hilal Kaplan
04 Mart 2012 Pazar 06:56
"Aydın Doğan, Türkiye'nin en azametli ve tartışmalı işadamlarından birisidir. Aydın Doğan'la kılıçları çekmiş olan pek az insan hasar görmeden kurtulmuştur. Sadettin Tantan'ı ele alın, yolsuzlukla mücadele eden eski İçişleri Bakanı'nı; Aydın Doğan'ın sahibi olduğu Dışbank'ın yolsuzlukla kirlenmiş olabileceğini söylemeye cesaret ettikten kısa bir süre sonra istifa etmeye zorlanmıştı. Ya da Nazlı Ilıcak, Doğan'ın ticarî işlerini gördürmek amacıyla medya gücünü siyasetçilere gözdağı vermek için kullandığını soruşturmaya kalkışmıştı. Kendisine –özellikle Doğan medyanın gazetelerince yürütülen- laiklik karşıtı olduğu kampanyası sebebiyle siyaset yasağı getirilmişti."
Bu satırlar bana ait değil. Bir zamanlar Türkiye'nin en heybetli adamlarından biriyken artık akşamlarını evinden TV kanallarına bağlanarak kendisini savunmakla geçiren Aydın Doğan hakkında "The Economist"in tam on yıl önce hazırladığı analizden yalnızca bir kesit. Demek ki Doğan, sadece "biz bize benzeriz" şiarıyla bakmaya alışık olduğumuz ülkemizde değil, ta on yıl öncesinden yurt dışından bakınca da medya gücünü istismar eden birisi olarak algılanıyormuş. Kanaatimce görmek isteyen göz için Doğan medyanın marifetlerine ilişkin ortada oldukça geniş bir malzeme mevcut; yeter ki bunu derinlemesine araştırmak isteyebilecek bir irade olsun. O takdirde mezkûr algıda bir sorun olup olmadığı da netleşecektir.
Meğer Aydın Doğan haklıymış
Yazının girişinde belirtildiği gibi Ilıcak, yolsuzluk yaptığı iddiasıyla Doğan aleyhine mecliste soru önergeleri vermişti, kürsüden Petrol-İş ihalesinde fesatçılık yapıldığını söylemişti. Hatta Doğan, Tempo dergisinde yayınlanan bir takım fotoğraflar sebebiyle Türk Ceza Kanunu'nun porno yayıncılığını yasaklayan 426. maddesine göre "suçlu" bulunarak ağır para cezasına çarptırılmıştı. Ilıcak ise Doğan'ın nasıl olup da bu cezayı sicilinden sildirmeyi başardığını dahi hem meclise hem İstanbul Valiliği'ne resmî olarak sormuştu. Doğan'a karşı oldukça bilenmişti anlayacağınız...
Ancak gelinen noktada, Aydın Doğan'ın öngörüsünü ve insan sarraflığını takdir etmek zorundayım. Şöyle ki, 2002 yılında, yine Aydın Doğan'ın telefonla canlı yayına bağlandığı bir akşam, Tuncay Özkan'ın "Politika Kazanı" programında Ilıcak'la çok sert tartışmışlardı. O akşamki son sözleri şöyleydi:
Aydın Doğan: "Yarın öbür gün yine yanımda çalışmak istersin."
Nazlı Ilıcak: "Ben yerimde mutluyum senin yanında bir daha asla çalışmam."
Tartışma uzayınca Ilıcak daha da sertleşerek "Hadi artık kapa" demişti. Doğan ise gayet kendinden emin "Sen bana kapa diyemezsin. Ben sana güle güle derim" diyerek son noktayı koymuştu. (http://arsiv.sabah.com.tr/2002/11/01/s2004.html)
Ve Doğan haklı çıktı. Ilıcak, geçtiğimiz yıl başlayan yayın döneminden beri Doğan Medyası'nın bir çalışanı... Bu bağlamda, olay yaratan CNN TÜRK'teki "Tarafsız Bölge" programında, Doğan'ın "ucuz kahraman, hezeyan içinde" diyerek azarladığı Can Ataklı ile 'basın özgürlüğü sevdalısı' diğer gazetecilerin süt dökmüş kedi gibi hallerini izlerken bir şey dikkatimi çekti. Doğan'ın telefonu kapatmasının ardından söz alan Ilıcak, 28 Şubat darbesinde basının rolünü çok abartmamak gerektiğini söyleyerek Özkök'ün Refah Partisi'nin kapatılmamasına dair bir yazısından ve Milliyet'in bir manşetinden bahsetti. Sabah'taki son yazısında da "28 Şubat ve medya" ilişkisine ihtiyatlı yaklaşmamız gerektiğini dile getiriyordu. Üstelik bunu şimdiye kadar yazılarında ve kitaplarında 28 Şubat darbesinde medyanın rolünün altını çizmek gerektiğini belirtmiş birisi olarak yapıyordu. Örneğin bu hafta içinde Pınar Yayınları'ndan piyasaya çıkan "28 Şubat: Bin yılın sonu" başlıklı kitapta yer alan söyleşisinde diğer darbe dönemleriyle 28 Şubat'ta basının rolünü kıyaslayarak şöyle demiş:
"Mesela biz, Tercüman gazetesinde Bülent Ecevit'i suçluyorduk, Milliyet gazetesi Demirel'i suçluyordu ama böyle gidelim, askeri yedeğimize alalım, bir darbe tertip edilsin durumu yoktu. Hiç böyle bir şey hatırlamıyorum."
Nazlı Hanım ne güzel açıklamış: 28 Şubat, sermaye ve medyanın (medya sermayenin emrindedir) asker "yedeğine alarak", yani askere ön ayak olarak yaptırdıkları bir darbedir. Bu isabetli bakış açısından nasıl oldu da "medyanın rolünü abartmayalım"a demir atıldı bilmem. Kim kime "güle güle" der ya da der mi onu da bilmem ama nihayetinde Aydın Doğan'ın haklı çıktığını da teslim etmek gerekir, değil mi?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.