22 Aralık 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır0°C
  • Ankara4°C
  • İzmir10°C
  • Berlin6°C

AVRUPA, AVRUPA DUY SESİMİZİ!

Aslı Aydıntaşbaş

24 Kasım 2016 Perşembe 01:00

Siz bu yazıyı okuduğunuz saatlerde, Avrupa Parlamentosu Türkiye’yle müzakere sürecini askıya almaya hazırlanıyor olacak.

Karar, 11 yıl önce Brüksel’de nefes nefese pazarlıklarla Avrupa Birliği’ne tam üye olmak için müzakerelerin başlangıcını daha dün gibi hatırlayan biz gazeteciler için, son derece üzücü. Kaçınılmaz, anlaşılabilir, ama üzücü.

Sadece gazeteciler değil; Abdullah Gül gibi, Deniz Baykal gibi hatta Mesut Yılmaz, Ali Babacan, Emma Bonino ya da Daniel Cohn-Bendit gibi o dönem Türkiye’yi Avrupa’nın eşiğine getirip müzakerelerin başlamasına elbirliğiyle katkı sunan onlarca siyasetçi, diplomat, işadamı, bugün muhtemelen kahrolmuştur. Tırnaklarımızla kazıyarak geldiğimiz yer, bir meçhul uğruna, bir inat uğruna, şahsi bir hesap uğruna feda edildi. Bitti.

Hatırlıyorum da, tam 11 yıl önce aynı parlamentoda milletvekilleri ellerinde her dilde “Evet!” yazan pankartlarla, “Evet!”, “Oui!”, “Si!”, “Ja!” diye haykırarak Türkiye’ye kollarını açmışlardı. Bugünse, kapıları kapadılar.

Aslına bakarsanız yarın alınacak karar “bağlayıcı” değil. Yani müzakereler resmi olarak durmuyor; Avrupa Parlamentosu gerçek patron konumundaki AB Konseyi’ne “geçici olarak dondurun” diye tavsiyede bulunuyor. Bu tavsiye, yelpazenin sağından soluna kadar tüm siyasi grupların desteğiyle alınmış olsa da, aslında “sembolik”, “AB Konseyi” denilen AB liderleri, aralık ortasında yapacakları zirvede muhtemelen “dondurma” kararını uygulamayıp müzakerelere “devam” diyecek.

Ama ne fayda! Zaten ortada müzakere falan yok ki! İşler fiilen durdu, daha da duracak. İnleye inleye yavaş ölüm. Avrupa konusunda en son şansımız, Ahmet Davutoğlu döneminde atılan adımlardı. Geçen ay Brüksel’de o pazarlıkların göbeğindeki Avrupalı bürokratlarla konuştum. Şu kesin: Davutoğlu kalsaymış ya da darbe sonrası dahi terörle mücadele yasasında ufak bir esnemeye gidilseymiş, bugün Türkiye’ye yönelik vizeler kalkacakmış. Ciddi bir ivme olabilirdi.

Ama olmadı. Maalesef tarih, geriye doğru akmıyor. Ne Davutoğlu’nu geri getirebiliriz, ne 14 Temmuz gününe dönüp darbeyi engelletebiliriz. Cezamızı çekeceğiz: Karşımızdaki bu kahredici Türkiye tablosuyla yaşamak dışında bir seçeneğimiz yok.

Yine de iki önemli saptama. Hükümetin Avrupa ile ilgili popülist ve ayağı yere basmayan bazı ifadelerini bir kenara bırakıyorum. Bunlar muhataplarına değil kitlelere söylenmiş sözler. Gerçek şu ki, Avrupa Türkiye’deki hükümete şu zamana kadar fazlasıyla empati ve tolerans gösterdi; istediğini yapması için marj tanıdı. Siz bakmayın “Vur vur inlesin, Avrupa dinlesin” dışında bir algı kabiliyeti olmayan mevcut medya düzenine. Gerçekte Avrupa, ne Kürt meselesiyle ilgili ne de darbe sonrası geniş tutulan gözaltılar, işten çıkarmalar vs. ile ilgili pek sesini çıkarmadı. Ne biri gelip Cizre’ye gitti, ne de 15 Temmuz sonrası süreçle ilgili ciddi bir sorun yarattı Türkiye’ye. Avrupa’daki üst düzey karar vericiler, hükümetin Gülen Cemaati’ne yönelik mücadelesini bir ölçüde anlayışla karşıladı.

AB için bardağı taşıran damla, Cumhuriyet gazetesine yönelik tutuklamalar ve Selahattin Demirtaş gibi seçilmiş vekillerin tutuklanması oldu. Bunun Brüksel’de yarattığı sarsıntıyı çok iyi biliyorum. İddia ediyorum; bu iki olay olmasaydı, Avrupa Parlamentosu Türkiye’yi her fırsatta kınamaya devam edecek ama “müzakereleri dondurma” kararı almayacaktı.

Ama dedim ya, tarihin akışı tek bir istikamette. Maalesef geri götürmek mümkün değil. Onlar bugün ellerini kaldıracak, belki Türkiye gibi zor bir ortağa karşı tavır alarak vicdanlarını temizletecekler. Ama biz yine bu ülkede biz bize ve kapkara ruhlarımızla yaşamaya devam edeceğiz.

Ta ki ileride, çok ileride yeni bir dönemde birileri çıkıp yeniden bizi demokrasi rotasına sokana kadar...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.