‘AKLIN YOLU BİR’ Mİ
Murat Belge
26 Mayıs 2013 Pazar 08:35
Öteden beri dikkatimi çeken bir özellik, şu “Barış Süreci” çerçevesinde dinlediğim konuşmalarla birlikte zihnimde daha bir belirginleşti. Politikayı düşünmemiz, politikayı kavramamızla ilgili bir özellik bu. Anlatılması biraz zor olabilir ama anlatmaya çalışacağım.
Herhangi bir kavramı ele alabiliriz. Diyelim, “demokrasi”. Okumuşuz, konuşmuşuz üstüne, zihnimizde iyi kötü bir tanımı var. Bu aslında bizim o kavrama verdiğimiz tanım yani öznel bir şey. Ama benzer düşünen insanlar, benzer bir eğitim almışlardır; zaten onun için benzer düşünmektedirler. Benzer kitaplar ya da aynı kitapları okumuşlardır. Bu durumda olan insanların zihninde kavramların tanımları da doğal olarak benzeşir.
Böyle olunca, birkaç kişiyle konuşup mutabık kalınca, herkesin de böyle düşündüğü sonucuna varıyoruz.
Öyle ya; “demokrasi” demiştik yukarıda, “demokrasi”nin kırk tane tanımı olacak değil.
O hepimizin bildiği bir tane “demokrasi” ama onun önünde ya da ona karşı ya da ona ilişkin, herkesin eylemi değil. Ben şöyle şöyle davranıyorum; bakıyorum falanca böyle böyle davranmakta...
Nedir bunun açıklaması? Niçin böyle.
Ben, tabii, kendi davranışımın doğru davranış olduğu kanısındayım. “Demokrasi”nin, işte tanım, tanımını yaptık; işte “değeri”, onu da tesbit ettik. Ben de bunlara göre, işte dediğim gibi davranıyorum. Peki, o niçin benim gibi davranmıyor?
“Kötü niyetli” de ondan! Benim gibi o da doğrusunu biliyor ama doğrusunu yapmıyor. O halde, “kötü niyetli” olmak dışında bir açıklaması olamaz bunun. O açıklamanın da açıklamasını fazla zahmet çekmeden buluruz: ya ajandır, ya para alıyordur, ya kalben faşisttir... böyle bir şeydir.
Oysa muhtemelen bunların hiçbiri değildir. Sadece, farklı düşünüyor, farklı kavrıyordur. Biri vardır, zorla morla, nasıl olursa olsun, yönetimi ele geçirip kadınların başlarını bağlamasını yasaklarsa, bunun adının “demokratik devrim” olacağına inanır (tabii bir dizi başka uygulamayla birlikte): bir başkası, “demokrasi”nin isteyenin istediği şekilde giyinme özgürlüğü olduğu düşünür. Daha bir başkası da demokrasinin herkesin başını bağlamasıyla geleceğine inanmış olabilir. “Değer” konusu da böyle. Örneğin bu sonuncu arkadaş kadınlara başlarını örttürmenin, gereğinde zorlamanın gereğine inanır, “demokrasi olmazsa olmasın,” diyebilir.
Yani “demokrasi”nin ne tanımında, ne de verdiğimiz değerde anlaşıyoruzdur. Onun kültürel ve teorik beslenme kaynakları bizim bellediklerimizden farklıdır.
“Kâr” diye bir kelime var. Ahmet’e soruyorsun, diyor ki “Adam kolunu sıvamış, üretmiş, riske girmiş. Tabii sonunda bir kazancı olacak. ‘Kâr’ bu kazancın adı.” Mehmet’e soruyorsun, “Marx baba anlatmış,” diyor, “Kâr, işçinin ödenmemiş emeğidir.”
Hangi tanım gerçekliği daha doğru anlatıyor, tartışırız, tartışıyoruz, tartışacağız. Birbirimizi ikna etmeye de çalışacağız. Ama, Ahmet tıpkı Mehmet gibi bilip kendi çıkarı öyle gerektirdiği için öbür türlü konuşuyor olmak zorunda değil. Artık-değer teorisi diye bir şeyi hiç işitmemiş olabilir; işitmiş, öğrenmiş, ama öyle düşünmeye aklı yatmamış olabilir, başka birçok şey de olabilir. Yani “ajan” olması ya da öyle konuşmak için bir yerlerden para alıyor olması şart değil.
“Diyalog” dediğimiz şey bunun için gerekli. Hepimizin bildiği birse, “diyalog”a gerek yok. Birbirimizi ikna etmemize de gerek yok. En fazla “pazarlık” edilir.
Ama adama “ajan” demekle, diyalog imkânını da, gereğini de, ortadan kaldırıyorsunuz. Dolayısıyla, “apolitikleşmek” için birebir bir tavır bu. “Ajan”sa ya da “para alıyor”sa, ancak daha fazla para verip benim hizmetime girmesini sağlayabilirim. Aramızda başka bir anlaşma aracı yoktur.
Dolayısıyla “politika” yoktur. Tabii “Böyle aşağılık adamı hizmetime almak istemem” de diyebilirsiniz. Bu durumda onu yok etmekten başka çare kalmamıştır. Bu da gene “politika” değildir.
Böyle bir anlayışla, daha ilk adımda, çoğulcu düşüncenin de dışına düşeriz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.