23 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır17°C
  • Ankara15°C
  • İzmir19°C
  • Berlin3°C

ALLAH KULLARINA TUZAK KURAR MI?

Mesud Tek

23 Aralık 2013 Pazartesi 06:47

Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ve sonuçlarıyla ilgili restleşme devam ediyor. 

Tehditlerin, yaftalamaların haddi var hesabı yok. 

Dünün can ciğer kuzu sarması olan kesimler, operasyon sonrası birbirinin kanını içseler doymayacak duruma gelmiş bulunuyorlar. 

Operasyonun ilk gününde sessiz kalan ama daha sonra dilini giderek sertleştiren Başbakan, çıktığı Karadeniz seferinde Cemaate demediğini bırakmıyor, işi Cemaati “paralel devlet oluturmak, vatana ihanet etmek” ile suçlama noktasına kadar vardırıyor. 

Zaten Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ihanet ve yurtseverlik arasında kıldan ince bir çizgi bulunuyor ve ihanetin tarifini de suçlamada bulunan kesim yapıyor. Örneğin daha düne kadar “İslamın insani yüzüne ve Türkçe’ye hizmetleri” nedeniyle yere göğe sığdırılmayan Cemaat, Başbakan tarafından bir anda vatana ihanetle suçlanabiliyor. 

Bu cengte taraflara taraftar medya ve devlet aygıtları yetmemiş olacak ki dini ve kutsal değerler de devreye sokuluyor. 

Başbakan, Ordu’nun Ünye ilçesinde yaptığı konuşmada, Cemaati, “faiz lobisini” ve Türkiye’nin büyümesini istemeyenleri” kendilerine tuzak kurmakla suçladıktan sonra, “halkın da bir tuzağı var, Allah’ın da bir tuzağı var” diyor. 

İnsanları peygamberler vasıtasıyla iyiliğe, doğruya ve güzelliğe çağıran, yoldan çıkan kullarını değişik biçimlerde cezalandırdığına inanılan Allah, kullarına tuzak kurar mı? Benim dini bilgim bu soruya cevap verecek kadar geniş ve derinlikli değil. 

Ama Başbakan ve AK Parti hükümeti yetkililerinin, bugüne kadar operasyon sürecinde ele geçirilen paralara, para sayma makinelerine, “teknik takibe takılan” konuşmalara karşın, yolsuzluk yapıldığını söylemediklerini, söyleyemediklerini, yaşananlardaki eksiklik ve yanlışlarına dair tek kelime etmediklerini biliyorum. 

Hükümet açısından varsa yoksa Türkiye’nin büyümesini istemeyen dış güçler ve onların içerdeki işbirlikçilerinin komplo, tuzak ve de ihanetleri... 

Ve halkı bu söyleme inandırmak amacıyla bin dereden getirilen su... 

Oysa başbakan ektiğini biçiyor. 

Hatırlayalım. 

AK Parti hükümeti, AB sürecinin gereği olarak yaptığı bazı reformlardan, polis şefllerinin itirazları, “biz bu kanunlarla teröre karşı mücadelede edemeyiz” ve benzeri söylemleri nedeniyle geri adım atmış, polise verdiği yetkilerle ülkeyi adeta bir “polis devleti” haline getirmişti. 

Başbakan bununla yetinmemiş, Hrant Dink cinayetine karışan polisleri, işkence yaptığı TC ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından belgelenen polis şeflerini terfi ettirmiş, Gezi olayları sırasında göstericileri gaza boğan, kurşun yağmuruna tutan, 5 kişiyi öldüren, onlarca kişiyi de yaralayıp sakat bırakan polisleri kahraman ilan ederek sırtlarını sıvazlamıştı. 

O zamanki polis ile şimdiki polis arasında hiç bir fark yok. 

Ama Erdoğan, şimdi işin ucu kendi partisi ve hükümetine dokunduğu için aynı polisleri “külhanbeyi” olarak görüyor, hesap sorulacak diye tehditler savuruyor. 

Rüşvet ve yolsuzluk operasyonun zamanlamasına dikkat çekmeyi de seven Başbakan ve çevresi, operasyonu gerçekleştiren polis şeflerinin görev yerlerini değiştiririrken, “Adlı Polis” yönetmenliğini değiştirip operasyonların önceden hükümete bildirilmesini zorunluluk haline getirirken, zamanı, zamanlamayı takmıyor. 

Ortadoğu gibi bir bölgede siyasal komplo ve tuzak kurma, siyasetin olmaz ve olmazları arasında bulunuyor. AK Parti hükümetinin başarılarından rahatsız olan, “Türkiye’nin büyüyüp gelişmesinden hazetmeyen” kesimler olabilir. Bu kesimlerin komplo ve tuzak kurması da mümkün. Son operasyonun AK Parti’ye yönelik olduğuna da kuşku yok. 

Ama bu operasyonu göğüslemenin, boşa çıkartmanın yolu, Başbakan ve AK parti hükümetinin bugüne kadar tutturdukları yol değil. 

Hükümet çevresi “maalesef yolsuzluklar yapılmıştır, bizden de bazı kesimler bu işin içindedir” demiyor, işe bulaşanları görevden almıyor, istifa etmelerini istemiyor. Aksine “istifa etmek veya ettirmek suçu üstlenmektir” algısıyla hareket ediyor. 

Oysa AK Parti hükümeti bu şerden bir hayır çıkartabilir, çürük elmaları ayırabilir, kısa sürede mütehitleşen mücahidleri kendi içinden söküp atabilirdi. 

Bunun için demokratikleşmeye hız vermek, AB üyelik sürecine güçlü bir biçimde geri dönmek, şeffaflığı politikanın temel taşlarından biri haline getirmek, MİT-İmralı sürecine daha fazla asılmak yeterli olurdu. 

Başbakan aynı zamanda sık sık yapılan operasyonla MİT-İmralı sürecinin de hedeflendiğine vurgu yapıyor, bir yıldır dağdan cenazelerin gelmediğini söylüyor. 

MİT-İmralı diyaloğ sürecinden rahatsızlık duyan kesimlerin varlığı bir gerçek. Bu kesimlerin süreci akamete uğratmak için fırsat kolladıkları, son olarak Gever’de yaşandığı gibi fırsat bulduklarında provokayonlar yaptıkları da... 

Dağdan cenazelerin gelmediği ise kısmen doğru, evet, asker cenazeleri gelmiyor. Ama Kuzey Kürdistan’da, gösteri sırasında askerler ve öteki güvenlik güçlerinin açtığı ateş ile can verenlerin cenazeleri kaldırılıyor. 

Operasyonun MİT-İmralı diyaloğ sürecini de hedef aldığını iddia eden Başbakan ve arkadaşlarının bu konuda yapacakları tek şey zayıf noktalarını güçlendirmek, bu alanda herhangi bir gediğin açılmasına izin vermemektir. 

Hükümet bu işe son Gever provokasyonun üzerine ciddi biçimde giderek, faillerini kamuoyuna açıklayarak başlayabilir. Roboski katliamının sanıklarını açıklayıp adalete teslim edebilir, katliamda hayatını kaybedenlerin ailelerinden geciken özrü dileyebilir. 

Daha da önemlisi, süreci ulusal, bölgesel ve uluslararası provokasyonlardan koruyacak, ilerletip başarıya ulaşmasını sağlayacak adımları atabilir, tüm Kürdlerin üzerinde mutabık olduğu talepleri kayıtsız şartsız tanıyabilir. 

Ama ne yazık ki Başbakan’ın bugün kadar söyledikleri, bu konuda iyimser olmamamız gerektiğini söylüyor. 

Oysa hükümetin kendisini sütten çıkmış ak kaşık gösterme çabasından vazgeçmesi ve nalıncı keseri gibi kendine değil, demokrasi ve barış için yöntması, en başta kendisine hizmet ederdi. 

Kimse AK Parti’den sistemin ürünü olan yolsuzluk ve rüşveti kökünden kazımasını, bu iş için sistemin dışına çıkmasını beklemiyor. Böylesi bir beklenti içine girmek, en azından aşırı iyimserlik olur. Çünkü yapısı, geleneği ve proğramı itibarıyla AK Parti, istese de bunu gerçekleştiremez. 

Ama bu şerden bir hayır çıkartabilir, demokratikleşmeyi ve MİT-İmralı sürecini ilerletebilirdi. 

Göründüğü kadarıyla AK parti bu fırsatı da kaçırmak üzere...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.