25 Kasım 2024
  • İstanbul3°C
  • Diyarbakır5°C
  • Ankara-2°C
  • İzmir5°C
  • Berlin11°C

ALİ ÜNAL’IN ‘SÜFYAN’I BELLİ, YA ‘MEHDİ’Sİ?!

Abdullah Can

21 Mayıs 2014 Çarşamba 16:22

Üniversite yıllarımızda “Mekke Resullerinin Yolu”, “Nebevî Tebliğ” ve “Kur’an’da Temel Kavramlar” gibi kitaplarıyla tanıdığımız Ali Ünal, 90’lı yıllarda Risale-i Nur’a meyletmiş ve nihayette Fethullah Gülen’in ekolünde intisap etmiştir. O tarihten beridir, Zaman gazetesinde ve aynı ekolün farklı yayınlarında yazarlık yapmaktadır. Önceki merhalesinde, bütün İslâmî camia tarafından zevkle ve heyecanla okunan Ünal, ikinci merhalesinde yalnızca mensubu olduğu çevrenin gözdesi oldu. 

Eskisi gibi olmasa da, Ünal’ın yazılarını zaman zaman okurum; katıldığım-katılmadığım birçok görüşlerine rağmen, şahsına karşı hep temkinli davranmışımdır. Çünkü tasavvurumdaki Ali Ünal, ağırbaşlı, yapıcı, uzlaşmacı, diyaloga açık, eleştirilere mütehammil, ilmî ve fikrî yanı güçlü, kalemini haktan ve haklıdan yana kullanan, Müslümanlar arası hoşgörüsü güçlü, her çevreyle köprüler kuran ve en olumsuz durumlar karşısında bile sağduyusunu koruyan bir şahsiyetti. Ta ki, son bir-iki yazısının bende bıraktığı menfi intibaa kadar... 

Bu iki yazı, 05 Mayıs Tarihli “Süfyan ve Süfyaniyet” ile 19 Mayıs 2014 tarihli “Musibete Davetiye Çıkarmak” başlıklı yazılardır. (Her ikisi de Zaman gazetesinde yayınlanmıştır.) 

Doğrusu yazmakla yazmamak arasında gittim geldim. En son 21 Mayıs 2014(bugün) tarihli “Başbakan Suçuna Suçlu mu Arıyor” yazısını okuduğumda, “La havle vela kuvvete illa billâh” dedim ve “bu da benden” kabilinden bu satırları karaladım. 

Sayın Ünal’ın 14 gün arayla yazmış olduğu ilk iki yazısını yan yana koydum ve yap-boz yöntemiyle tasvir ettiği fotoğrafı tespite çalıştım. Besbelli ki iki yazı birbirinin mütemmimi mahiyetinde olup aslında bir algı mühendisliği ustalığıyla hazırlanmıştır. Her ne kadar, “Süfyan ve Süfyaniyet” başlıklı yazısında “Çok muhatap olduğum Deccal/Süfyan, Mehdi, Mesih sorularından ‘Süfyan’ sorusuna cevaptır” diyerek, bir soruya binaen yazdığını söylüyorsa da, bende hâsıl ettiği kanaat, yazının belli bir amaca hizmet ettiği ve nokta bir adresi hedeflediğidir. Peki, nedir bu amaç ve nedir bu hedef? 

Efendim, Ali Ünal Bey, “Süfyan ve Süfyaniyet” yazısında söz konusu ettiği bütün Süfyanî vasıfları, “Musibete Davetiye Çıkarmak” yazısında, Başbakan Erdoğan’a uygun düşecek şekilde dizayn etmiş gibi. Yani iki yazıyı yan yana koyduğunuzda, birinde zikredilen Süfyanî cürümlerin hangi mücrime denk düşürüldüğünü rahatlıkla görürsünüz. Mesela birinci yazıda geçen şu ifadeye bakalım: 

Süfyan’a Türkler içinde –hadisin ifadesiyle– 70 bin taylesanlı ulema-i sû’ destek olur” diyen Ünal, ikinci yazısında buna açıklık getirmektedir. Şöyle ki: 

Hatta(Başbakan’a) destekçi hocalar, kanaat önderleri, Diyanet görevlileri” diyerek, esasta bu ulema-i sû’un kimler olduğunu izhar etmektedir. Çünkü onlar için; “tatminsiz bir hırsla”, “tarihte eşine rastlanmadık yalan ve iftiralarla”, “tarifi imkânsız bir kin ve düşmanlık” ile “Cemaat ve onun masum ve mazlum rehberine” saldıran ve “Vatandaşı tokatlayan, azarlayan” Başbakan’a karşı lâl kesilmekle ittiham ediyor. 

Birinci yazıda Süfyan’ı(İslâm Deccalı) üç temel özellikle yâd eden Ünal, bunları “Tatmin olmaz hırs”, “dehşetli kıskançlık” ve “Sınır tanımaz öfke, kin ve düşmanlık” olarak kategorize etmektedir. İkinci yazısında ise, bütün bu Süfyanî özellikleri birebir Erdoğan’a tetabuk ettirmekle kasd-ı mahsusasını alenileştiriyor. Okuyalım: 

Bu gün Türkiye’de bir başbakan ve hükümet var ki, ‘tatminsiz bir hırsla’ belki tarihin en büyük, en kapsamlı yolsuzluk ve rüşvet bataklığına düşme suçlamasına muhatap” diyen Ünal, sonrasında “tarifi imkânsız bir kin ve düşmanlık, kalp katılığı ve kibir” gibi tavsiflerle, muhatabına Süfyanlığı konduruveriyor. Yani Süfyan olan bir Başbakan ve Süfyaniyet olan bir hükümet!... 

Öte taraftan kin, öfke, düşmanlık, kalp katılığı ve kibre kurban edilen bir cenahtan bahsediliyor; o cenah ise, “Dünyanın hiç bir tarafında hiç bir ferdî yolsuzluk, hırsızlık, zina, fuhuş gibi fiillerle anılmamış yüz binlerce mensubu bulunan bir ‘Cemaat’ ve onun ‘masum’ ve ‘mazlum’ bir rehberine (yani Fethullah Gülen’e) her gün eşine rastlanmadık ‘yalan’ ve ‘iftiralarla’ hücum ediyorlar” diye vasfettiği kendi cemaat ve lideridir. 

Tatmin olmaz bir makam, yükselme ve beğenilme hırsı içindeki Süfyan, kendisiyle mukayese edilebilecek hiç kimsenin olmasını istemez; o hırslarını tatmin yolunda kendisine rakip olabilecek herkesi kıskanır ve bertaraf etmeye çalışır. Esasen onun hırsını tetikleyen, biraz da kendi önünde gördüğü veya öyle görülen bazılarına olan kıskançlığıdır” yorumunda bulunan Ünal Bey, acaba kim ve kimleri kastediyor? 

Yukarıda değindiğim gibi, Süfyan belli, Süfyaniyet de belli... Peki, Süfyan’ın bu hırs ve kıskançlığının muhatabı kim ya da kimler? Bence o da belli ve hiç şüphesiz ikinci yazıda bahsini ettiği ‘masum’ ve ‘mazlum” Cemaat ve onun rehberidir. 

İşte, dini ucuz bir meta haline getirmek... İşte dini bir savaş ve muhalifini imha aygıtına dönüştürmenin bir başka versiyonu... İşte, “Zulmedenlere destek olmayın; yoksa size ateş dokunur” ayetini Demoklesin Kılıcı gibi sallayan Sayın Ünal’ın durup düşünmesi gereken hayatî nokta... Bediüzzaman’ı kendi emellerine alet edenlerin, Beşinci Şua’yı bir kez daha okumaları ve Donkişot gibi yanlış hedefler peşinde koşmamaları temennisiyle, Said-i Nursî’den, Süfyan’a dair bir kaç anekdotu aktarmak istiyorum: 

“Süfyan, kendi başına Frenklerin serpuşunu koyup herkese de giydirir”

“Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tama'ı uyandıracaktır... Milyonlar mal, su gibi elinden akacak, ecnebi doktorların boğazına girecek.”

“Süfyan büyük bir âlim olacak, ilim ile dalalete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi' olacaklar."

“Süfyan, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırır

“Süfyan, ehl-i nifakın basına geçecek, Şeriat-ı İslâmiye’nin tahribine çalışacaktır.

“Süfyan, nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek

“Süfyan’ın bir gözünde teshir edici manyetizma vardır.”

“Süfyan; bütün bütün münkirdir.” 

Şimdi bu evsaflara sahip Süfyan nerede, Ünal Bey’in gözü kara muhalefetinden neşet eden zorakî şablonu nerede? 

Öyle ya, muhalefetin gözü kördür; melek gelse, muhalif davransa şeytan görür, lanet okur. Şeytan gelse, muvafık davransa, melek görür, rahmet okur. Böyle olmasaydı, –bizzat müşahedemle– Müslümanlarca sicili kanlı ve karanlık bir partiye destek verirler miydi; desteğe çağırırlar mıydı? Acaba, “Neden yalnızız, neden bir başka cemaat ve tarikatın desteğine mazhar değiliz?” diye bir özeleştirileri de var mıdır, merak ediyorum? Her ne ise... 

“Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse, candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilet, 34

“Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlere gelince, Allah iyilik yapanları ve iyi kullukta bulunanları sever.” (Ali İmran, 134

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.