24 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır13°C
  • Ankara1°C
  • İzmir9°C
  • Berlin10°C

AVRASYA’DA SAVAŞIN DEĞİŞEN AĞIRLIK MERKEZLERİ VE YEMEN!

Sinan Çiftyürek

09 Nisan 2015 Perşembe 15:44

I- Asya Egemenlik Savaşında Kaygan Merkezler

Son yirmi yıldır Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde savaş devam ediyor fakat savaşların yoğunluk merkezleri kaygan zeminde sürekli yer değiştiriyor. Savaşın yoğunluk merkezi gün oluyor Afganistan’a, Irak’a, Suriye’ye, Kürdistan’a, gün oluyor Kuzey Kafkasya’ya (Gürcistan-Ukrayna’ya) derken şimdi de bölgenin tehlikeli fay hattı “Şii-Sünni karşıtlığı” iddiaları üzerinden Yemen’e kaydırıldı. Savaşın ağırlık merkezi yarın Güney Kafkasya’ya kaydırılırsa yanı Ermenistan-Azerbaycan arasında uzun süredir dondurulmuş olan savaş yeniden patlak verirse kimse şaşırmasın!

Savaş, belirttiğim üçgende daha uzun yılları alacak çünkü mesele, tüm derinliğiyle Avrasya üzerinde kimin egemen olacağı, özelde de Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi meselesidir. Tam da bu nedenledir ki, Avrasya da savaş içerisinde savaş yaşanıyor. Bunun içindir ki, savaşın ağırlık merkezi bazen Afganistan, Gürcistan-Ukrayna, bazen Yemen ama çoğunlukla Kürdistan’ın merkezinde yer aldığı coğrafya da sürüyor. Yemen meselesi de gösterdi ki epeyce de sürecek. Önümüzdeki aylarda ABD’nin Musul’a kara harekâtı da başlarsa durum nereye varır kestirilmesi zor olur.

Kırk adet küresel, bölgesel devlet sadece IŞİD’e karşı koalisyon kurmadı, bugün de 10 devlet sadece Yemen’de ki Husilere karşı koalisyon oluşturmadı. Her ikisinde de hesap ve hedef görünenin çok ötesindedir. Bu nedenle savaş içerisinde savaş, ittifak içerisinde ittifak kuruluyor. Bu nedenle, savaşların ağırlık merkezi sürekli yer değiştiriyor ve savaş, yeni savaşa yol açarak uzayıp gidiyor.

Hedef esas IŞİD ya da Husiler olmadığı için IŞİD’’in bölgede yenilmesi de bölgesel savaşları sona erdirmeyecek. Mesele esas IŞİD olsaydı İran, Irak ordusu ve ABD’nin hava desteğiyle Tikrit ve El Anbar’da bizzat IŞİD ile savaşarak Ürdün ve Suudilere olan tehdidi zayıflattığı süreçte, Suudiler Arap koalisyonu ile Yemen’de Husiler üzerinden İran’a savaş açmazdı! İran, Irak’ta IŞİD ile savaşarak Suudilerin yükünü hafiflettiği halde Suudiler, Yemen’de dolaylı da olsa İran’a savaş açmazdı.

ABD ise Irak’ta, IŞİD’e karşı savaşta İran ile ortak tavır alırken; Suudi öncülüğündeki koalisyon üzerinde de İran karşıtı blok oluşturuyor! Böylece Basra ve Aden Körfezi ile Bab ül Mendep Boğazı’nı denetleyerek küresel kapitalizmin enerji yol haritasını güvenceye almak istiyor. İşte savaş içerisinde savaş! İşte çapraz ittifaklar!  

II- Savaşın tarafları, net ve kalıcı değil!

Söz konusu üçgende savaş içinde savaşların niteliğine paralel, ittifaklar da anlık değişkenlik gösteriyor. Örneğin; ABD’nin, Afganistan işgalinde Taliban ile savaş görüntüsü altında esas Rusya ve Çin’i hedeflerken süreçte Taliban’a karşı Rusya ile işbirliğine girmek zorunda kalması; Irak’ı işgal edip Saddam rejimini devirirken hedefi İran olarak belirlemişken dönüp dolaşıp aynı Irak’ta şimdi IŞİD’e karşı İran ile paralel davranması ve yine aynı süreçte Yemen’de de, İran karşıtı koalisyonu desteklemesi; Suriye’de BAAS rejimi karşıtı muhalif hareketi desteklerken, süreçte IŞİD, En Nüsra gibi İslami örgütlere karşı BAAS rejimine en azından geçici olarak razı olması … gibi.

Görüldüğü gibi 21. yüzyılın savaşları; tıpkı postmodern sanat, kültür, felsefede yaşandığı gibi her şeyin anlık değişkenlik gösterdiği, her şeyin aynı anda hem kendisi hem bir başka şey olduğu, tarafların, karşıtlıkların, cephelerin çizgilerinin net ve kalıcı olmadığı postmodern savaş, savaşlar tablosu görmekteyiz. Süren savaşlar bir biçimiyle üçüncü dünya savaşı ama postmodern dünya savaşı adını alması da bu özelliklerinden gelir.

Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında yaşandığı gibi emperyal ve bölgesel devletlerin doğrudan cephelerde savaştığı, tarafların belirgin olduğu, kazanan ve kaybedenin net olarak ortaya çıktığı savaşlar yerini tarif ettiğimiz postmodern savaşlara bırakmıştır. 20 yıldır aralıksız süren savaşlarda halen kim kazandı kim kaybetti belli değil!

En başta bu özelliği nedeniyle günümüz savaşları uzun sürüyor. Savaşların uzun sürmesinin İkinci nedeni, egemenlik peşinden koşan emperyal aktörlerin doğrudan savaşa girmeden savaşmalarıdır. Üçüncü nedeni ise daha köklüdür; Asya’ya egemen olmak isteyen Batılı güçlerin ısrarına karşın, “Asya Asyalılarındır” diyen Doğulu güç merkezlerinin kararlı karşı duruşlarıdır. Rusya küresel-kıtasal olarak karşı dururken, İran bölgede militan tutumunu sürdürmektedir.

Dikkat çekicidir geçmiş savaşlardan farklı olarak, küresel ve hatta bölgesel aktörler (devletler) doğrudan savaşa girmek yerine ikincil, üçüncül güçler üzerinden vekâlet savaşlarını sürdürmektedirler. Savaşlarda küresel hatta çoğu yerde bölgesel aktörler bile doğrudan karşı karşıya gelmiyorlar, gelmemek için özen gösteriyorlar. Savaşın bir tarafında devlet varsa diğer tarafında bir biçimiyle devlet adına savaşı yürüten bir örgüt vardır. Ukrayna’ da, Gürcistan’da Ruslar savaşın doğrudan bir tarafı ama görünürde sadece muhalif hareketleri destekliyor. Dün Irak’ta, yine bugün halen Afganistan, Suriye, Yemen ve Kürdistan’da benzer bir savaş yürütülmekte. ABD ve Rusya belirtiğim üçgenin her yerinde savaşların doğrudan tarafı ve örgütleyicisidirler ama kendileri hiçbir yerde doğrudan savaşmıyorlar. S. Arabistan ve İran’ın pozisyonu da Yemen’de aynıdır. Türkiye ile İran’ın pozisyonu Suriye ve bölge genelinde benzerdir. Süren savaşların vekâlet savaşları adını alması buradan geliyor.

III- Herkes, masada elini güçlendirmek için sahada etkinlik peşinde

Küresel ve bölgesel aktörler, Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde yarının paylaşım masasına güçlü oturmak için bugün sahada ki mevzilerini güçlendirmek istiyor.

Rusya; Gürcistan-Ukrayna ve Ermenistan-Azerbaycan yanı Kafkasya’nın yanı sıra, Suriye üzerinde de Akdeniz ve Ortadoğu’da yaptığı, yapmak istediği ile sahada mevzilerini güçlendirmek istiyor!

ABD; Afganistan’dan Yemen’e, Suriye’den Ukrayna’ya kadar geniş coğrafyada hem doğrudan askeri varlığıyla hem ayrıca yerel, bölgesel güçler üzerinden sürdürdüğü vekâlet savaşlarıyla sahadaki mevzilerini güçlendirmeyi amaçlıyor.

Fransa; sahada elini güçlendirmek için tarihsel kartını oynuyor. Suriye rejiminin yanı sıra Kürtlerle ilişkiyi geliştirerek yarın ki masada bugünden elini güçlendirmek istiyor.

İran; bölgenin tamamında ABD ve Batı bloğu karşısında direnmenin ötesinde karşı pres yapan, en iyi savunmanın karşı saldığı olduğu ilkesinden hareketle militan örgüt refleksi ile davranan; Şii Hilalini ölümüne savunan, Kürdistan’ı (özelde de “İran’ın bölgedeki plan ve stratejilerinin bir parçası olmayı reddettiği, Kürdistan Bölgesi’nin Tahran ile Şam arasında koridor olmasına müsaade etmediği” gerekçesiyle KDP ve Mesud Barzani’yi) hedef tahtasına koyan ve Kürdistan’ın iç siyasetindeki rolüyle de ciddi bir istikrarsızlık unsuru olan İran sahanın her karışında etkin olmak istiyor.

ABD’nin Ortadoğu’ya ilişkin yanlış politikalarla Irak işgali, İran iç siyasetinde muhafazakârlığın yanı sıra bölgesel siyasette de hızla güçlenmesine yol açtı.

İran, Avrasya üzerinde gerçekleşen Doğu-Batı karşıtlığında, Doğu’nun bölgedeki militan gücü olmanın yanı sıra, kendi hesabına bölgesel emperyal kavganın da aktif gücü. Denilebilir ki İran bu uzun ve kaotik posmodern savaşta Doğu ekseninin kılıcını salmaktan öteye emperyal çıkarlarının peşinde. ABD, İran’ın bölgede ki bu misyonu nedeniyle O’nu Doğu ekseninden somutta da Rusya’dan uzaklaştırmak istiyor ancak bunu sağlamak için attığı adımlarla yine İran’a yeni alanlar açıyor, güçlendiriyor.

S. Arabistan; oluşturduğu koalisyon ile hem kendi adlarına hem de ABD (Batı ekseni) adına sahadaki elini güçlendirmeyi amaçlıyor.

Türkiye; bölgeyi, Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabına uygun dizayn etmenin ağır bedelini ödüyor. Tam anlamıyla “dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan” olma durumuna düştü. Suriye, Mısır ve İsrail politikasında aynı durumu yaşadı. Kürtlerle emperyalist hedefler hayalini kurarken hem Kürt politikaları hem de Suriye politikaları nedeniyle yine yaya kaldı. Denilebilir ki “Türk modeli” çöktü!

Türkiye, tarihsel rekabet nedeniyle İran ile bölgede Sünni- Şii ekseninin egemenliği kavgasında, Suudilerin liderliğindeki Arap koalisyonu desteklemeyi çıkarlarına uygun gördü. Yemen müdahalesine destek vermekle bağları zayıflayan Sünni eksenle özellikle Mısır ve hatta İsrail ile kesilen ilişkisini yeniden geliştirme amacında. Ama aynı Türkiye, İran Parlamentosundan “gelme” seslerine rağmen Cumhurbaşkanı liderliğindeki heyet İran ile ekonomik ilişkileri geliştirme ve böylece Mısır’da kapanma tehlikesi taşıyan bölge ticaret kapılarını İran üzerinden açma çabası içerisinde!

Kürtler; dünden farklı olarak sahada elini güçlendiren bölgesel bir aktördür artık. Gerek Güney gerekse Batı Kürdistan’da Kürt siyaseti sahada elini güçlendiriyor. Güney Kürdistan bağımsızlık yolunda sahada mevzilerini güçlendirirken, Rojava statüyü pekiştirme arayışında. Parçalardaki bu yönelimler önemli ama yetmez dört parçayı kucaklayan Ulusal Kongre benzeri adımların geliştirilmesi gerekir.

IV- S. Arabistan’ın dış askeri müdahaleleri yeni değil

ABD’nin, Irak BAAS rejiminin devrilmesi ardından hedef tahtasına koyduğu İran ile uzlaşmanın ötesinde yeni Irak’ı yönetme de ortaklaşmayı hedeflemesi, İsrail ve Suudileri rahatsız ediyordu. Özellikle S. Arabistan ve Sünni Arap Körfez ülkeleri ABD ile İran yakınlaşmasını kaygıya izlemenin yanı sıra baskı uyguladılar, ABD üzerindeki baskısı sonuç verdi, Yemen’e askeri müdahale yapıldı. S. Arabistan öncülüğünde Yemen’de Husilere karşı koalisyon oluşturulurken esas amaç “İran tehdidine karşı güvenlik” gerekçesi yatıyorsa, ABD olmadan bu iş olmaz çünkü ABD’nin bilgisi olmadan Suudilerin müdahale etmesi mümkün değil. S. Arabistan liderliğindeki Arap koalisyonun Yemen saldırısı, bölgede Sünni-Şii güç dengesini yeniden gündemin ilk sıralarına taşısa da esas mesele mezhep kavgası değil zaten Yemen’deki iç kavga da esas mezhep kavgası değil. Eğer Yemen askeri operasyonuna S. Arabistan, Bahreyn, BAE, Kuveyt, Katar, Sudan, Fas, Mısır, Ürdün ve Pakistan doğrudan yer alıyorsa; ABD, Fransa, İngiltere, Belçika, Türkiye destek veriyorsa demek ki müdahale Yemen’in iç siyasetindeki gelişmelerden çok öteye bölgesel hatta küresel amaçlar içirmektedir. Demek ki, S. Arabistan liderliğinde Sünni Arap ittifakın Yemen’e saldırmasında, İran ile Suudilerin Basra Körfezi başta olmak üzere bölgesel egemenlik hesapları var ama savaşın Yemen’e kaymasında küresel emperyal aktörlerin Asya özelde de enerji yol haritası üzerindeki egemenlik kavgası belirleyici.

İlginçtir on yıllardır Filistin ve genelde Arap halkına kan kusturan İsrail’e karşı birleşemeyen Araplar bir başka Arap ülkesine karşı birleşiyorlarsa, demek ki birlik Yemen’den çok İran’a karşı gerçekleştirildi. Yoksa bir küçük Arap ülkesi Yemen’e neden müdahale edilsin ki, neden Arap NATO’sunun kurulması tartışılsın ki?

Basra Körfezinden Kızıldeniz’e uzanan enerji yol haritasındaki Küresel amaçlara yukarıda değindik, bölgesel amaçlara gelince; Suudilerin Yemen’e saldırmasında elbette Şii tehdidi bir faktör ama bunu “yaparken Şia ve İran korkusunu manipülatif araç olarak başarılı bir şekilde kullandı” demek daha doğru olur zira dünde aynı amaçlarla Bahreyn’e müdahale etmişti. Nüfusunun çoğunluğunu (% 70 gibi) Şiilerin oluşturduğu Bahreyn’e askeri müdahale de bulunarak rejimin değişmesi engellemişti.

V- ABD Soğuk Savaşı Kazandı Ama Avrasya savaşını Kaybedecek!

ABD öncülüğünde, “komünizme karşı küresel savaş” 40 yıl sürdü, 1990’lara gelindiğinde SSCB ve Sosyalist Sistemin çökmesiyle birlikte savaşın galibi ABD liderliğindeki kapitalist emperyalist sistem oldu. Soğuk Savaşı ABD liderliğindeki Batı kazandı çünkü tüm kapitalist dünyanın desteğini almıştı. Ayrıca Sosyalist Sistem,  kapitalist emperyalist rejimlerin saldırısı sonucu yıkılmadı, esas kendi iç çelişki ve sorunları nedeniyle yıkıldığını belirtelim. Fakat sonuçta Soğuk Savaşın galibi ABD ve liderliğindeki Batı oldu.

ABD’nin “soğuk savaş” sonrası yani SSCB ve Sosyalist bloğun dağılmasının hemen ardından geliştirdiği ve en az “soğuk savaş” süresi kadar uzun ve maliyetli stratejinin yani Avrasya Üzerinde Egemenlik Kurma Stratejisinin, Afganistan ve Irak işgalleri üzerinden çökmüş olmasıdır.  Biz ilk günden, “ABD küresel imparator olamaz”, “Avrasya stratejisi çökecek ve ABD Atlantik’in öbür yakasında soluğu alacak” demiştik. Somutta son 20 yıldır sürdürdüğü Avrasya üzerinde ki egemenlik savaşını kaybedeceğinin verileri dün Afganistan, Irak bugün Suriye, Ukrayna üzerinden güçleniyor.

Sonuç olarak; ne ABD ve Batı emperyalizmi ne Rusya liderliğindeki Doğu ekseni ne de Türkiye, İran gibi bölgesel aktörler söz konusu üçgende meseleleri çözemezler. Çözümün ne ve nasıl olması gerektiğini bir başka yazıya bırakalım.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.