22 Kasım 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir18°C
  • Berlin2°C

ASİMİLASYON BİTTİ Mİ?

Fehim Işık

28 Ağustos 2011 Pazar 02:17

 Kürtlerin Cumhuriyet eğitiminin kıskacına girmesi, esas olarak 1951’de imam hatip okullarının açılmasıyla başlar. Türkiye’de 1950’lere kadar sadece yöresel bazı kurslarda imam hatipler yetiştirilirken, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle devlet okullarında da imam hatipler yetiştirilmeye başlandı. Kürtler bu okulların açılmasına kadar eğitimlerini Kürt medreselerinde sürdürüyorlardı. Ancak ilk açılan imam hatip okulları Kürtlerin de ilgisini çekti. Kürtlerin önemli bir kısmı medreselerin yasal olmayışını kendilerince gerekçe kabul ederek hem devletle karşı karşıya gelmemek, hem de çocuklarının dini eğitim göreceği, dolayısıyla ‘Türkçü eğitim müfredatının uzağında kalacağı’ inancıyla, çocuklarını imam hatiplere yönlendirdi. Bu yıllar aynı zamanda imam hatip dışındaki diğer okullara da Kürtlerin kitlesel ilgisinin, bir diğer anlatımla Kürtlerin Türk eğitim sistemi ile tanışıklığının giderek başladığı yıllar oldu.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında ‘Yatılı Mektepler’ kurulmak istenmiş, Kürdistan’da süregelen isyanların yarattığı tablonun elvermemesiyle bu okullar ancak 1942 yılından sonra üç sınıflı okulların bulunduğu köylerin civarında pansiyonlu veya pansiyonsuz olarak ‘Köy Bölge Okulları’ adıyla kurulmuştu. Kültürel soykırımın kaleleri olarak inşa edilen bu okullara jandarma zoruyla toplanan ve daha sonra üst dereceli devlet okullarına gönderilen Kürt çocuklarının önemli bir bölümü, asimilasyonu ve kimlik yitimini iliklerine kadar yaşadı. Ancak ailelerinden koparılarak bu okullara alınan çocukların sayısı toplamın küçük bir kısmına karşılık geliyordu. Çocukların önemli bir bölümü yine köylerinde, eğitmenler eşliğinde 3 yıl eğitim görüyor, günlük yaşayıştaki Kürtçe kullanımın yaygınlığı ve kendi öznel kültür ve kimliğinden kopmama/kopamama nedeniyle asimilasyonu ve kimlik yabancılaşmasını derin bir biçimde yaşamıyorlardı. Öte yandan çocukların ailelerden koparılması nedeniyle tepki çeken bu okullara katılım, dönemin hükümetlerinin tüm baskı ve dayatmalarına rağmen istenen boyuta getirilememişti. O yıllarda bile Kürt çocukları, ‘icazetleri’ devlet katında ilgi görmese de hala Kürt medreselerinde illegal eğitim görmeye devam ediyorlardı.

İmam hatiplerin kuruluşu yatılı bölge okullarının yarattığı etkiden kat be kat fazla bir etki yarattı. İmam hatipler, Kürtleri bir bütün olarak Türk eğitim müfredatının içine çekti. İmam hatiplerin varlığı, Kürtlerin giderek yaygınlaşan devlet okullarına gitmesine de ön ayak oldu. Kürtlerin devletle bir araya gelmesinde hiç kuşku yok Demokrat Parti iktidarının da önemli bir payı vardır. Adnan Menderes’i Cumhuriyet muhalifi gibi değerlendiren, en azından dinlerine sahip çıkacağına inanan Kürt aşiretleri ve ailelerinin önemli bir kesimi DP’ye destek vermiş, çocuklarını devlet okullarına göndermekte bir beis görmemiştir. Bu nedenledir ki DP’nin iktidara gelmesi, sonrasında da imam hatip okullarının kurulması, devlet okullarının yaygınlaşması Kürtlerin kültürel soykırım olarak adlandırılabilecek kitlesel asimilasyonu açısından bir milat olarak değerlendirilmektedir.

Kürtler ne yazık ki DP’yle birlikte devlete güven tazeledi. 27 Mayıs 1960 darbesine kadar Kürtlerin geniş bir bölümü DP’de yer aldı. DP de, Kürtlerin asimilasyonu, red ve inkarı bazında Cumhuriyet Halk Partisi’nden farklı bir noktada değildi. Ancak o dönemler DP Kürtleri din olgusu üzerinden kazanmayı başarabilmişti.

Bugün kültürel soykırımın doğal asimilasyona dönüştürülmesi hedefiyle siyaset arenasında Kürtlere karşı gardını alan AKP başta olmak üzere diğer kendine ‘Müslüman’ım’ diyenlerin başını çektiği hareketler de, aslında DP’nin yarım bıraktığını tamamlama eğilimindedirler. Bu meyanda din olgusunu da ağırlıkla kullanıyorlar. Kürtleri din olgusu üzerinden karşı karşıya getirmeyi amaçlamalarının bir nedeni de DP’nin yarım bıraktığını tamamlama eğilimidir.

Gelelim asimilasyonun bittiği/bitirildiği iddialarına. Asimilasyonun bittiğini ısrarla savunan ‘Müslümanlar’ var. Elbet liberaller ve sosyal demokratlar da var. Oysa bu iddiayı, AKP’yi iyi bilen eski milletvekili Mehmet Mir Dengir Fırat bile yalanlıyor. Fırat, Radikal gazetesinden Ruşen Çakır’a verdiği söyleşide şöyle diyor:“Bir toplumun dili yasaklanıyorsa, ana dilinizi geliştirme imkanı sahip değilseniz, bu buz gibi bir asimilasyondur. Asimilasyon ancak dil üzerindeki yasakların kaldırılmasıyla ortadan kalkar.

Yaşama geçirilen politikalar irdelendiğinde de, bitenin asimilasyon değil, belki de red ve inkarın hukuki bir temele dayanmadan fiili olarak ortadan kalkması sonucunda kültürel soykırım olduğunu görmek mümkün olacaktır. Yoksa asimilasyon, nüans farklılıkları ile hala devam ediyor. Özellikle doğal sürecine bırakılmış bir asimilasyon sürecidir, yaşanan.

AKP, üçüncü iktidar döneminden kısa süre önce, Başbakan’ın 12 Ağustos 2005’te Diyarbakır’da yaptığı konuşmadan yaklaşık 3,5 yıl sonra, gelgitli de olsa yeni bir politik sürece soyundu. 2005’e kadar bazı hükümet liderleri, devlet yetkilileri utangaç bazı ifadeler kullansa da Başbakan Erdoğan’ın konuşması çok netti. Başbakan Diyarbakır’daki konuşmasında, “Büyük devlet ve güçlü millet, kendisiyle yüzleşerek hatalarını ve sevaplarını masaya yatırarak geleceğe yürüme öz güvenine sahip devlet ve millettir. Kürt sorunu da bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur, benim de sorunumdur,” diyordu. Başbakan, devletin geçmişiyle yüzleşeceğini ve sorunların çözümü için hukuksal ve yasal değişikliklere gidileceğini söylüyordu, bu konuşmasında.

Kısa süre sonra Başbakan Moskova’da bir gazetecinin Kürt sorunuyla ilgili bir sorusu üzerine, “Düşünmezseniz yoktur,” diyerek devletin kendisiyle yüzleşme girişiminden büyük bir ‘U’ dönüşü yaptı. Bir başka konuşmasında Moskova’da söylediklerinin tersini dedi. Nihayetinde istikrarlı bir çizgi izlemedi. Ancak 2009’da başkanlığını yaptığı hükümet fili bir adım atarak, devlet kanalından 24 saat yayın yapan bir televizyona, TRT 6’e geçit verdi. TRT 6’i bazı üniversitelerde açılan Kürtçe bölümler izledi. Önce ‘Kürt Açılımı’, ardından ‘Demokratik Açılım’ ve nihayetinde de ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ olarak adlandırılan politikaların bir uzantısı olarak lanse edilen bu politikalardan yola çıkılarak, özellikle hükümet ve hükümete yakın kesimler tarafından Kürt kimliğinin red, inkar ve asimilasyonunun sonlandırıldığı, hatta daha da ileri gidilerek Kürt sorununun çözüldüğü iddia ediliyor.

AKP hükümeti tarafından 2009 sonrasında yaşama geçirilen politikaların cumhuriyet hükümetlerinin tümünden büyük farklılıklar gösterdiğini söylemek mümkün. Elbet o güne kadar hiçbir hükümet Kürt kimliği ve dili ile ilgili hiçbir adım atmamıştı ve AKP onların atmadığı adımları attı. Ancak AKP’nin attığı adımlar da, Kürtlerin fiili kazanımlarını meşruiyetle sınırlı tutmaktan öte gitmedi, gidemedi. Hala bile atılan adımlar yasal bir güvenceye kavuşturulmuş değil. Hala bile Kürt dili, kültürü ve kimliği ciddi engellerle karşı karşıyadır.

Hükümetin attığı bu adımlar, kültürel soykırım ve asimilasyon boyutu içinde de irdelenmeye muhtaçtır.

Esas itibariyle şu anda AKP tarafından sürdürülen politikalar da asimilatif politikalardır.

Asimilasyon ancak bir halkın dilini, kültürel birikimlerini, kimliğini koruma altına almakla ortadan kalkar. Türkiye’de hala bile Türk dili, kültürü ve kimliği dışında hiçbir kimlik, dil ve kültürel birikim yasal olarak koruma altına alınmamıştır. Tam aksine Türk dili, kültürü ve kimliği baskın ve yok edici unsurlarıyla yaşamdaki tüm canlılığını korumaktadır.

Asimilasyonun sonlanmasındaki bir diğer unsur ise bir halkın kendi dili ile eğitim görmesidir. Türkiye’de Kürtler de dahil, Türk olmayan hiçbir kesimin kendi dili ile eğitim görmesinin olanakları yoktur. Üstelik bu olanakların önünün açılması talepleri ise sürekli hükümetin ‘kırmızı çizgileri’ ile karşılaşmaktadır. Tüm bu politikalar ayan beyan ortadayken, 24 saat dini yayın yapan bir televizyon ile Kürt adı bile zikredilmeden açılan üniversite bölümlerini dayanak göstererek asimilasyonun sonlandırıldığını iddia etmek, kanımca asimilasyonun sürdürülmesine destektir.

Bir diğer risk ise oto asimilasyon sürecinin geliştirilmesine dönük gizli çabalardır. AKP hükümeti, hakkını vermek gerekir ki bu çabaları alabildiğine ustaca yürütmektedir.

Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze eğitim olanaklarından yoksun olan, yasaklanan bir dil ile yaşayan Kürtlerin azımsanmayacak bir kesimi ne yazık ki kendi diline, kültürüne ve kimliğine yabancılaşmıştır. Kürt siyasetinin ağırlıkla programatik ve nispeten pratik etkileri, Türk eğitim sistemine dahil olmayan ve giderek azalan neslin doğal çabaları, sürgünde gelişen Kürt edebiyatının sunduğu olanaklar, Irak, İran ve Suriye’deki Kürtlerle iletişim olanaklarının artması nedeniyle kültürel soykırımı ve kimlik yitimi engellenen Kuzey Kürtlerinin oranı, ne yazık ki bugün genel nüfusa oranla azımsanmayacak oranda bir azınlığa tekabül etmektedir. Bu kesim dışında kalan Kürtler arasında ciddi bir kimlik, dil ve kültür yitimi vardır. Yönetenler bunun farkındadır. Bu nedenledir ki mecbur kaldığında, bazen de Kürtlerin fiilen attığı adımlara engel olabilmek adına çeşitli girişimlerde bulunuyorlar. Ancak bu adımların hiç birinin Kürtlerin asimilasyonunu engellemek, Kürt dili, kültürü ve kimliğini korumak için atıldığı inancında değilim.

Kürt Açılımı’nın giderek ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ne dönüşmesinin altında da bu niyet yatmaktadır. Kürt dilinin lehçeleri arasında ikilem yaratmak, atılan adımları hukuki alt yapıyla güvenceye almamak ve atılan adımların Kürt ismi zikredilmeden yaşama geçirilmesi için yoğun çaba harcamak da Kültürel soykırımdan asimilasyona evrilen sürecin, kendi doğallığı içinde bir kimliği, bir dili, bir kültürü yok etme girişiminden öte bir amaç taşımamaktadır. Eğer böyle olmasaydı, atılan adımlar hükümet ve devletin ihtiyaçları göz önünde tutularak değil, bizzat Kürtlerin, asimile edilen, kültürel soykırıma tabi tutulan bir halkın ihtiyaçları göz önüne alınarak atılırdı.

Evet, hakkını vermek gerekir, AKP önemli adımlar attı. Ama attığı adımlar kültürel kırıma tabi tutulan bir halkın dili, kimliği ve kültürünü doğal asimilasyon sürecine terk etmekten öte bir noktayı aşmadı/aşamadı. Kürt halkının devlet okullarında kendi dilinde eğitim görmesi önlendiği ve kazanımlar hukuki güvenceye kavuşturulmadığı sürece de, bu niyetin değiştiğine hiçbir Kürt inanmaz. Mehmet Mir Dengir Fırat gibi açılım sürecine ciddi katkı sunan bir AKP’li bile atılan adımlarda iyi niyet görmezken, onlarca yıldır bu işin mücadelesini veren Kürtler niçin inansınlar?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.