ASIL KAPIŞMAYA DOĞRU
Nabi Yağcı
24 Ekim 2010 Pazar 13:31
Son günlerde üst üste gelen, hayra alamet olmadığı her halinden belli olaylar üstüne çenemi elime dayayıp düşünüyorum. Olayları bir iskambil destesinin kâğıtları gibi önüme serip fal açmaya çalışıyorum. Fal benzetmem lâfın gelişi olsa da tümüyle de laf gelişi değil.
12 Eylül 2010 halkoylamasına pek yerinde bir tanımla milât demiştik; milâttan öncesi olayların dizilişinin anlamı belliydi, bir sır yoktu. Her şey, devletin harim-i ismetine dokunan ‘evet’in yolunu kesmek içindi. Örneğin yüksek yargı azıcık örtünmek gereğini dahi duymaksızın ‘hayır’a açık çağrı yapmıştı. Ve bizler hiç şaşırmamıştık buna.
Fakat 12 eylül sonrası bugünlerde son gelişmeler benim için o denli açık görünmüyor. Her zaman haşmetli cübbesi ve apoletleriyle soğuk bir kibirli sfenks duruşu içinde görüntü veren Yargıtay Başsavcısı’nın son ültimatomu itiraf edeyim ki benim açımdan beklenmedik oldu. Yanlış anlaşılmasın. Yargıtay Başsavcısı’ndan demokrasi için derde deva bir şey beklediğimden değil. Hayır. Böyle bir hizaya sokma ültimatomu dün olsaydı hiç şaşırmazdım. Birkaç kez olmuştu da zaten. O halde şimdi bana niye beklenmedik geldi?
Kıran kırana mücadeleyle giden bir halkoylaması yaşadık ve sonuçta yüzde 58 Anayasa değişikliğine evet dedi. Herkes de iyi biliyordu ki, bu değişikliğin merkezinde yüksek yargı oligarşisinin yasama üstündeki vesayetine son vermekti ki, bu değişiklik 12 Eylül darbe Anayasası’nın baypas edilmesi anlamına geliyordu. Bu yolda bir halk iradesi ortaya çıkmıştı. Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere yüksek yargının ortaya çıkan bu iradeye saygı göstermesinden öte bu sonucu dikkate alması bir hukuk devletinde yargının görevi gereğiydi.
AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın son açıklamalarını CHP böyle okumak yerine, hukuk üzerinden değil siyaset üzerinden okudu. Oysa anayasada yapılan değişikliklerin ruhuna uygun davranmak bir Anayasa Mahkemesi başkanının görevi gereğiydi. Zira ortaya açık bir tablo çıkmıştı; bu anayasa artık kimse tarafından meşru temelleri olan bir anayasa olarak görülmüyordu ve değişmesin diyen bir babayiğit de yoktu. Dahası, yapılan son kısmi değişikliklerle, bu anayasanın pek çok hükmü, özellikle başlangıç hükümleri çelişiyordu ve hatta bana göre bir kan uyuşmazlığı doğmuştu. Bunu dikkate almak en başta Anayasa Mahkemesi’nin göreviydi. Örneğin bugün AYM’nin önüne bir parti kapatma davası gelse artık AYM mevcut anayasanın başlangıç hükümlerine dayanarak, esasa girip kapatma kararı veremez. Verdiği önceki kararları da emsal gösteremez. İşte bu kan uyuşmazlığını gören Haşim Kılıç, Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan hükümlerine çok yerinde olarak dikkat çekmişti. Başka deyişle son kısmi anayasa değişikliğinden sonra yeni bir anayasa yapılmaksızın meşru ve kabul edilebilir bir anayasal düzenin varlığından söz edilemez.
Buna rağmen hâlâ 12 Eylül dikta Anayasası’nın statükosunu savunmak siyaseten olabilir, öyle bir yolu bir siyaset seçmiş olabilir fakat işaret ettiğim gibi bu yol artık hukuken savunulamaz. AYM Başkanı Haşim Kılıç statüko kibrinden söz ettiğinde gerçekten de siyaseti değil yargıyı kastettiğini düşünmüştüm. Nitekim Yargıtay Başsavcısı’nın ültimatomu ancak böyle açıklanabilir.
Aynı nedenle Ahmet Altan Yargıtay Başsavcısı’nın konuşmasına, “yasama yargı kararlarına bağlı olmak zorunda değildir” diyerek itiraz etmede yerden göğe hem haklı hem de hukuken doğrudur. Üstelik, son Anayasa oylamasıyla halk iradesi TBMM’nin yasama yetkisi üstündeki yargı oligarşisinin vesayetini kaldırmıştır. Bir siyasetçi, CHP’nin yaptığı gibi bunu görmezden gelebilir ama yüksek yerlerde otursalar da yargıçlar nihayetinde devlet memurudurlar ve yeni yasanın kendilerine tebliğ ettiğini görmek ve uygulamak zorundadırlar. Tersine yaptıklarında Ahmet gibi sormamız gerekir, “ Ne hakla ve ne cüretle?”
Dün de bu cüret vardı ama bugünün farkı bu cüretin artık hukuken de siyaseten de meşru temelleri kalmamıştır. Buna rağmen bu cüret gösteriliyorsa bu durum yeni bir şeylere işaret diye yorumlanmalı.
Başörtüsü sorununu çözmek için siyasi partiler arasında bir mutabakat eğilimi doğduğu bir sırada Yargıtay Başsavcısı esas olarak CHP’yi daha doğrusu Kılıçdaroğlu’yu hedef alan bir ültimatom veriyor. Aynı günlerde ilköğretim okullarına başörtüsü ile girme provokasyonları yapılıyor. Ardından CHP uzlaşma komisyonundan çekiliyor...
Bütün bunlar demokratik değişim yanlılarının dikkatle izlemesi gereken yeni hazırlıklardır. Yalnızca başörtüsüne özgürlüğü hedef alan değil, laiklik üzerinden yeni anayasa yapmanın önünü şimdiden kesme hazırlıkları olarak görünüyor bana.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.