AL CAPONE’UN ADAMI KİBAR
Ece Temelkuran
08 Ekim 2009 Perşembe 23:09
Başbakan, Wall Street Journal’a verdiği röportajda, konu Doğan Grubu’na uygulanan vergi cezasına gelince bir benzetme yaptı. Aydın Doğan’ı Al Capone’a benzetti. Hatta daha fazlası da var. Ailesiyle ilgili haber yapılmasından son derece rahatsız olan Başbakan, ‘Aydın Doğan’ın kızlarını’ da pek hayırlı olmayan bir biçimde andı.
Sağ olsun Başbakan bu sıkıntılı günlerimizde bizi acı acı güldürdü. Zira biz gazeteciler de bu durumda, hatta adlı adınca söyleyeyim, ben de Al Capone’un adamı oluyorum. Allah başımızdan eksik etmesin, sayesinde mültefit olduk.
Kibar’ın sınıfı
Sıkıntılıyız. Doğan Grubu çalışanları olarak son derece canımız sıkkın. Çünkü, Başbakan’ın belli ki hiç de ağzından kaçmamış, bilakis, son derece iyi ayarlanmış bir iletişim mimarisi kapsamında telaffuz ettiği Al Capone benzetmesinden şu anlaşılıyor:
“Durmak yok, yola devam!”
Peki Kibar ne olacak? Kibar kim? Başbakan Kibar’ı tanımaz. Kibar’ı ben tanırdım. Bizim gazetede çay götürüp getiriyordu. Anlaşılmıştır herhalde, artık götürüp getirmiyor. Sevimli bir kız çocuğuydu. Yazılarımı okur, hangilerini sevdiğini söylerdi. Medya plazalarda pek rastlanmayan bir şeydir bu. Sanırım Kibar kendini bir gazetede çalışıyor olmaktan dolayı mutlu hissederdi. Nereden baksan az çaycılık değil, gazetecilerle birlikte. Kibar bütün bir ay boyunca bizim gibi tombul egoların kahrını çeker, asansör sarsılınca elini kızgın çayla yakar ve bütün bunların karşılığında 550 TL alırdı.
Başbakan’a sormak isterim:
Kibar, Al Capone’un adamı mıydı?
Kim bu adamlar?
Her gün, sanki haberi kendisi yapıyormuş gibi bir gayretle magazindi, topçuydu, İstanbul trafiğinde canını tehlikeye atarak ‘habere çıkan’ şoförlerimiz, gazeteler ne zaman kurşunlansa kapıda ilk hedef olan gencecik güvenlik görevlilerimiz, bombalı paket filan gelse açacak olan güzel danışma görevlilerimiz, çoğumuzun sadece sesinden bildiği santral memurelerimiz, bizim aşağıdaki restoranda sürekli boneli dolaşan aşçılar, onların yamakları, en lord halleriyle garsonlarımız, çok az insanın selam verdiği temizlik görevlileri, gazeteye yakışır giyinmek için maaşlarının çoğunu eteğe bluza harcayan sekreterler, gün yüzü görmeyen gece editörleri, fotoğraf servisine yeni gelen kıvırcık çocuk, her sabah geldiğinde haberde imzam çıkmış mı diye içi titreyen stajyerler, elleri niyeyse hep kocaman olan matbaacılar... Al Capone’un zalim adamları yani, şimdi hukuk ve biraz da kaldıysa eğer insaf bekliyor. İşimizi kaybeder miyiz, aç kalır mıyız diye düşünürken zaten, şimdi bir de analarının babalarının gözünde ‘Al Capone’un adamı’ oluyor. El insaf yahu!
Ümük ve öte taraf
Kimisi ellerini ovuşturarak, kimisi endişeyle ama hemen herkes susarak bizim başımızdan geçenleri izliyor. Korkarım hiçbiri bir gün başlarına Kibar’ın başına gelenlerin geleceğini bilmiyor.
Başbakan şunu bilmeli. Bugün ‘Al Capone’un adamı’ diye dolaylı olarak adlandırdığı bu insanlar çocuğunun kitap-defter parasını denkleştiremezken bu vergi borçlarını düşünüp, Başbakan’ın Wall Street Journal’a ne dediğini yorumluyor. Hukuku uygulamak değil, bir tür ‘yok etme operasyonu’ yapmak niyetini açıkça belli ettiği için Başbakan, bütün bu insanların işte, Al Capone’un zalim adamlarının yani... Nasıl diyeyim? En iyisi Başbakan’ın jargonuyla söyleyeyim:
Tayyip Bey Kibar’ın ümüğüne basıyor. Bu mudur? Bu işin öteki tarafı yok mudur?
Milliyet
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.