ALTINCI YILINDA KÜRT AÇILIMI / 1
Ruşen Çakır
12 Ağustos 2011 Cuma 09:39
GİRİŞ: “Erdoğan altı yıl önce beyaz sayfa açtık” demişti
Hükümet, adı en nihayet “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”ne dönüşen “Kürt açılımı”na startı ne zaman verdi? Bu sorunun ilk akla gelen cevabı, 2 Ağustos 2009 Pazar günü Ankara Polis Akademisi’nde, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın 15 gazeteci ve akademisyenle bir araya geldiği “Türkiye Modeline Doğru” başlıklı çalıştay olacaktır. Halbuki gerçek start için, yine bir Ağustos ayına, fakat 2005 yılına gitmemiz gerekiyor.
Nerdeyse her yaz geldiğinde olduğu gibi 2005 yazında PKK, tek taraflı ilan etmiş olduğu ateşkesi bir kez daha bozmuş ve ülke yeniden bir çatışma ortamına sürüklenmişti. Bu kötü gidişe müdahale etmek isteyen bir grup aydın, 150 imzalı bir bildiriyle silahların susması çağrısı yaptı. Türkiye aslında Kürt sorunu söz konusu olduğunda bu tür aydın inisiyatiflerine sıklıkla tanık olmuştu ve bunların hemen hiçbiri olumlu anlamda somut gelişmelere kapı aralayamamıştı. Fakat bu sefer beklenmedik bir şey oldu, hükümet aydınlarla görüşme kararı aldı.
Kimlerin aracı olduğu, ne tür tartışma ve zorluklar çıktığı ve bunların nasıl aşıldığı gibi ayrıntıları bir kenara bırakalım. Sonuçta dönemin CHP Lideri Deniz Baykal’ın randevu vermediği aydın grubu 10 Ağustos 2005 günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya geldi. Heyetin sözcüsü, İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Gencay Gürsoy’du. Grupta yazar Adalet Ağaoğlu, gazeteciler Ali Bayramoğlu, Ahmet Hakan Coşkun, Oral Çalışlar, Mustafa Karaalioğlu, Nuray Mert, Hakan Tahmaz, eski İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman, Mazlum-Der eski Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, işadamı Osman Kavala, araştırmacı Tayfun Mater vardı.
Erdoğan’ın yanındaysa, dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, dönemin Devlet Bakanı Beşir Atalay, dönemin Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, dönemin TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış, milletvekilleri Ömer Çelik, Hüseyin Besli, İhsan Arslan, dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hasan Fendoğlu, Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu Başkanı Vahit Bıçak, başbakan danışmanları Nabi Avcı, Yalçın Akdoğan ve Akif Beki yer aldı.
Her iki tarafın da son derece memnun ayrıldığı bu görüşmenin ardından Başbakan Erdoğan “beyaz sayfa” açtıklarını ve tüm sorunları demokrasi içerisinde çözeceklerini söyledi. Bu buluşmadan iki gün sonra Toplu Konut Anahtar Teslim töreni için Diyarbakır’a gitti ve konuşmasının büyük bir kısmını Kürt Sorununa ayırdı.
Siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan’ın “işaret fişeği” olarak tanımladığı bu konuşmayı AKP’nin Kürt açılımının gerçek startı olarak görebiliriz. Fakat birçok nedenle bu süreçte ciddi sorunlar, kesintiler, geri dönüşler, sil baştanlar, yeniden başlamalar yaşandı. İşte bu yazı dizisinde 10 Ağustos’ta masanın her iki yanında yer alan isimlerle o buluşmayı ve son 6 yılda yaşananları değerlendireceğiz.
‘Yüzleşmeden hiçbir sorun çözülmez’
Büyük heyecanla başlayan ancak sonra kesintilere uğrayan ‘Kürt açılım’nın işaret fişeği 2005’te Başbakan tarafından Diyarbakır’da atıldı. Erdoğan bundan iki gün önce ise Başbakanlık’ta bir grup aydınla Kürt sorununu tartışmıştı. Altı yıl sonra iki tarafındakiler gelinen noktayı değerlendiriyor. İlk değerlendirme Yalçın Akdoğan’dan.
10 Ağustos 2005 buluşmasında Başbakan Erdoğan’ın yanındaki isimlerden biri siyasi danışmanı Doç. Yalçın Akdoğan’dı. Son seçimlerde Ankara’dan AK Parti milletvekili seçilen Akdoğan o buluşmayı, iki gün sonraki Diyarbakır konuşmasını ve Kürt açılımının 6 yıllık serüvenini Vatan için değerlendirdi:
KİLOMETRE TAŞI: Başbakanımız Sayın Erdoğan’ın büyük önem taşıyan Diyarbakır konuşması bir ‘milat’ değil, önemli bir ‘kilometre taşı’dır. Kürt meselesiyle ilgili çalışmalar Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi şeklinde bir takdim yapılmasından çok önce başlamıştır. 2001’de kurulan AK Parti’nin parti programında, 2002’de iktidara gelen AK Parti’nin hükümet programında bu sorunun çözümüne yönelik bakış açısı ortaya konulmuştu. Açılım çalışmaları, konjonktürel bir gelişme değil, AK Parti’nin siyaset anlayışının ve felsefesinin bir gereğidir. Bunun temeli de demokrasi, hak, hukuk, refah ve güvenliktir. Gerek AB’ye uyum çerçevesinde, gerek terörle mücadele kapsamında birçok adım atılmış, önemli reformlar hayata geçirilmişti.
REFORMLAR: Hükümet, terör örgütünün eylemlerini azalttığı durgunluk döneminde demokratik reformları hayata geçirerek ve ekonomik, sosyal, diplomatik, psikolojik hamleler yaparak terörizm sorununu sonlandırmaya çalışıyordu. Ayrıca Kürt meselesinin çözümü yönünde ciddi bir paradigma değişikliğine gidiyor; ayrımcı, inkarcı, yok sayan anlayışı ortadan kaldırıyordu.
KİMSE BEKLEMİYORDU: Başbakanımızın Diyarbakır konuşması, soruna dikkat çeken bir nevi işaret fişeğiydi, nitekim arkasından Demokratik Açılım çalışmaları geldi. O günkü talihsizlik, konuşmanın yapıldığı ortamın konuşmanın içeriğine denk düşmemesiydi. TOKİ’nin inşa ettiği konutların arasındaki bir bahçede gerçekleşen törende kimse siyasi bir çıkış beklemiyordu. Açılıştaki vatandaşlar, tarihi önemde bir konuşmaya şahitlik ettiklerini o anda anlamamışlardı. Konuşma sonradan büyük yankı uyandırdı. Bu konuşma bir tür yüzleşme mesajı veriyordu. Başbakanımız, büyük devletlerin, büyük milletlerin kendisiyle yüzleşerek, geleceğe yürüme özgüvenine sahip olması gerektiğini vurgulamıştı. Yüzleşmeden, hiçbir sorun çözülemez. Doğru teşhis, doğru tedavi için şarttır. Başbakanımız o gün, sorunu biliyoruz ve çözme yönünde özgüvene sahibiz diyordu. Maalesef 2005’teki açılış töreni, bu söylemin önemini yansıtacak bir görkeme ve coşkuya sahip değildi. Ancak programdaki özellikle bayanların konuşmaya tepkisi çok olumluydu. Sanki kadınlar, sorunu yüreklerinin derinliklerinde daha fazla hissediyorlardı. Nitekim sonrasında açılım süreci “Analar ağlamasın” sloganıyla yürütüldü.
MHP VE BDP: Açılım, sorunu büyütmedi, sorunun fark edilmesini ve gerçekçi bir şekilde çözülmesini sağlamaya çalıştı. Maalesef açılım süreci, toplumsal psikolojinin hazır olmaması sebebiyle biraz zorlandı. Hem çözüme karşı olan kesimler, hem de çözümden yanaymış gibi görünüp sorunun sürmesini isteyen kesimler süreci sabote etmek için ellerinden geleni yaptılar. Hükümet adeta yalnız bırakıldı. MHP’nin hamaseti ile BDP’nin aşırılıkları karşılıklı olarak birbirini besledi. Demokratik Açılım sürecini Türkiye’nin selameti, birlik ve bütünlüğü için hayati bir konu olarak algılayıp ulusal bir duyarlılıkla hareket etmek yerine, herkes taş koymanın gayreti içinde oldu. PKK terör eylemleriyle süreci sabote etti, BDP hırçın ve tahripkâr söylemleriyle toplumu ajite etti, MHP ‘bölünüyoruz’ hamaseti yaparak toplumu gerdi. Neticede Türkiye zaman kaybetti, enerji kaybetti. Buna rağmen AK Parti demokratik adımlara devam etti, devlet-millet kaynaşmasını sağlamak için sosyal restorasyon çalışmaları sürdürdü.
HALK DESTEKLEDİ: Nitekim 12 Haziran seçimlerinde ulaşılan başarı milletimizin bu politikaları takdir ve tasvip ettiğini gösterdi. Başbakanımız hükümet programı konuşmasında seçmenin iki mesaj verdiğini, birincisinin yeni anayasa, ikincinin Milli Birlik ve Kardeşlik Sürecine devam olduğunu vurguladı. BDP, çözümün değil, sorunun parçası olmayı seçti, PKK’nın örgütsel hedef ve amaçlarını çözüm diye dayattı. Demokratik sistemlerde partiler, kendi parti programlarını (veya ütopyalarını) dayatmayla, terörün yardımıyla, topluma ve siyasete rağmen hayata geçirmeye çalışmazlar. Açılım, partiler arası polemik veya çekişme meselesi olarak görülmemeli, ‘bundan kim kazanç sağlar’ diye bakılmamalı. Böyle büyük bir meselenin çözümünde kazanan sadece Türkiye olur.
YENİ ANAYASA: Şimdi önümüzde yeni bir dönem var. Milletimiz bizden yeni bir anayasa yapmamızı, terör ve Kürt meselesi başta olmak üzere kronik sorunları çözmemizi istiyor. Yeni dönemde herkes siyaset tarzını ve üslubunu gözden geçirmeli, daha yapıcı olmalı, diyalog ve uzlaşıya kapılarını sonuna kadar açmalı.
Bugün olsa yine o heyette yer almayı düşünür müydünüz?
10 Ağustos 2005 buluşmasına katılan aydınlardan bazılarına benzer bir inisiyatifin günümüzde söz konusu olması durumunda ne yapacaklarını sorduk. Cevaplarını sunuyoruz.
Nuray Mert
Öncelikle nasıl bir çerçevede olduğuna bakarım. Kendi açımdan samimi bir gayret görürsem, farklı bir takım şeyler yapılmaya çalışılıyorsa kim yaparsa yapsın desteklerim. Ama bugünkü çerçevede asla. Alternatif oluşturmak, Kürtlerin dışında cephe kurmaya çalışılırsa asla. Diğer türlü kim bir şey yaparsa desteklerim.
Ali Bayramoğlu
Kendime biçtiğim rolün sınırları ve meşruiyeti içinde sorunun çözümüne katkıda bulanacak çabaların içinde her zaman yer alırım.
Oral Çalışlar
Bize artık görev düşmez. Bu konuda, en uygun önerinin Kemal Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği, Meclis’te yer alan partilerden seçilerek oluşturulacak, “akil adamlar komisyonu” olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu konuda sadece hükümet karar mercii olmamalı. Diğer partilerle ortak hareket edilmeli. Muhalefet de bu işe katılmalı. Tüm Meclis’in birlikte çalışarak aldığı kararlarda, hükümet adım atarken daha cesur olabilir ve alınan kararlar destek görmüş olur.
Mustafa Karaalioğlu
Her zaman düşünürüm. Çünkü kan akarken hiçbir düşünce insanının böyle bir sorumluluktan kaçabilmesinin mümkün olmadığına inanıyorum. Sorun çözülene ve en azından yaşanabilecek seviyeye getirilene kadar hepimiz elimizi taşın altında tutmak zorundayız.
Tayfun Mater
Bu kritik bir karar. Bir teklif gelirse, koşullara göre değerlendirebilirim. Başkaları adına bir şey söylemek, bir şey yapmak çok zor bir iş. Dikkatli olmak gerekir. Söylenen her şey, her iki taraf için de -savaşan iki taraf olduğunu söyleyebiliriz- etkili oluyor. Kamuoyu söylenenlerden etkileniyor. Gerginlik çıkabiliyor. Bu konuda çalışanların oldukça titiz ve dikkatli olmaları gerekir.
Osman Kavala
2005 yılında AKP hükümetinin Kürt meselesiyle ilgili ciddi bir politika değişikliğine gideceğini tahmin ediyorduk, ümit ediyorduk. Biz de bir sivil girişim olarak bu değişikliğe katkıda bulunmak istedik. O dönemde barışçıl bir çözüm olabileceğine dair mesaj veren pek yoktu, yaptığımız , kamuoyuna umut verecek farklı bir perspektif sunmaktı. Şimdi, durum daha değişik, farklı girişimler oldu, İmralı’da görüşmeler gerçekleşti, bu konular kamuoyunda daha geniş tartışıldı. Şu andaki sorun, bu süreçlerde bir aşınma olması. Siyasi aktörler arasında güven ilişkisi eskiye göre daha da zedelenmiş durumda. CHP’de Kılıçdaroğlu yönetimi ve politika değişiklikleri yeni, olumlu bir faktör. Kılıçdaroğlu’nun Meclis’te bir komisyon kurulması önerisi çok isabetli. Meclis’te AKP, CHP ve BDP arasında ciddi bir diyaloğun başlamasıyla çözüm süreci yeniden canlanabilir. Bu aşamada sivil girişimlerin yapabileceği en anlamlı işin başka ülkelerdeki örneklerin ülkemizde daha iyi bilinmesine ve tartış ılmasına katkı sağlamak olur.
Hakan Tahmaz
Ben zaten bugün benzer amaç taşıdığını düşündüğüm Türkiye Barış Meclisi içersinde ve başka yurttaş inisiyatiflerinde de çalışıyorum. Aslında o girişimin bende yarattığı etki sonrası benzer inisiyatiflerde çalışma başladığımı söylemeliyim. Barışa katkısı olacak her türden çalışmanın ve girişimin için de sonuçlarında bağımsız olarak yer alırım. Ancak bu çabaları siyasal rantta dönüştürmek istenmesine de tavır alırım. Bu konuda hükümetin bu türden girişimleri manipüle edici bazı pratiklerinin toplumda yarattığı algıyı da bu nedenle geçmişten daha fazla hesap ederek pratik geliştiririm. Bu türden kapsamlı ve büyük bir problemin çözümüne katkı sunarken küçük hesapların yapılması anlamsız ve önemsizdir. Sivil yurttaş girişimlerinden siyasal rant sağlama güdüsü kötü bir güdüdür.
Yarın: Nuray Mert, Mustafa Karaalioğlu ve Prof. Vahit Bıçak’tan altı yıl değerlendirmesi
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.