23 Ekim 2024
  • İstanbul12°C
  • Diyarbakır13°C
  • Ankara7°C
  • İzmir16°C
  • Berlin10°C

APARTHEİD DÜZENİ ÇÖKERKEN

Hilal Kaplan

06 Ekim 2010 Çarşamba 13:36

“Başörtüsü neden yasak” sorusunun artık geçerli bir cevabı yok. Ocak 2008’de AKP öncülüğünde başörtüsü yasağı kaldırılmaya çalışılırken MHP ve DTP’nin aksine desteğini esirgeyen ve ilgili yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürüp iptal ettiren CHP’liler bile artık bunun bir rejim meselesi olmadığını teslim ediyorlar. Hâlâ rejim meselesi olarak görüyor olsalardı, laiklikle alakası olmayan milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması gibi şartlar karşılığında yasağın kaldırılmasını teklif etmezlerdi. Demek ki o netameli “toplumsal uzlaşma” en azından başörtüsünün laikliğe aykırı olmadığı noktasında gerçekleşmiş oldu. Öyleyse üniversite kapılarının başörtülü kadınlara kapalı kalmasının ‘laik’ kamuoyu nezdinde de geçerliliği kalmamıştır.

Böyle bir dönemde, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde okuyan bir öğrencinin şikâyeti üzerine YÖK, İstanbul Üniversitesi’ne bir yazı gönderdi. Buna göre öğretim üyelerinin, öğrencileri başörtüsü sebebiyle dersten çıkarma hakkı olmadığı hatırlatıldı. “Hatırlatıldı” diyorum zira yönetmeliğe göre bir öğretim üyesinin disiplin yönetmeliğine uymadığını düşündüğü öğrenciyi zaten dersten çıkarmak gibi bir hakkı yok. Yönetmeliğe göre en fazla tutanak tutma hakkı var. YÖK de öğretim üyelerine bu kuralı bir kez daha bildirmiş oldu. Talimata (yani hâlihazırda varolan kurallara) uymayıp öğrencisini yok yazan veya sınıftan atan öğretim üyelerine soruşturma açılacağının bildirilmesiyse YÖK’ün olması gerektiği gibi hak ihlaline uğrayan öğrencinin yanında duracağının göstergesi.

Varolan bir kuralın tekrar edildiği bu talimatın gönderilmesinin başörtülü öğrencilerin mücadelesine yaptığı manevî katkı çok daha büyük. Zira başörtüsü yasağı kanunda yazılı olan bir yasak olmadığından “de jure” olarak değil, “de facto” olarak uygulamalarla varolduğundan, başörtülü öğrenciler güvenlik görevlilerinden öğretim üyelerine kadar herkesin keyfî tasarruflarına açık bir ortamda öğrenim görmeye çalışıyorlardı. Artık hâkim olduğu pozisyondan aldığı gücü inandığı ideolojiye uymuyor diye öğrencisi üzerinde kullanarak not kıran, bırakmakla tehdit eden hatta öğrencisine hakaret eden öğretim üyeleri iktidarlarını hoyratça kullanmadan önce bir kez daha düşünmek zorundalar.

Başörtülü öğrencilerse bugüne kadar haklarını aramaya hem müspet bir sonuç alabileceklerine olan inançsızlıklarından hem de öğretim üyelerinin vereceği nota muhtaç olduklarından pek yanaşmıyorlardı. YÖK, bu talimatıyla başörtülü öğrencileri haklarını hukukî yollarla aramaya teşvik edip “öğrenilmiş çaresizliğin” önüne geçmeleri için bir sinyal vermiş oldu. Öğretim üyesi olan kişi tutanak tutup bunu dekana iletse bile tutanak üzerinden öğrenciye bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağına dair son karar mercii YÖK olduğuna göre ve YÖK –Yusuf Ziya Özcan başta olmak üzere- bu yasağa karşı olduğuna göre başörtüsü mücadelesinde bu talimatın çok büyük bir kazanım olduğu kesindir. Bu saatten sonra iş, yasak karşıtı öğretim üyelerinin dik durmasına, başörtüsüz öğrencilerin arkadaşlarına yapılan zorbalığa karşı çıkmasına ve en önemlisi başörtülü öğrencilerin yılmadan hakları için mücadele etmesine kalmış durumda. Tabii bir zamanlar “Hem özgürlük, ham laiklik” diyenlerin mahalle baskısı çığırtkanlığıyla devlet baskısının haklılaştırılmasının önünde durabilmesi, özellikle seküler sivil toplum üyelerinin tutarlı ve ahlaklı bir biçimde ses vermesi de en az üniversite bazında verilen mücadele kadar kıymetli ve elzem.

Türkiye’deki başörtüsü yasağı, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 46 yıl süren apartheid rejimi uygulamalarının bir benzeri. Anti-apartheid hareket olmasaydı, siyahlarla beyazları ayıran bu rejim yüzünden siyahların devlet karşısındaki dezavantajlı pozisyonu sürüyor olacaktı. Bugün de hem kamuoyunun çoğunluğunu hem de uzlaşmış görünen siyaset kurumunun varlığını ama en önemlisi uygulamadaki nihai karar merci olan YÖK’ün desteğini arkasına alan başörtülü öğrenciler ile yasak karşıtlarına tarihî bir görev düşüyor.

Devlet ile millet arasındaki mesafenin kapanmaya başladığı, “devletin milleti” değil “milletin devleti” olmaya doğru yol alındığı, apartheid düzeninin çökmeye yüz tuttuğu bu süreçte özgürlükler noktasındaki her kazanım mazlumların hanesine yazılacak. Nelson Mandela “Bir tepeye tırmandığınızda daha tırmanacak pek çok tepe olduğunu fark edersiniz” demişti ve ülkesinin bulunduğu yere gelmesine tırmanmaktan vazgeçmeyerek öncülük etmişti. Biliyorum biz de “Henüz özgür olmadık” ama oluncaya dek tırmanmaya devam...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.